Bilim tahammül edilmesi gereken bir şey mi?

Diğer kutsal kitaplara kıyasla en çok "düşünceye sevk eden" kutsal kitap olan Kur'an-ı Kerim'i hayatımıza rehber edinmiş kişiler olarak hâla niye bilime ve düşünce özgürlüğüne din dışı kavramlarmış gibi bakıyoruz ki? Yada şöyle sorayım; bilimin ve düşünce özgürlüğünün dinimize ters düştüğünü düşünenler ahirette nasıl hesap verecekleri hususunda korkmuyorlar mı?

Bilim beyaz'a siyah diyor ve bunu gerekli üslupla açıklayıp beni ikna edebiliyorsa beyaz artık siyahtır. Beyaz'a siyah deyişim bilime ve akla güvenmemdendir. Anarşist ilan edilmemi gerektirmez ki.

Ki bilim, dinimize ve gelenek göreneklerimize aykırı olacak şeyler savunmaz. En azından şu ana kadar savunduğuna tanık olmadım.

Bilimin "dinimize aykırı" olduğunu düşünen herkes cahil cühela insanlardır. Yada amaçları imana şaibe karıştırmaktır.

Ben bunu bilir, bunu söylerim arkadaş; Birey olmak lazım!

Birey penceresinden izlemek, yargılamak, düşünmek lazım.




Ölmesi gereken insanlar görüyorum

ya arkadaşım! bu internet denen meret "amatör yetenek" sergilensin diye icad edilmedi. -ki bu senin yaptığın amatörlükten de öte-

şimdi vay efenim safa niye böyle şeyleri yayınlıyorsun, vay efenim niye insanlarla alay ediyorsun falan diyenlerde olacaktır. olsunlar. hali hazırda internet sayesinde edindiğim bir kariyer olmadığı içun, olası kariyer zedelenmelerine üzülmem.

hayır "bırakalım insanlar sanat yapsın" anlayışında olmama rağmen kızdırıyor bu tür videolar beni. çünkü adamlar ne yaptığının farkında değillermiş gibi. bu, bir anlık aşırı doz uyuşturucu tüketimiyle alakalıda değil. herifler bildiğin mahlas yapmışlar, ne kadar süredir bu meşgale içerisindelerse artık. emsi samuo ve gorkusuz kadir.



kuzenlerim(furkan gürler, bekir vurer, orhan vurer, oğuzhan karabıyık vb...) var bu tür amatör yapımların hastası olan. zaman zaman yanımda dinlemeye çalıştıklarında ölsünler istiyorum abi o kadar kızıyorum bu "arabesk rap" isimli saçma sapan işe. bide sokaklarda bu tür zımbırtıları tlf hoparlöründen dinleyen -insan olduklarına emin olamadığım- insanlar var, hızlı adımlarla uzaklaşıyorum yanlarından.

anneler - babalar! çocuklarınıza kişilik kazandırın biraz anasını satim.




Reyting raporlarının izle(me)yiciye kötü etkisi

Çok izlendiği söylenen programları takip etmeyenlerin hiçbir şey kaçırmamasına rağmen reytingleri görünce kendini gündeme uzak hissetmesi kesinlikle reytingde şike yapanların marifeti/suçu.



adam haklı.




Berrak Çetinkaya

Geçenlerde televizyona gözüm iliştide, Show TV yine Acun abinin programlarıyla dolmuş ve o akşam "O ses Türkiye" adlı program yayındaydı. Seçmeler yapılıyordu ve bir abla çıkıp "seni istiyorum" şarkısını söyleyecekti.

"Aman yarebbi bu ne güzel bir ses" diye düşündüm birden, böyle bir müzik gurmesi sanmaya başladım kendimi. Sonra kimmiş bu güzel sesli güzel abla diye TV karşısından ayrılmadım. Şarkısı bitince evde kendi kendime -içten içe- alkışladım. Neticede öğrendim ki adı Berrak Çetinkaya imiş. Öz ablam ya da kız kardeşim olsa ancak bu kadar sevebilirim kendisini, daha fazla değil.



"O ses Türkiye" ve benzeri -katıldığı- her aktivite ve oluşumda en birinci olsun istiyorum.

