Ahmetist'in Mehmetist'ten olmayan farkı

Bir insanın her fikrine körü körüne "doğrudur, tamamdır" diyorsan bu yüce insanın kim olduğu senin kim olduğunu değiştirmez.

Kendine ait fikri olmayan, kendine ait olmayandır.

Caanım milletimin aklına bir başkasının peşinden gitme merakını kim sokmuşsa çok becerikliymiş. Nesillerdir ortaya yeni bir fikir çıkaramıyoruz.

Tarihinle tabii ki gururlan, tabii ki övün ama sende tarih yaz bire insanoğlu!

Kendine ait fikri olmayan, kendine ait olmayandır.

Niye torununa teslim aldığından daha iyi bir dünya bırakmayasın? Sürekli olarak birinin peşinden giderken bu mümkün mü?

Bunu bir düşün.

Kendine ait fikri olmayan, kendine ait olmayandır.

Belki de anlık çıkarların uğruna benliğini satıyorsundur bu seni "paraya muhtaç" değil. "paralı asker" yapar. Asimile olursun kardeşim. Yola nasıl çıktığını unutursun. (sana ait olmayan) Yoluna yeni insanlar katma çabasına girersin.

Bunu da bir düşün.




Ede

Baş harfi büyük. Çünkü büyük kahramanlıkların, delikanlılıkların yadigarı bu söz. Bu büyük delikanlılıkların farkında bir yazı.

Şimdilerde kurtulunca arınacağımızı sandığımız bir hitap sözcüğü. Kimi zaman çağrıştırsa da Bursa'nın "Aga"sına benzemez Maraş'ın "Ede"si. En eskilere sahip çıkmaktır "Ede", anlamı "birader" kadar soyut, "gardaşım" kadar somuttur. Büyüğe de küçüğe de denir amma genelde aynı kuşağın edeleri seslenir "ede"yle "ede"ye. Şu Maraş'ın dışında pek yaşamadım ama yaşadığım, okuduğum, izlediğim kadarıyla duymadım "ede".

"Ede" şimdilerde karşımda duran Erkenez kasabası kadar sosyaldir. Sokağın başında adres sorarsında gideceğin yere kadar eşlik eder "ede".

"Ede" burdan taa Üngüttür.

Ede bence şimdi ne demek istediğimi anladın. Sana ede diye hitap edersem daha milletin efendisiyim sanki. Ama aynı zamanda milletin ta kendisi. Çok şair var ede buralarda görmelisin. Böyle cümlelerle, kelimelerle oynamak kanımızda var sanki. Bir romanın müzisyen oluşu kadar normaldir bir edenin şair oluşu. Karakoçlar vardır. Abdurrahim falan, sonra Necip Fazıl vardır. Şehir merkezine 10 km, az daha gidilse Antep'e varacak kadar ötede adına devlet hastahanesi dahi vardır. Geçen kulağımda bir problem vardı onun için gittim ede. Şehir merkezinde adına koskoca kültür merkezi yapılmıştır. Madde bağımlılığı üzerine bir tiyatro vardı onun için gitmiştim ede oyuncuları amatördü, doğaldı, asıl mesleği polis memuru olan oyuncular bile vardı ede.

Sonra varya sokağın ortasında "ede" diye bağırsan herkes döner bakar. "Ede" herkesin ikinci adı gibidir. Şimdi değil tabi, eskilerde öyleydi eminim. Şimdilerde "ede" söylemini kullanan pek az milletin efendisi var. Bazıları da alaycı bir kullanım içerisinde. Bazıları da alay ede ede farketmeden kullanmaya başlamış..

Ben neredeyse hiç kullanmam "ede" hitap sözcüğünü ama etrafımda samimiyetle kullanan çok fazla insan var.

Bir kaç arkadaş bir araya gelip "ede" hitabını kullanmama kararı aldık. Hani şehir dışında "ede"nin ne anlama geldiğini bilmeyenlerin yanında da yanlışlıkla kullanırız da, kötü bir imaj bırakmış oluruz diye.

iyi mi ettik kötü mü bilmiyorum ede. artık hiç "ede" hitap sözcüğünü kullanmıyorum.




