Planlanmamış yeni hayatım, Ankara

Deprem

Tüm dünyanın duyduğu, üzüldüğü, 6 Şubat Depremi sırasında Kahramanmaraş'ta kendi evimde sekizinci kattaydım. Yalnızdım. Çok uzun sürdü deprem, defalarca pes ettim, "Film buraya kadarmış" dedim. Neyse ki bulunduğum bina yıkılmadı ve fiziksel olarak hiçbir yara almadan çıkabildim. Çok soğukkanlıydım. İş bilgisayarımın da içinde bulunduğu sırt çantamı yanıma almayı akıl edebilecek kadar soğukkanlıydım.

Kar yağmıştı. Kahramanmaraş'ın en soğuk on günü içerisine denk gelmişti deprem. Önümü görebilecek kadar arabamın üzerindeki karı temizledim. Hala güvenli bölgede değildim, arabam binanın hemen önündeydi. Etrafta çılgınca koşturan insanları tehlikeye atmadan, yavaş bir şekilde binadan uzaklaştım. Binadan 20 metre kadar uzaklaşınca ikinci deprem başladı. Felaket filmlerindeki gibiydi. Arabamı boş bir araziye çektim. Artık güvendeydim. 

Anne babam şehrin diğer ucunda yaşıyordu. Babamı aradım, evden çıkmışlardı. Güvenli bir yere geçmeleri için uyardım. Depremin tekrarlayacağı veya artçılarının olacağı aşikardı.

Yaklaşık bir saat sonra trafik biraz olsun rahatladı. Artık annemlere doğru yola çıkabilirdim, tam bu zamanlarda telefonlar çekmemeye başladı. Tüm GSM operatörleri sınıfta kaldı. Hiçbiri çekmedi. O telefonlar çekseydi binlerce insan sağ kurtulabilirdi.

Annemlerin yanına ulaştığımda ablamlar da annemlere gelmişti. O günü kah arabalarda ısınmaya çalışarak, kah dışarıda ateş başında geçirdik. Ne kadar dikkat etsek de hiç durmayan yağmur yüzünden sırılsıklam ıslandık. Birkaç saat sonra akaryakıt istasyonları hizmeti kesti. Binlerce lira vermeye razı olsan bile bir litre benzin bulamıyordun. Bu yüzden arabaları ısıtıp, kapılarını hiç açmayarak ısıyı içerde muhafaza etmeye çalışıyorduk. Biz yetişkinler belki ölmezdik bu soğuktan ama yeğenlerim vardı.

Sonra toplanma yeri buldum. Bir spor salonu, ailemi oraya taşıdım. Çünkü o soğukta, arabalarda işimiz çok zordu. Dinlenemeyeceğimiz için sinirlerimiz daha gergin, kaslarımız daha işlevsiz olacaktı. Depremden sonraki ilk gece spor salonunda uyuma fırsatımız oldu.

Şehirden çıkma planları yapıyordum ama toplanma yerine giderken de yakıtımız epey azalmıştı. Telefonun çektiği birkaç nokta keşfettim. Her fırsatta oraya yürüyüp birkaç telefon görüşmesi yaptım. Sağ olsunlar çalıştığım firma olan Tekrom Teknoloji'den ulaştılar. Beni ve geniş ailemi şehirden çıkarmak için planlar yaptık. Toplanma yerlerinde salgınlar olmaya başlamıştı. Özellikle küçük çocuklar ateşli hastalıklar geçiriyorlardı. Artık şehri terk etmek zorundaydık.

Annemleri ikna etmek kolay olmadı. Nihayet beşinci gün çalıştığım firmanın uzaktan organize ettiği bir otobüse binip Ankara'ya doğru yola çıktık. Arabaları ve diğer birçok şeyi Kahramanmaraş'ta bıraktık, sonra döner alırız diye düşündük.