TV izlemeyi beceremiyorum ben, çok denedim olmuyor yani, TV izlerken eline sigara yakışmayan bir adamın iticiliğini sergilediğimi düşünüyorum. Buna mütakiben Berrak ablam için, ilgili web hizmetlerinden "o ses türkiye" yarışmasını takip edeceğim. Olası halk oylaması durumunda, oyum kesinlikle Berrak Çetinkaya'ya.

3 Ocak 2012'de eklenen not: Şimdi öğrendim Berrak Çetinkaya yarışmanın "canlı yayın" bölümüne çıkamayacakmış, elenmiş. Bu durum Berrak Çetinkaya'nın sesi hakkındaki görüşümü değiştirmez. Berrak ablama ilerideki girişimlerinde başarılar dilerim. Mümkün oldukçada takip edeceğim.




Staj deneyimlerim: herkesi aynı anda memnun edemezsin

Her ne kadar bölümümle alakasız bir iş ortamında staj yapıyor olsamda, her işin ortak noktası olan müşteri memnuniyeti konusunda deneyim kazandığım söylenebilir.

Müşteri deneyiminin yanı sıra iş yerindeki üstlerin memnuniyeti hususunda da belli kaideler öğreniyorum.

En önemlisi ise kesinlikle "eş zamanlı olarak herkesi memnun edemeyecek" olmak. Dosyaların belli öncelik sıraları var. Bazıları derhal, bazıları ise haftaya yapılmalı.

Ve ayrıca şunu unutmamalıyım; daha dijital bir iş anlayışına erişmeden, herkesin işi başlangıçta belirlenen süre zarfında teslim edilemez.




Bir oyunun getirdikleri

Assassin's Creed adlı Ubisoft yapımı oyunu hayran kalarak takip ediyor ve imkan buldukça oynuyorum. Son olarak Brotherhood serisini bitirdim. istanbul'da geçen revelations'u en kısa zamanda oynayacağım.

Oyun, senaryosu itibariyle çok dikkatimi çekip beni bir takım araştırmalara sevk etti. ekşi sözlük'te falan gezinirken hassan sabbah'ın kurduğu haşhaşin tarikatı hakkında birkaç şey okuyunca konuyu irdeleme kararı aldım.

elde ettiğim rivayetleri birbirine ekleyerek şu çıkarıma vardım;

hassan sabbah ve nizamülmülk dönemin eğitim faaliyetlerinden(okuldan) arkadaşlardır iyi geçinmektedirler ve kendileri arasında yazılı olmayan bir sözleşme yaparlar. sözleşmeye göre hangisi mevki bakımından diğerinden üstün olursa, diğerini yanına alacaktır. öyle de olur. gün gelir zaman döner nizamülmülk büyük selçuklu devleti'nde vezir olmuş bir müddet sonra hassan sabbah'ı da vezir yapmıştır.

gün gelir zaman geçer selçuklu hükümdarı vezirleriyle bir toplantı düzenler, toplantıda tüm mal varlığının hesaplanmasını ve şahsına sunulmasını buyurur. nizamülmülk bu işe 2 yıl zaman biçerken hassan sabbah 40 günde halledebileceğini söyler, hükümdar pek ümitlenir ve toplantı biter. hassan sabbah ne yapar ne eder 35 gün içinde hükümdarın tüm mal varlığını döküman halinde hazırlar ve sunum gününü bekler. sunum gününe birkaç gün kala nizamülmülk sunumun hazırlandığını haber alır ve dökümanların yokedilmesi üzerine bir adam görevlendirir. adam görevini başarıyla gerçekleştirir ve hassan sabbah sunum günü geldiğinde hükümdarın huzuruna "hazırladığım dökümanlar birkaç gün evvel paramparça edildi." savunmasıyla çıkar. hükümdar hassan sabbah'ı görevini yerine getirmediği gerekçesiyle saraydan kovar. hassan sabbah kovulurken alamut kalesini son istek olarak hükümdara söyler hükümdar hassan'ın son isteğini yerine getirir ve kalenin anahtarlarını verir.

hassan sabbah tek başınadır ve nizamülmülk'ten intikam almak ister, alamut kalesi içerisine kimsede anahtarı bulunmayan,(kimsenin ulaşamayacağı)gözleri kamaştıracak cinsten bir bahçe hazırlar ve imkanı dahilinde köle ticaretinden istifade ederek en güzel(kadın) köleleri satın alır, başlarınada bunların bakımlarından sorumlu biri(harem ağası) bırakır.