Potansiyel pazar esnafı olduğum gerçeği

Bugün annemle perşembe pazarına gittik, kalabalığı sevmememden dolayı fazlasıyla sıkılmamın yanı sıra bloguma yazacak yığınla malzeme çıktı.

En önemlisi pazar esnafı potansiyelimle yüzleştim. O dünya tatlısı insanların ürünlerini satmak için söyledikleri kafiyeli sözler, akıl oyunları esnaflığa ilgi duymamı sağladı. Henüz yerleşik hayatı benimseyememiş olan tarafım da pazar esnaflığının göçebe yaşantısına hayran kaldı. Ve bir ara kadının biri (beni pazar esnafı sanıp) bir şeylerin fiyatını sorunca pazar esnafı potansiyelimi görmezden gelemedim.

"Aman Allahım! konuşan domates!"

Aynen böyle bağırıyordu esnafın biri "Maraş domatesi bunlar, yüzde ikiyüz yerli!" diyordu ardından. Şu modernize kitle ulaşım, iletişim imkanlarıyla bile bu kadar akıllıca reklamlar, reklam kampanyaları yapılamıyor.

Bir eş adayı arama yeri olarak pazar

Ortalama cimri bir kişiliğim var galiba, bu şekilde hiç yaftalanmadım ama bazen kendimi cimriymişim gibi hissediyorum ama bundan pek rahatsız değilim cimri olmasam sigara bağımlısı olurdum. Bununla birlikte, pazarların bir bakıma ucuzluk yeri olmasından dolayı aşağı-yukarı yaştaş kızlara ister-istemez alıcı gözle bakıveriyorum. Nitekim ucuzluktan kaçmayan ortalama güzelliğin üstünde bir kızla evlenme fikri gayet cazip.

Dahası bir ara kendimi moskova'da, oslo'da falan sandım. Yani o kadar çok güzel kız vardı etrafımda. Hiçte pazar kültürüne önyargılı değiller gibiydi. "Aferin" dedim. içimden.

En kötüsü kimseyle ilgimi, bilgimi paylaşamıyorum. Pazar esnaflığı ya da sadece esnaflık bu kötü huyumdan kurtulabilmemi sağlayabilir.di.

Belki de küçükken bir esnafa çırak olmalıydım yaz aylarında, Kur'an kursu diye gidip arap alfabesini öğrenmek yerine.

Erken teşhis çok önemli.




Ya sandığımız kadar düşman değillerse?

Yıl 2012, bugün.

Uyandım. işedim. elimi yüzümü yıkadım.

Gittim. simit, poğaça aldım eve geldim.

Mutfaktan çay alıp odamda karnımı doyururken "Caanım ülkemde ne olup bitiyor?" diye haberleri okuyayım dedim. Şehit vermişiz. Yine.

Yemin ederim kaç şehit verdiğimizin önemi yok. Bir şehitte, bin şehitte aynı.

Hangi kandırılmış zihnin bedeni bu dünya dan gönderiyor abimi, kuzenimi, kardeşimi, babamı, eniştemi, dayımı, amcamı, komşumu?

PKK üyeleri

Ne diye kandırılmış bunlar?

PKK'nin ideolojik yapısı Marksizm-Leninizm[6], Maoculuk[7] ve Apoculuk'tur[29]. Abdullah Öcalan, PKK'yı "Kürt proleter devrimci hareketi" ve "ulusal kurtuluş mücadelesi" olarak tanımlamıştır.[30]



Ulusal kurtuluş diye yaşadığı(ekmeğini yediği, suyunu içtiği) ulusla savaşıyorlar.

Bence buraya kadar bir gariplik yok.

Algıladığım garipliğe şimdi değiniyorum,

PKK ya da ismi farketmez, bunlar ne zamandır faaliyet gösteriyor? 1978 yılından beri. Kime karşı faaliyet gösteriyor? Türkiye vatandaşı ve ordusuna karşı. Hâla gariplik yok değil mi?

işte gariplik, niye hâla soyunu kurutamadık bunların?

bunlar bir avuç pis, pasaklı, disiplinsiz çapulcular değil mi?