Ankara

Kalabalıktık. Anne babam, iki ablam, eşleri ve çocukları. On üç kişiydik. Şirketin kurduğu bağlantılar sonucunda şehrin dışında tek katlı bir yazlık ev ayarlandı, binalardan uzakta, üç aile bir arada yaşamaya başladık, inanın bu çok zor. Hem travmamızdan dolayı birbirimizden uzaklaşmak istemiyoruz hem de duygusal iniş çıkışlar yaşıyoruz. Tüm bunlardan dolayı birbirimizle geçinemiyoruz. Tüm kalabalık ailelerden benzer hikayeler dinledik.

Bu şekilde iki ay yaşadıktan sonra Kahramanmaraş'taki evlerimizin hasarsız olduğunu öğrendik. Anne babam bu haberden sonra Ankara'da hiç kalmak istemediler. Bir an önce evlerine gitmek istiyorlardı. Bir çocuğu ikna eder gibi birkaç hafta ikna etmeye çalıştım onları, ancak bu kadar direnç gösterebildim. Gitmekte kararlıydılar. Durumu kabullendim ve onları bırakmak için Kahramanmaraş'a yola çıktık. Bir gün Kahramanmaraş'ta kaldım sonra Ankara'ya döndüm.

Artık Kahramanmaraş'ta kalamazdım çünkü tanıdığım insanların yarısı ölmüştü, diğer yarısı şehri terk etmişti. Depreme gece yakalandığım için uyuyamıyordum vesaire. Zaten kendi şehrimdeyken de yalnız yaşadığım için annemlere uzun uzun durumu anlatmam gerekmedi. Henüz Kahramanmaraş'a doğru yola çıkmadan "Ben Ankara'ya yerleşeceğim" dedim. Sağ olsunlar ikiletmediler.

Yeni ev, yeni hayat

Ankara'da güzel, sakin bir semtte ev tuttum.

Yaklaşık 7 aydır Ankara'dayım. Arkadaş edinmem gerekiyor. Karşıma çıkan her fırsatı değerlendirip topluluklara dahil oluyorum.

Piknik etkinliklerine katılıyorum

Yazılım etkinliklerine katılıyorum

Bilardo kursu veriyorum

Kısa film topluluklarına katılıyorum


30 yaşından sonra arkadaş edinmek pek kolay olmuyor.




2020'ler

Cahit Zarifoğlu'nu pek bilmem, bildiğim kadarıyla severim, ama sanki dizilerde ve anlatılarda gerçek Cahit Zarifoğlu anlatılmıyor. Benim bildiğim ACZ, şiirindeki adamlar "Yedi güzel adam" değil "Yedi uslanmaz adam" bence böyle olmalı.

Cahit Zarifoğlu, kendi yaşadığı çağ için, tüm zamanlara yakışır bir şiir kurmuş.

Biliyor musunuz ben bu çağdan nefret ettim. Etimle, kemiğimle nefret ettim.




Erken bulunmuş bir intihar mektubu

İki yıl önce yazımını tamamladığım bir roman geçtiğimiz ay yayınlandı.

Kitap Yurdu adlı kitap alışveriş platformundan temin edilebiliyor.

Bu yayınlanan ilk kıtabım, belki son da olabilir. Yazdığım birkaç roman daha var biri tamamıyla hazır halde ama Erken bulunmuş bir intihar mektubu ilgi çekmezse ve başta eş dost olmak üzere okuyanlar, "Devam et, yaz bir şeyler" demezse yayınlamayı düşünmüyorum.

Erken bulunmuş bir intihar mektubu'nu tümüyle bir intihar mektubu olarak okunabilecek bir roman yazma niyetiyle kurguladım. Ne kadar başarılı olduğum tartışılır, bazı okurlar roman olduğunu bile ancak yarısını okuduktan sonra anladılar :)

Yazılış hikayesi de şöyle...