sonrasında şehre inip küçük vaadlerle bile kandırabileceği bir genci(erkek) kalesine götürür ve o zamanlar neredeyse hiç bilinmeyen haşhaş bitkisinden yaptığı bir karışımı gencin kanına karıştırır. genci önceden hazırladığı muhteşem bahçeye taşır ve haşhaş dozunu düşürerek sarhoş kıvamına gelmesini sağlar, gencin bir müddet ağaçları, meyveleri, güzel kızları izlemesine müsade eder sonra haşhaşın dozunu tekrar artırarak bayılmasını sağlar ve tekrar kalenin herkesin bildiği bölümüne taşır. genç kendine geldiğinde hassan sabbah'a rüyasında kendisine çok güzel bir bahçede çok güzel kızların, şarapların, meyvelerin sunulduğunu anlatır. hassan sabbah gence "o rüya değildi. ben seni cennete götürdüm ve tekrar getirdim" der. genç öfkeyle hassan'a "neden geri getirdim beni cennette bırakmalıydın ben fakir olmama rağmen hırsızlık etmeyen, dürüst, ana babasını kaybetmiş biriyim. ben cenneti hak ediyordum neden beni orada bırakmadın." diyerek hassan'ı sorgular. hassan gence "eğer sözümden çıkmazsan seni sonsuza dek o cennete bırakabilirim, cennetin anahtarı bende." der ve genci büyülemeyi başarır.

bir genç, iki genç derken kendisine kocaman bir mürid ordusu(tarikat) kurar. bu ve benzeri yöntemlerle (tiyatral bir şekilde) şaşırtarak ve inandırarak liderlerine ölümüne sadık bir terör örgütü inşa etmiş olur. bu örgüt dünyanın ilk terör örgütü olarakta kabul edilir.

hassan sabbah, intikam almak adına giriştiği bu uğraştan netice almak adına nizamülmülk'ü öldürmesi için bir mürid(fedayi) görevlendirir ve nizamülmülk suikast edilir.

hassan sabbah yer yer güven kaybetmeye başladığında yine tiyatral olaylar sergileyerek müridlerinin güvenini tekrar kazanır.

tahtının yanına bir adam sığacak ve kafası dışarıda kalacak kadar çukur kazdırır ve çukura boynu gerçek kanla boyanmış bir mürid yerleştirir. müridi ölüymüş gibi durması ve ölü olduğuna inandırması konusunda tembihler, bunu yapabildiği takdirde sonsuza dek cennete göndereceğini söyler.

bu arada hassan'ın cenneti elde ettiğini duyan gönüllü gençler kafile şeklinde kaleye gelmektedirler hassan kafilelerden biriyle tahtında konuşur ve gelenleri tahtın yanındaki insan kafasıyla etkiler. akabinde kafileyi başka bir odaya ağırlamak üzere gönderir ve çukurdaki mürid'in çıkmasını ve kanı temizlemesini söyler daha sonra müridi yeni gelen kafilenin arasına konuşması için gönderir. kafiledekiler şaşırır. mürid, hassan sabbah'ın cenneti, ölümü ve hayatı elinde tuttuğunu anlatırken hassan müridinin kafasını keser ve cesedi yere düşer. kafile panikle hassan'a "ne yaptın ey hasan gencecik çocuğu neden öldürdün" şeklinde sitem edince. hassan, "o genç zaten ölüydü sizinle konuşması için dirilttim ve konuşması bitince tekrar öldürdüm." der. kafile bu söz üzerine hassan'a hemen secde eder ve yeni müridler olmayı kabul ederler.

selçuklu hükümdarı vezirinin öldürülmesi üzerine alamut kalesine sefer düzenlemek üzere ordusuna hazırlanması emreder. lakin ertesi sabah uyandığında yastığına saplanmış hançerdeki "sana ve saray görevlilerine yakalanmadan bu yastığı hançerleyebildiysem senide hançerleyebilirim." notunu görünce seferi iptal eder. ve hatta hassan hükümdarın korkusundan yararlanarak hükümdara tarikat çıkarına bir takım emirlerde verdirtmiştir.