Medyaları, kitle iletişim, ulaşım imkanları mı var? Nasıl ki hâla bünyelerine yeni üyeler katabiliyorlar?

Nasıl ki şanlı ordumuz, istihbaratımız bunların mesken tuttuğu dağları yerle bir etmiyor? rakımı deniz seviyesine indirgemiyor?

"Askerimiz açısından savaşa el verişsiz, engebeli şartlar"ı neden aksine çevir miyoruz? oralar bizim topraklarımız değil mi? bizim atalarımız tarih evvelinde oralar içinde canını ortaya koymadı mı?

Çıksın Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Muhalefetimiz, Ordu liderimiz oraları dümdüz edeceğiz. Dağları elimizdeki imkanlarla bombalayarak, döverek deniz seviyesine indirgeyemezsek denizi oraya götürüp dağları su altında bırakacağız, olmadı betonla, harçla kapatacağız. gibi iddialı laflar etsinler. (ki aslında sadece birkaç baraj projesi bile PKK üyelerinin canını sıkacaktır) Ülke çapında Hane başına 5TL zorunlu ülke sınırı koruma vergisi gibi uyduruk bir adla vergi istesinler. Sonu deprem vergilerine benzemesin ama. üstelik vatandaşın keyfine de bırakmasınlar, bankalar, elektrik, su faturaları üstünden alsınlar o parayı. Ve iddilarını yerine getirsinler!

Ülkemizin! doğusuna seferler turlar başlatsınlar, o dağ başlarını kentleştirsinler.

Ne yaparlarsa yapsınlar ama 1978'den beri ülkemizin başına musallat olan bu çirkeflere karşı kesin, iddialı, cesur kararlar alsınlar. Yani sözüm doğrudan AKP'ye ya da önceki iktidarlara ya da muhalefete değil. Sözüm genel olarak bu ülkenin gidişatını belirleyen herkese ve dolayısıyla iktidara, muhalefete, orduya...

y-a-p-m-a-d-ı-l-a-r!

y-a-p-m-a-z-l-a-r!

Yapmazlar abi, çünkü ara sıra şehit vermezsek, içimiz cız etmezse, ülke liderleri "bıçak kemiğe dayandı" demezse Ülke liderine de gerek kalmaz, zamanla ordu liderine de.

Yani bu konuda bu kadar kesin bir ifade kullanmak istemezdim ama Otuz yıldır şu sorun çözülmüyorsa ülke yönetimi (iktidar, muhalefet, ordu büyükleri) çözmek istemiyor olabilir. Bu PKK itleri bize düşman oldukları kadar ülkemizi yönetenlere düşman olmayabilir. işte bütün gariplik bu.




LYS 2012

En az YGS 2012'de olduğum kadar hazırlıksızım bu sınav için. Yine öylesine gireceğim yani.

LYS 3 ve LYS 4 oturumlarına girmek kafi, zaten YGS'de sadece bu ikisinden aldığım başarıyla LYS'yi haketmiştim.

Aslında ben sayısalcıyım(LYS 1) ama gerizekalı eğitim sistemimiz beni yıllardır matematiğin bu sıralar dışında da işe yarayacağına ikna edemedi. Sözel oturumlardan sınava girip programcılık bölümü kazanamayacağıma göre 2 yıllık Meslek Yüksekokuluna doğrudan geçiş hakkımı kullanacağım galiba. Kahramanmaraş dışında bir yer olsun istiyorum. Ön lisans'ta olsa ne kadar batıda olursam o kadar iyidir herhalde.

Zaten benim birincil amacım özel sektörde yazılımcı olmak ama KPSS gibi torpilin gırla olduğu söylenen sınavlardan da torpilsizce yararlanmaya çalışacağım.

Sisteme karşı verdiğim iş güç sahibi olma savaşımda hemen hemen hiç kimseden yardım alamıyorum.

Özetin özeti: Yarın ki oturumlarda kaçtane soru çözeceğimi dahi bilmiyorum. Sınavdan çıkıp Sahra market'ten bir büyük puro alıp evimin yolunu tutacağım. Birde haftaya cumartesi(23 haziran) ikinci oturum için sınav olacağım.




