2020'ler

Cahit Zarifoğlu'nu pek bilmem, bildiğim kadarıyla severim, ama sanki dizilerde ve anlatılarda gerçek Cahit Zarifoğlu anlatılmıyor. Benim bildiğim ACZ, şiirindeki adamlar "Yedi güzel adam" değil "Yedi uslanmaz adam" bence böyle olmalı.

Cahit Zarifoğlu, kendi yaşadığı çağ için, tüm zamanlara yakışır bir şiir kurmuş.

Biliyor musunuz ben bu çağdan nefret ettim. Etimle, kemiğimle nefret ettim.




Erken bulunmuş bir intihar mektubu

İki yıl önce yazımını tamamladığım bir roman geçtiğimiz ay yayınlandı.

Kitap Yurdu adlı kitap alışveriş platformundan temin edilebiliyor.

Bu yayınlanan ilk kıtabım, belki son da olabilir. Yazdığım birkaç roman daha var biri tamamıyla hazır halde ama Erken bulunmuş bir intihar mektubu ilgi çekmezse ve başta eş dost olmak üzere okuyanlar, "Devam et, yaz bir şeyler" demezse yayınlamayı düşünmüyorum.

Erken bulunmuş bir intihar mektubu'nu tümüyle bir intihar mektubu olarak okunabilecek bir roman yazma niyetiyle kurguladım. Ne kadar başarılı olduğum tartışılır, bazı okurlar roman olduğunu bile ancak yarısını okuduktan sonra anladılar :)

Yazılış hikayesi de şöyle...

Blogumda yayınlamak üzere bir öykü yazıyordum, başlığını "Erken bulunmuş bir intihar mektubu" ya da "Matemin matematiksel izahı" yapacaktım. Buna öykünün tamamı bitmeden karar vermek istemedim. Doğrudan blogun içerisinde yazmaya başladım ancak yayınlayamadım, çünkü bir türlü sonu gelmiyordu yazdıkça yazıyordum. Bir yerden sonra blogda yayınlamak için fazlaca uzun diye düşünmeye başladım, ama yine de blogda yayınlamaya kararlıydım. Birkaç bölümden oluşacak şekilde yayınlayacaktım. İlk bölümü yayınlamadan önce ciddi bir ilerleme katetmek istedim. Yazdıkça yazdım ve bölümlere ayırdığımda onlarca bölümden oluşacağını gördüm. Malum, blogumun ciddi bir okur kitlesi yok. En fazla 10 kişi yazdıklarımı gerçekten takip ediyor. Böyle uzunca bir öykünün blogda hiç kimseye ulaşamayacağını düşünerek, kitap dosyası halinde yazmaya karar verdim.

Nihayet yazımı tamamladığımda isim konusundaki kararsızlığım da ortadan kalktı. Erken bulunmuş bir intihar mektubu iyi bir başlık olacaktı. Kapakta "bir intihar mektubu"nu vurgulamak da hülyalarım arasındaydı. Neyse ki -hemen hemen- tam istediğim gibi oldu. Ancak kolay olmadı. Belki 10'a yakın yayınevine dosya olarak sundum. Sanırım hepsi de olumsuz dönüş yaptı, daha kötüsü dönüş yapmayanlar da oldu.

Kitap Yurdu'nun doğrudan yayıncılık sistemini duydum, inceledim ve oraya da dosyamı gönderdim. Bürokratik süreci tamamladığımda kitabım yayınlandı.

Maalesef henüz fiziksel olarak marketlerde yer bulamadı. Sadece internetten ve şahsen anlaştığım kitapçı arkadaşlarımın dükkanlarından temin edilebiliyor.

Hülasa, kitap çıkarma heyecanını da tatmış oldum. Farklı bir duygu. Yayınlanma sürecinde kah umutlandım, kah belirsizliğe düştüm, kah yoruldum... Yayınlandıktan ve elime ulaştıktan sonra da oldukça belirsiz bir hissiyat içindeydim. Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. "Eserlerim çocuğum gibidir" klişesine kapıldım. Bir çocuk dünyaya getirdim, benden bir parça insanların takdiri karşısına çıktı ama bunun ürkütücü bir yanı da var, ya zararlı bir çocuk olursa bu... ya başarısız olursa, ya hayatı baş karakter Aylin'inki gibi talihsizliklerle örülü olursa... Bunları da düşündüm. "Baba oldum, artık ölsem de gam yemem" diyemedim.

Böylece, ne çok satmasını istiyorum ne de kimsenin okumadığı bir eser olarak tarihin derinliklerinde kaybolup gitmesini...