not: bu yazdıklarım, araştırmalarım esnasında rastladığım rivayetlerin (söylentilerin) derlemesidir. tarihi kanıt niteliği taşımaz.

samimi yorum: nizamülmülk niye hassan'ın dökümanlarını telef ettirir, saraydan kovulmasına neden olursun ki? adam belliki siyaset üzerine bilgi beceri sahibi. bırakta ülkene, hükümdarına hizmet etsin. ya da en azından bu zekayı/beceriyi kötüye kullanmasın.

ayrıca bakınız/araştırınız:

  • Alamut

  • Alamut kalesi

  • Nizamülmülk

  • Assassin

  • The Assassin Legends: Myths of the ısma'ilis, Farhad Daftary

  • Hasan Sabbah Gerçeği/ Eşitlikçi Dervişan Cumhuriyetleri, Faik Bulut

  • ismailliler


ayrıca teşekkürler:




Kendini haber spikeri sanan deli

her akşam işten* eve gelirken haznedarlı/kahramanmaraş semtinde karşılaştığım delidir. sakarya çarşısından haznedarlı meydanına çıkan caddeden, hamamın üst tarafına kadar günün haber başlıklarını ve yüzeysel özetlerini yüksek sesle anons ederek gidiyor. sokakta yaşayan biri gibi de (mesela tinerci) görünmüyor.

"bana bulaşmasa bari" telaşı vermesine karşın gülümsetiyorda. haberlere kendi yorumunu katmayı unutmuyor. zaman zaman m. ali birand'a rakip olacak cinsten yorumlar yapıyor. geçenlerde, şike operasyonu ile ilgili yorumunu dinleyemeden yol ayrımına gelmiştik, gereksiz bir üzüntü bıraktı ardında.




fatih'in istanbul'u fethettiği yaşta üniversite kazanmak

fatih, 21 yaşlarında akıllıca politikalar izleyerek istanbul'u osmanlı(günümüz türk) topraklarına kattı. tabii ki bu zahmetli davayı tek başına çözmedi. güçlü osmanlı kuvvetleri fatih'e canları pahasına güvendiler - inandılar ve fatih'in sözünden çıkmadılar.

nitekim günümüz gençlerinin(bizler) bir istanbul teknik üniversitesi olsun, bir boğaziçi olsun, bir odtü olsun, hep hayallerini süslüyor.

kendi topraklarımızdaki eğitim imkanlarından yararlanabilmek için yıllarımızı harcıyoruz ve yine başaramıyoruz. ne kadar ilginç lan?




zincirleme dil sürçmesi

vay börle biş rey. yani var böyle bir şey. dil sürçmesi genellikle heyecanla-adrenalinle orantılı tutulur lakin yorgunluk ve uykusuzlukta etkili etmenlerdendir.

çoğu zaman farkedersiniz ama farketmemişlikten gelirsiniz ve kendinize tecavüz etme isteği duyarsınız. "ne diyorum lan ben" diye iç geçirirken devam eden zincirlemeye engel olup bir müddet susarsınız.

uykurgunluktandır. uykusuzluk ve yorgunluktan.





şiir'e uzun bir ara



yaklaşık bir yıldır kitap çıkarma hevesindeyim ama olmuyor, yayınevleriyle anlaşamıyorum ya da herkese açık fırsat kapıları bana kapanıveriyor. bende özüm olan internette kitabı yayınlama kararı aldım. fazla uğraştırmayan bir tasarımla safagayret.com/nur adresinde müstakbel "Nur" şiir kitabımda yayınlanmasını tavsiye edeceğim şiirleri listeledim. editörle yayıneviyle uğraşmak istemediğim gibi uzun bir süre şiir'le şair'le de ilgilenmek istemiyorum. zaten sınav ve staj telaşıyla edebiyatı düşünecek vaktim olmuyor. olmasında.