Blogumda yayınlamak üzere bir öykü yazıyordum, başlığını "Erken bulunmuş bir intihar mektubu" ya da "Matemin matematiksel izahı" yapacaktım. Buna öykünün tamamı bitmeden karar vermek istemedim. Doğrudan blogun içerisinde yazmaya başladım ancak yayınlayamadım, çünkü bir türlü sonu gelmiyordu yazdıkça yazıyordum. Bir yerden sonra blogda yayınlamak için fazlaca uzun diye düşünmeye başladım, ama yine de blogda yayınlamaya kararlıydım. Birkaç bölümden oluşacak şekilde yayınlayacaktım. İlk bölümü yayınlamadan önce ciddi bir ilerleme katetmek istedim. Yazdıkça yazdım ve bölümlere ayırdığımda onlarca bölümden oluşacağını gördüm. Malum, blogumun ciddi bir okur kitlesi yok. En fazla 10 kişi yazdıklarımı gerçekten takip ediyor. Böyle uzunca bir öykünün blogda hiç kimseye ulaşamayacağını düşünerek, kitap dosyası halinde yazmaya karar verdim.

Nihayet yazımı tamamladığımda isim konusundaki kararsızlığım da ortadan kalktı. Erken bulunmuş bir intihar mektubu iyi bir başlık olacaktı. Kapakta "bir intihar mektubu"nu vurgulamak da hülyalarım arasındaydı. Neyse ki -hemen hemen- tam istediğim gibi oldu. Ancak kolay olmadı. Belki 10'a yakın yayınevine dosya olarak sundum. Sanırım hepsi de olumsuz dönüş yaptı, daha kötüsü dönüş yapmayanlar da oldu.

Kitap Yurdu'nun doğrudan yayıncılık sistemini duydum, inceledim ve oraya da dosyamı gönderdim. Bürokratik süreci tamamladığımda kitabım yayınlandı.

Maalesef henüz fiziksel olarak marketlerde yer bulamadı. Sadece internetten ve şahsen anlaştığım kitapçı arkadaşlarımın dükkanlarından temin edilebiliyor.

Hülasa, kitap çıkarma heyecanını da tatmış oldum. Farklı bir duygu. Yayınlanma sürecinde kah umutlandım, kah belirsizliğe düştüm, kah yoruldum... Yayınlandıktan ve elime ulaştıktan sonra da oldukça belirsiz bir hissiyat içindeydim. Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. "Eserlerim çocuğum gibidir" klişesine kapıldım. Bir çocuk dünyaya getirdim, benden bir parça insanların takdiri karşısına çıktı ama bunun ürkütücü bir yanı da var, ya zararlı bir çocuk olursa bu... ya başarısız olursa, ya hayatı baş karakter Aylin'inki gibi talihsizliklerle örülü olursa... Bunları da düşündüm. "Baba oldum, artık ölsem de gam yemem" diyemedim.

Böylece, ne çok satmasını istiyorum ne de kimsenin okumadığı bir eser olarak tarihin derinliklerinde kaybolup gitmesini...

Her şey bir yana, 10 yıldır yazdığım bu blog, bu yoldaş, ne kadar açık ediyorsa duygularımı, düşüncelerimi, fikirlerimi... sanırım o kadar açık ediyor bu 100 sayfalık kitap. Duygularım, düşüncelerim ve diğer önemsiz detaylarım hakkında merak sahibi olanların aradıkları yanıtları bulabileceği, en azından yakınlık kurabileceği bir roman oldu.

Okuyan, okuyacağını dile getiren herkes, -yedi kat yabancı da olsa- heyecan ile korku arasında bir şey yaşatıyor bana. Her yazar böyle mi hissediyordur acaba. Okuyup bitiren herkesle saatlerce oturup üzerine konuşmak istiyorum. Ve maalesef pandeminin de (pandemiyle gelen yasakların da) etkisiyle bu pek mümkün olmuyor.

Kitabımı edinmek için: https://www.kitapyurdu.com/kitap/erken-bulunmus-bir-intihar-mektubu-/561410.html





Kadınlardan nefret edenler neden kadınlardan nefret ederler?

Nefret ettiğiniz insanları düşünün, bu listeye hemen herkes girebilir.

  • Politikacılar
  • Ebeveynlerimiz
  • Mahalle bakkalı
  • Bir zamanlar çok yakın arkadaşlarımız
  • Eski sevgililerimiz
  • ...