Her şey bir yana, 10 yıldır yazdığım bu blog, bu yoldaş, ne kadar açık ediyorsa duygularımı, düşüncelerimi, fikirlerimi... sanırım o kadar açık ediyor bu 100 sayfalık kitap. Duygularım, düşüncelerim ve diğer önemsiz detaylarım hakkında merak sahibi olanların aradıkları yanıtları bulabileceği, en azından yakınlık kurabileceği bir roman oldu.

Okuyan, okuyacağını dile getiren herkes, -yedi kat yabancı da olsa- heyecan ile korku arasında bir şey yaşatıyor bana. Her yazar böyle mi hissediyordur acaba. Okuyup bitiren herkesle saatlerce oturup üzerine konuşmak istiyorum. Ve maalesef pandeminin de (pandemiyle gelen yasakların da) etkisiyle bu pek mümkün olmuyor.

Kitabımı edinmek için: https://www.kitapyurdu.com/kitap/erken-bulunmus-bir-intihar-mektubu-/561410.html





Kadınlardan nefret edenler neden kadınlardan nefret ederler?

Nefret ettiğiniz insanları düşünün, bu listeye hemen herkes girebilir.

  • Politikacılar
  • Ebeveynlerimiz
  • Mahalle bakkalı
  • Bir zamanlar çok yakın arkadaşlarımız
  • Eski sevgililerimiz
  • ...

Bu listedeki herkesin bir ortak noktası olabilir mi?

...Olur, olmaz olur mu!
Ama, olmaz olsun 

Özdemir Asaf


Nefret ettiğimiz insanların ortak noktaları bizi hayal kırıklıklarına uğratmaları, politikacılardan ülkemize, beldemize dair mükemmel şeyler yapmalarını bekleriz, yapmazlar ve nefret ederiz. Ebeveynlerimizden geleceği görmelerini ve bizim için doğru hamleler yapmalarını, yahut hiç değilse yaptığımız hamlelere saygı duymalarını, bizi özgür bırakmalarını bekleriz ama bırakmazlar. Mahalle bakkalımızdan mahalledeki garibanlara borçları konusunda daha tahammüllü olmalarını bekleriz ama olmazlar. Bir zamanlar çok yakın arkadaşlarımızdan daima yakın ve kıymetbilir kalmalarını bekleriz ama kalmazlar. Eski sevgililerimiz, -bir zamanlar- yarattığımız yarı tanrılardır, beşeri alçaklıklar yapmamalarını umarız ama yaparlar...

Nefret ettiğimiz tüm insanlar onlara yüklediğimiz anlama uymayan şeyler yapmışlardır. Onlara bakınca gördüğümüz portreyi parçalamışlardır. Nefret etmemizin nedeni onların yaptıkları kadar bizim onlara ilişkin sanrılarımızın olmasıdır.

Karşımızdakini olduğu gibi görmeyip onu tanrılaştırmak; sonra da sanki böyle bir tanrı olabilirmiş de olmuyormuş diye ona kızmak. Bana biraz haksızlık etmiyor musun?

Kış Uykusu (2014)

Dini, dili, ırkı, politik görüşü fark etmeksizin kadınların tamamından nefret edenlerin nefret etme nedeni de tam olarak budur. Kadınlara, kadınlığa, anneliğe, yarenliğe fazlaca anlam ve kusursuzluk yüklemek uzun vadede kadınlardan nefret etmelerine neden olur. Çünkü kadınlar da beşerdir. Menfaatleri, kendi doğruları ve yanlışları vardır.

Kadınlar da sıçıyor, bu gerçeği kabul etmek gerek

Aç televizyonu, 10 dakika dur karşısında, birkaç farklı kanal zapla, göreceksin, kadın bedeni ticari reklamların bel kemiği. Kapitalizm mal satmak için kadın bedeninin cazibesinden yararlanır. Bu cazibeyi abartır, kadını insanüstü resmeder ve neredeyse onların da osurduğu gerçeğini unutturur. Bu anlaşılır ve beklenen bir şeydir. Ama bu cazibenin uzun zamandır sömürülmesi, kadınların sadece estetik bir görüntü sunmakla ve cinsel tatmin vermekle görevli olduğu yanılgısını yaydı.

Kadından sadece cinsellik beklemek belki bazı kadınları rahatsız etmez ancak bu beklentiyi karşıla(ya)madıklarında isimleri nefret edilenler listesine eklendiğinde, toplumun kadınlara yüklediği bu suni görevlerden rahatsız olacaklar.

Kadınların kimilerince insanüstü görülmesinde rolü olan herkes farkında olmadan kadınlardan nefret edilmesinin yolunu açıyor. Kadınlara duyulan nefretin azalması için onların da tıpkı diğer canlılar gibi osurdukları bilgisini yaymak gerek.