Şimdi ölmüşsündür lan kamil

Ulan kamil bu kış çok ilginç ve erken başladı bence. Arkadaş! bir hafta evvel t-shirtle gezinirken birden bire monta sarılmaya başladık ya. Sonra birgün yalnızdım yine bir şeyler atıştırayım telaşıyla dolabı karıştırırken köfte bulup tavada ısıtıp yemeye koyuldum ki sen geldin kapıma. Eve kabul ettim tabii. Öküzüm falan ama insanlıktan da anlarım biraz, düşündüm de bu soğukta dışarda ne yapar, ne ederdin. Hiç konuşmadın lan kamil. Hiç konuşmayan, ağırbaşlı, dertli bir karekter olarak algıladım seni. Sormadan Kamil adını verdim sana. inegöl'üde yapamamıştı bizimkiler, zaten dünden kalmıştı. Canım istemedi pek, ölmeyecek kadar doyunca bıraktım yemeyi. Sende pek sevmedin biliyorum, aç olduğundan yedin. "Lokmalarımı saymış" diye düşünme ama benden fazla yedin.

Sonra çay/may içtim içim ısınsın diye, sana hiç sormadım içmeyeceğini biliyordum. Yine televizyonda bir şey yoktu. Her kanalın bir köşesinde "Yeni bölüm" yazıyordu. Farketmişsindir dizi izlemem. Sıkıldım ama sana çaktırmamaya çalıştım derdin başından aşkındı lan kamil.

Belli etmesende üzgündün olum, annen olacak o acımasız o kış gününde sokağa terketmişti seni. Bir kaç hafta benle kaldın kamil, günde iki öğün yiyecek sağlıyordum sana. Babam sevmez öyle aileden başkasının eve girip çıkmasını. Bahçede yaşıyordun sessizce. Bir keresinde eve girmeyi başarıp yatağıma gelmiştinde sana sıcacık uyuyabileceğin bir yer hazırlamıştım. Tüğ dökmüşsün lan her yere.

Haftasına daha çok rahatsız olmaya başladı babam, bir sabah uzaklara giderken yanında götürmüş seni. Sende kanıp gitmişsin işte. Beni bulamayacağın bir yerlere bırakıp işine gücüne dönmüş babam. Sorarım annenden farkı ne babamın? yok dimi. yok.

Sahi dişiydin lan sen, niye kamil dedim ki sana? boş bulundum galiba. Ama yapışıp kaldı ağzıma lan kamil.

Annenler niye Mart ayında sevişmişler ki kamil. Şöyle Mayıs ayını falan seçselermiş sıcak yaz mevsiminde gelirmişin dünyaya. Allah'ın takdiri işte karışamıyoruz.

Kahramanmaraş çok soğuk şimdi. Şimdi kuytu bir sokakta barınacak yer arıyorsundur. Bu yıl çok kedi gördüm dışarda, kalmamıştır sana ufak bir yer. Niye durup dururken geldin aklıma? Bu soğukta canımı sıktın kamil. Şimdi ölmüşsündür uzakta.




Favori web sitelerin ilişkilere etkisi

Uzun zamandır bu konuda bir entry yazmayı planlıyorum ama toparlayamadığım için erteliyordum. Bakalım ne kadar toparlayabilmişim.

internet, hayatımızın artık vazgeçilmezi haline geldi. Hatta o kadar hayatımıza girdiki bu cümleyle paragraf başlatmak bile demode oldu. internetin hemen her alana hitap eden bir mecra olması nedeniyle akıl almaz bir genişliğe ulaşması uzun sürmedi. Akabinde insanların sık kullandığı web siteler diğerlerine önder olmaya başladı. Bende web ve programlama alanlarından ekmek yemeyi amaçlayan biri olarak bu olup bitenleri yakından takip etmeye çalışıyorum. Ve gözlemlerimden elde ettiğim çıkarımlarıma dayanarak rahatlıkla  "Bana sık kullandığın web siteleri söyle sana kim olduğunu söyleyeyim." diyebilirim.


Tabii ki aynı web sitelerin farklı amaçlara hizmet edebiliyor olmasıda interneti zenginleştiren bir diğer unsur.

Mesela Facebook platformu olmasa çıkamayacak dergiler biliyorum. Öte yandan Facebook'u "kız düşürmek" için kullananlarda var, Okey oynamak için kullananlarda.

Doğrudur yanlıştır demiyorum ama insanların mecraları hangi amaçlarla kullandığını bilirseniz o insan hakkındaki görüşleriniz değişmeye başlıyor. Neticede söz konusu mecra ile paralel olarak insanlar hakkındaki görüşlerinizde değişiyor.

bu konuda ismail abi'nin "bana çay verdi adamlar, çay veren adam hiç kötü olur mu?" teoremi kadar kararlı değilim ama insanların birincil olarak kullandığı web siteler karekterleri hakkında fikir sahibi olmanızı sağlar.