Koskoca sosyalizmin göğüs - meme sorunsalı

Ekşi sözlük olur, Alkışlarlayaşıyorum olur, Bobiler olur. Düzenli olarak takip ettiğim internetin sosyal platformlarında kadınların bebeklerini beslerken kullandığı organlarına(böylede yazınca caanım organ ne itici bir imaja büründü ama) bir türlü ortak isim bulunamadı. Bazıları "göğüs" diyor bazıları "meme".

Buna benzer bir şekilde Bayan - Kadın tabirleride internetin sosyal platformlarına zaman kaybettiren bir sorunsal. Ben meme ile kadın tabirlerini doğru bulanların safındayım.

meme ile kadın diyelim bitsin bu kavga.




Bağdaş kurup Lana Del Rey dinlemek

Gözler tamamen açık. Belki işlek bir çevre yolunu ikiye bölen otun sapın arasında yapmışızdır bunu. Böyle sanki tek yapmamız gereken buymuş gibi. Hiç kimsenin yerlisi olmadığı bir şehirde, kentte, kasabada birkaç saat boyunca asla ve kat'a telefonumuz çalmayacakmış gibi. Bir kaç ay içinde memlekete dönmek zorunda değilmişiz gibi.





Orhun Abideleri

(Bu yazı tamamen alıntıdır, yazarı metnin sonunda belirtilmiştir.)

günümüz diline aktarımı bir hayli sıkıntılı olan abidelerdir. en basitinden "tengri teg tengri" kavramını "tanrı gibi tanrı" diye çeviren var, "gök gibi tanrı" diye çeviren var, ama bunun bir deyim olabileceğini -gördüğüm kadarıyla- düşünen yok... bize çok yabancı gelmeyecek bir mana var burada ama ne? "bir olan tanrı" olabilir mi? olmasa bile, "tanrı gibi tanrı" değildir en azından...

öte yandan, abidelere dikkat edince, türk kavramına vurgu, birlik olmaya çağrı ve türk'ün düşmanları hakkında bilgi görüyoruz. düşmanların başlıcaları "tabgaç" denen çin, kıtay denen bir kavim, kırgız, türgiş, dokuz tatar ve dokuz oğuz'lardır. bunlardan türgişler ve oğuzların türk ile akraba oldukları belirtilirse de, sürekli biçimde düşmanlık ve savaş halinde olduklarının da ayrıca altı çizilir.

dikkatimi çeken bir şey, moğollar'dan hiç bahis yoktur. bu moğol denen şey nedir? cengiz'den önce hiç adı sanı geçmez. sanki hiç yokturlar da bir anda var olmuşlardır. sonradan türkler onlara "tatar" diyecek ama, tatarlar eskiden beri vardır ve moğollar'dan ayrı bir kavimdir. "kıtay" denilen kimseler olabilirler mi? onu da bilmiyoruz. (çünkü kıtay daha sonra çinlilere denilecek.) daha öncesinde olduğu gibi, göktürkler zamanında da moğollar diye birilerinden söz edilmez.

peki göktürkler'den önce kendilerine "türk" diyen bir kavim, bir devlet, bir topluluk var mı? bunu tam bilmiyoruz ama, şunu biliyoruz: "türk" kelimesi bir hayli eski tarihlere götürülebiliyor. çin kayıtlarında olsun, hint kayıtlarınada olsun, fars kayıtlarında olsun, diğer bazı mezopotamya vs kayıtlarında olsun, "türk" kelimesine çok eski tarihlerden itibaren rastlanabiliyor.

fakat göktürkler döneminde türk ve oğuz neden ayrıdır birbirinden ve sürekli çatışma halindedir? hadi kırgızlar ve tatarlar çok eski zamandan beri ayrı... iyi de oğuzlar niye ayrı? demek ki o zamanlar oğuz olmayan bir kesim kendilerine "türk" adını veriyordu. nitekim bu daha sonraki yüzyıllarda da devam etmiştir. ama günümüze geldiğinde oğuzlar'dan başka kendisine "türk" diyen hiçbir boy kalmamıştır. hatta oğuzlar'dan bir grup olan azeriler'de bile "türk" ismi hala tartışmalıdır. (moskof etkisi tabii.)