Bu listedeki herkesin bir ortak noktası olabilir mi?

...Olur, olmaz olur mu!
Ama, olmaz olsun 

Özdemir Asaf


Nefret ettiğimiz insanların ortak noktaları bizi hayal kırıklıklarına uğratmaları, politikacılardan ülkemize, beldemize dair mükemmel şeyler yapmalarını bekleriz, yapmazlar ve nefret ederiz. Ebeveynlerimizden geleceği görmelerini ve bizim için doğru hamleler yapmalarını, yahut hiç değilse yaptığımız hamlelere saygı duymalarını, bizi özgür bırakmalarını bekleriz ama bırakmazlar. Mahalle bakkalımızdan mahalledeki garibanlara borçları konusunda daha tahammüllü olmalarını bekleriz ama olmazlar. Bir zamanlar çok yakın arkadaşlarımızdan daima yakın ve kıymetbilir kalmalarını bekleriz ama kalmazlar. Eski sevgililerimiz, -bir zamanlar- yarattığımız yarı tanrılardır, beşeri alçaklıklar yapmamalarını umarız ama yaparlar...

Nefret ettiğimiz tüm insanlar onlara yüklediğimiz anlama uymayan şeyler yapmışlardır. Onlara bakınca gördüğümüz portreyi parçalamışlardır. Nefret etmemizin nedeni onların yaptıkları kadar bizim onlara ilişkin sanrılarımızın olmasıdır.

Karşımızdakini olduğu gibi görmeyip onu tanrılaştırmak; sonra da sanki böyle bir tanrı olabilirmiş de olmuyormuş diye ona kızmak. Bana biraz haksızlık etmiyor musun?

Kış Uykusu (2014)

Dini, dili, ırkı, politik görüşü fark etmeksizin kadınların tamamından nefret edenlerin nefret etme nedeni de tam olarak budur. Kadınlara, kadınlığa, anneliğe, yarenliğe fazlaca anlam ve kusursuzluk yüklemek uzun vadede kadınlardan nefret etmelerine neden olur. Çünkü kadınlar da beşerdir. Menfaatleri, kendi doğruları ve yanlışları vardır.

Kadınlar da sıçıyor, bu gerçeği kabul etmek gerek

Aç televizyonu, 10 dakika dur karşısında, birkaç farklı kanal zapla, göreceksin, kadın bedeni ticari reklamların bel kemiği. Kapitalizm mal satmak için kadın bedeninin cazibesinden yararlanır. Bu cazibeyi abartır, kadını insanüstü resmeder ve neredeyse onların da osurduğu gerçeğini unutturur. Bu anlaşılır ve beklenen bir şeydir. Ama bu cazibenin uzun zamandır sömürülmesi, kadınların sadece estetik bir görüntü sunmakla ve cinsel tatmin vermekle görevli olduğu yanılgısını yaydı.

Kadından sadece cinsellik beklemek belki bazı kadınları rahatsız etmez ancak bu beklentiyi karşıla(ya)madıklarında isimleri nefret edilenler listesine eklendiğinde, toplumun kadınlara yüklediği bu suni görevlerden rahatsız olacaklar.

Kadınların kimilerince insanüstü görülmesinde rolü olan herkes farkında olmadan kadınlardan nefret edilmesinin yolunu açıyor. Kadınlara duyulan nefretin azalması için onların da tıpkı diğer canlılar gibi osurdukları bilgisini yaymak gerek.

Bir şeye dair beklentiyi yükseltmek o şeyin uzun vadede itibarsızlaşmasına neden olur. Örneğin bir filmi çok beğendiniz, arkadaşlarınıza abarta abarta anlattınız, arkadaşlarınızın beklentisini yükselttiniz. Artık arkadaşlarınız o filmi pozitif bir ön yargıyla izleyecek ve beğeni çıtaları (eşikleri) yukarı çıkacak. Sonrasında muhtemelen filmi beğenmeyecekler. Oysa film hakkında hiçbir fikri olmadan izleselerdi belki çok beğeneceklerdi.

Kadınların da osurduğunu unutmayın.