Mesela mail hizmeti olarak yahoo, gmail gibi sunucuları kullananlara -çok anlamsız bir şekilde- saygı duyarken, hotmail'den "ahmet_12-mehmet@hotmail.com" gibi bir adresle mail gönderen bir adamı ciddiye alamıyorum.

Düzenli ve seviyeli blog yazan herkese hayran kalıyorum ama blogunu yayına sunduğu ad fikrimi değiştirebiliyor. blog.adsoyad.com standardı dışında ayse88-daily.blogspot.com gibi bir ad blog sahibi hakkında önyargılı olmama sebep, daha kötüsü blogspot ya da wordpress yerine blogcu gibi reklam torbası bir hizmette blog tutanlar..

Müzik dinlemek için müziğin adını Google'da aratanlar da bu listeye dahil olacaktır elbet. Grooveshark, Fizy gibi hizmetler varken.

Video/Film arşivi için YouTube, Vimeo gibi hizmetler varken izlesene.com tercih edenler..

Word, Excel dökümanlarını saklamak için docs.google.com gibi bir hizmet varken 4shared ya da rapidshare kullananlar..

Sadece adli/hukukî işlerde kullanılan bir kelimenin(mesela: 'ayni') anlamını merak ettiğinde Türk Dil Kurumunun hazırladığı Büyük Türkçe Sözlük varken Google'da "ayni ne demek" diye aratanlar..

Uzar gider bu liste.

insanların sık kullandığı web sitelere bakarak karekterini analiz edenler varken :D kullanılan web hizmetinin ne kadar saygı değer olduğunu önemsemek gerek.

Yada önemsememek ne bileyim.




izlediğim filmler

Çok uzun zamandır izlediğim filmleri belirtebileceğim bir platform arıyordum, blogumda yazmak/tanıtmak istemiyordum çünkü blogların bu hizmete el verişli bir alt yapısı olmadığına inanıyorum. Öte yandan zaten minimum düzeyde ziyaretçisi olan blogumun takipçi kaybetmesine de neden olabileceğini düşünerek ıMDB kullanıcı listeleriyle bir liste oluşturma kararı aldım.

ıMDB, film/kısa film/video game alanlarında bilgi hizmeti veren benzersiz bir oluşum. Bu oluşuma dün üye oldum. Üye olunca "takdire şayan" adında beğendiğim, tavsiye ettiğim filmleri barındıran sürekli güncelleyeceğim bir liste oluşturdum.

Üstelik ıMDB listelediğim filmler hakkında yorum yapmamada izin veriyor.



Listeyi oluşturalı henüz 24 saati geçmedi ama listemde 40+ film var. Gün geçtikce ve hatırladıkça izlediğim filmleri ekleyip altlarına spoiler içermeyen yorumlar ekleyeceğim. Hem bu liste benim dijital arşivim olmuş olur.




Öyle bir şey

Öyle bir şey yapmalı ve yazmalı ki şimdi, ikna etmeli tüm evreni.
Öyle soğukkanlı olunmalı ki; gökyüzünü utandırmalı
Şu kandırmacalı hayata ders olmalı
Öyle çabuk ölmeli ki sonra; öldünüğünü unutturmalı.
Ve uslu uslu kaybolmalı.


Çok zamandır ne yapmak istediğimi bilmiyorum. Hiçbir şeyle mutlu olamıyorum, mutsuzda. Kimseye selam vermek istemiyorum. Kimseyi görmek istemiyorum.

Aynı zamanda herkesi tanımak, herkesi görmek istiyorum.

"istiyorum" ibaresi barındıran hiçbir cümlem gerçekci değil.

Benimle aynı şeye üzülen bir üstadla saatlerce konuşmak istiyorum. Yada susmak.

ya ölmek istiyorum ya da ölmemek, (ortası)"yaşamak" yok.

"istiyorum"la biten hiçbir cümle bana gerçekci gelmiyor. "Ağlamak istiyorum"dan başka.