her neyse, orhun abidelerinden öğrendiğimiz şey, osmanlı tarihinde bolca şahit olduğumuz ve belki günümüzde de yaşadığımız şey şudur: türk, sürekli kendi içinde harp halindedir. nasıl ki osmanlı ne zaman balkanlara sefer çıksa veya bizans'ı kuşatmaya kalksa, arkasından hemen karamanlı, isfendiyarlı vs beyliklerin saldırısına uğruyordu. öyle anlaşılıyor ki, tarih içindeki bütün maceramız da böyle geçmiştir.

ve galiba, bu gerçeği değiştirebilmeye de imkan yoktur. bu gerçeği kabul etmek ve bu gerçekle varolmaya devam etmek zorundayız.

(yerleyeksan, 28.11.2011 04:55) - Ekşi Sözlük




Niye reddettim?

Galiba öğleden sonraydı. Sokakta kâh yürüyüp kâh duruyordum. Derhal işemeliydim, o kadar sıkışmıştım ki tuvalet aramayı bırakıp en asgari işeme şartı sunan umumi bir yerde deşarj olabilirdim. Ama işememe müsait bir yer yoktu. Çocuklar vardı sokakta, oyun oynuyorlardı birkaçta çocuklara göz-kulak olan kızlar vardı hemen hemen yaşıttım bitanesiyle. Belki bir yaş büyüktü o kadar, uzun zamandır tanıyordum fakat uzaktan. Adını düşünüp durmaya başladım ama bir türlü hatırlayamadım 19 yaşındaki bir genç için fazla unutkanım. Sonra beni farkettiler benle yaştaş olan o kız bana doğru hızlı adımlarla geldi. Yüzünü pek hatırlamıyorum ama gözleri renkliydi, saçları saman gibi sarıydı. Ortalama güzel kızlardan güzeldi. Bana iyice yaklaştı ve selam verdi. Bende karşılık verdim, sonra hemen konuya girmesi gerektiğini, benim, ömründe gördüğü en ideal eş adayı olduğumu söyledi. Şaşırmıştım ama şaşkınlığımı belli edemiyordum. Sonra benimle sonsuza dek birlikte yaşamak istediğini söyledi. Normal şartlarda sevinmem gerekirdi ama üzüldüm, galiba biraz etrafa baktım ve şimdi bir araya getiremediğim beyefendi kelimelerle reddettim. Sanırım (hâlâ düşünüyordum ama adını hatırlayamıyordum) "bu isteğinin gerçek olmasını bende isterdim ama, biliyorsun" gibi bir şey söyledim. O biliyordu fakat ben bilmiyordum bu nasıl bir tezgahtı yarabbim. Çok üzüldü yani öyle böyle değil, o kadar üzüldü ki ölmeyi istedim. Hızlı adımlarla gitti.

Etrafta bir şeyler arıyordum sanki, sonra hızlı adımlarla arkasından gittim. Bir kapıdan girdi içeriye, ama bu kapı onların evine gitmiyordu. Bir müddet beklersem çıkacağını biliyordum. Bekledim, bekledim ve nihayet çıktı. Onunla konuşmak için gerekirse 5 düşman askeri, 3 vahşi aslan, 1 intihar bombacısı ve sayısız terörist öldürebilirdim. Bunları yapmadım sadece kısık sesle "konuşmalıyız" dedim. Gözleri ıslaktı, hâlâ üzgündü ve kızgındı. Hiç dinlemedi beni, hiç durmadan arkasına bakmadan gitti. Bende üzüldüm. düşündüm, düşündüm, düşündüm. Bu arada hâlâ işemeye müsait bir yer arıyordum. Tam niye reddettiğimi bulacakken uyandım, telefon çalıyordu arayan Mehmet Fıstık'tı "bugün sınav var mı safa?" dedi. "yok" deyip kapattım, tuvalete girdim ve işedim. Ama hâlâ üzülüyordum.




Bazı kızlar çok güzel