Bir şeye dair beklentiyi yükseltmek o şeyin uzun vadede itibarsızlaşmasına neden olur. Örneğin bir filmi çok beğendiniz, arkadaşlarınıza abarta abarta anlattınız, arkadaşlarınızın beklentisini yükselttiniz. Artık arkadaşlarınız o filmi pozitif bir ön yargıyla izleyecek ve beğeni çıtaları (eşikleri) yukarı çıkacak. Sonrasında muhtemelen filmi beğenmeyecekler. Oysa film hakkında hiçbir fikri olmadan izleselerdi belki çok beğeneceklerdi.

Kadınların da osurduğunu unutmayın.





Kim lan bu Arif denen pezevenk?

Arada bir şiir yazarım.

Ah Ayşem vah Ayşem... şiirlerini okumayı sevmediğim için bu türde şiirler de yaz(a)mam. Ama ben de insanları merkeze alan şiirler yazıyorum. Bazıları gerçekten etrafımda olan, yaşayan insanlarken bazıları tamamen hayal ürünü. Bazılarıysa bu ikisinin arasında.

Arif'in hangi kategoride olduğunu açıklamayacağım. Edebiyat tarihçileri bulsun hehe.

Nedense Arif konulu şiirlerimi tek bir yazıda toplamak geldi içimden, ilkiyle başlayalım. 29.9.2018 tarihinde antoloji.com'da yayınlamışım.

Arif'e

Derdin büyüğünü dosta öteleyip
ufak tefekleriyle oyalanırken
mahir olurum mu sanarsın

Düşlerine kaçarken araflarda az mı boğuldun,
ne diye kulluğuna kulaç atarsın

Düşünürüm ince ince diye övünürsün de,
bir düşüne varamadın diye
bin yılını heba mı sayarsın

Nafile gençliğe kızdığın halde
bir kızın yüreğini titretemeden
terki diyar etmeye mi çabalarsın

Hercai vakalarla dara düşüp
dardan kurtarınca kendini
ihya oldum mu sanarsın

...

-Umuma sorarsak- Yirmibeş yaşındasın Arif!
yüz mevsim geçmiş ömründen
bir kıştan mı korkarsın

Onca yüzü güzele meylettin
yarısı deşti gitti gönlünü
bir yüreği kuştan mı korkarsın 

Sonraki şiiri 23.12.2019'da yazmışım bir yıl sonra

Arif'in gayrimasalsı rüyası

Arif bir rüya gördü
rüyasında kördü
nasılsa görmüyor diye
çevresine duvar ördü
çehresinde mutlu bir tavırla
herkesi el gördü.

Yazdı çizdi her şey hakkında
iyiliği sevdi, kötülüğe sövdü
tutuldu hakkı aramak telaşına
az uyudu, az yedi, az sevişti
her yaklaştığında kaçırdı elinden hakikati
gün gördü
ün gördü
son gördü

aydınlandı bir gece
-fakat bulamamıştı hakikati henüz-
yıktı ördüğü duvarları
sıktı canını sıkanları
yani çaktı mevzuyu Arif
kendi olmanın farkına vardı
üzmezdi artık onu dertti, gamdı.

Sonra bir kız gördü sereserpe
-görmenin de verdiği hayretle-
buldu belasını Arif,
hakikati ararken gayretle... 

Bundan sonraki şiiri ise 1.2.2020 tarihinde yazmışım.

Arif'i tarife gerek yok

Babası sağ idi Arif'in
ama hiç baba parası yemedi
Anası da sağ idi Arif'in
ama hiç ana şefkati görmedi

Biri hariç tüm sevdikleri sağ idi,
hiçbiri Arif'i hakkaten sevmedi.
Yalnızca bir kız kaptırdı gönlünü Arif'e
ona da Allah ömür vermedi. 

Son olarak da 22.6.2020 tarihinde yazmışım.

Arif'e Arif'in tarifi

Orhan Veli'ye hürmetle, ve affına sığınarak...

yirmiyedi yaşındasın
bir kuru hakikat yüklü sırtında...
dağbaşındasın
tütünün dahi yalnız değil senin kadar
yaridir şarabının

erkeklik var başta
amma ne kırmışsın, ne dökmüşsün
girmemişsin hakkına, kendinden başkasının

kınadığın şeylere dönüştürmüş hayat
-gıcırdayan ahşap balkonda-
sabahları balgam tükürürsün.
ve akşamları yemekten sonra
belki kusarsın çok içince
amma kendi koltuğuna, kendi evine
incitmezsin bir garibanı,
yıpratmazsın gözünden sakındığı çeyizini de

ne hakikatini anlamaya buyurdular
ne de çocuğunu doğurdular
hak kadar yalnızsın, hukuk kadar paravan
"içmeyip de ne halt edeceksin!"

Arif'le ilgili yazıp çizmeye devam edeceğim, şiirlerimi takip etmek için link: antoloji.com/safa-gayret