Ve artık ne istediğimi biliyorum;

Ağlamak istiyorum, sessiz bile olsa birkaç hıçkırık uyandırabilecekmiş gibi eski beni.

Ne olduğunu, ne olduğumu unutup sadece ağlamak istiyorum.

Her şey karşılıklı şu dünya da. Hiç kimseyi ağlatmadım isteyerek, bir insanüstü ağlatsın istiyorum beni.

Varsın çeyrek saat "adam" olmayayım,

AĞLAMAK iSTiYORUM.




Birileri söylüyor diye yaşamak

Anlatamayacak kadar güçsüzüm.

insanlar yaşamları boyunca -orantılı bir şekilde- kendilerinin ve etrafındakilerin çıkarları doğrultusunda bir şeyler yapıp dururlar. Bu kaide neticesinde iki farklı çıkarım elde ediyorum; birincisi bana çıkar sağlaması gereken etrafım yok. ikincisi ben yokum.

Depresif düşünceler içerisindeyim. Çöküntüler yaşayan bir bunalım evreside diyebiliriz. Son birkaç haftadır kendime intihar eğilimli teşhiside koydum.

Annem olup bitenleri platonik aşka bağlıyor.

Başka da olup bitenleri bir yerlere bağlayan yok. Hani ilk çıkarımda demiştim ya etrafım yok diye. Aslında annemde yok benim.

Babamda,

Ablamda,

...

Şu blog yazımı okuyup telefonla "olup biten"i soracak bir arkadaşımda,

Hiç kimsem yok.

Haftanın üç günü staj yapıyorum. Staj yerinde hayati önem teşkil etmeyen bir çok görev yerine getiriyorum. Bunları kendim istediğim için değil, birileri söylediği için yapıyorum.

Haftanın iki günü okulda bulunuyorum. Okulda hayati önem teşkil etmeyen olabildiğince saçma bir çok şey yapıyorum. Bunları kendim istediğim için değil, birileri söylediği için yapıyorum.

Mesai saatim dolduğunda çalışma masamı toplayıp evdeki çalışma masama ulaşmak üzere yola koyuluyorum, bunu kendim istediğim için değil, birileri söylediği için yapıyorum.

ve hiç kimsem yok.

Çevremde gördüğüm her insana "benim için en son ne yaptın" demek istiyorum. -5 dakikadan fazla düşüneceğinden korkarak- diyemiyorum.

Telefon rehberimdeki herkese ulaşıp "bana en son ne çıkar sağladın" demek istiyorum. diyemiyorum.

üstelik hiç kimsem yok.

Şu an bu yazıyı uzun uzadıya sayfalarca yazacak kadar boş vaktim var, ama "kalk hadi gezelim, açılırsın biraz" diyecek kimsem yok.

Ekim ayının ulusal, milli felaketler dışında benim içinde can sıkıntılarına meydan olduğunu anlatacak hiç kimsem yok.

Dahası; bu kadar bunalımlı bir dönemi yaşımın getirdiğini bilmekte üzüyor beni.

Her şey terkediyor, herkesin üzerine bulaşmış bir toz tanesiyim sanki.

Tahammülsüzlük gözlemlemek dışında hiçbir şey yapmıyorum.

Herkesin hayatına sormadan dalmış bir fazlalığım. -bir gün vakti geldiğinde, ölmek için- başkaları diyor diye yaşıyorum.

Herkesin hayatından -müsaadesiyle- azar azar kopuyorum.




Aklımın benden sakladıkları

Umut,

Yolunu kaybetmiş bir umut. Takılmış aklımın peşine, derine en derine bir yerlere gizbelemiş tozlu bedenini, sonra kaybetmiş rehberini-aklımı- gördüğü tek ışığa doğru ilerlemiş, -ki çıkış karanlık- az gitmiş uz gitmiş gönlüme ulaşmış, sonra bir fırtına sarmış bedenimi; neler yaptırmış neler, Aklım mahcup bir şekilde umudun peşine düşüp yok etmeye çalışmış. izin vermemiş gönlüm, saçma sapan ihtimaller üretmiş. "Ölürsün" demiş aklıma! biçare aklım inanmış buna.

Ölmemek için gizlemiş benden umudu, yerini bile bile.

Kuytuda köşede döküntü bir kale vermiş, aklım bu umuda.

Bilmemiş ki izin vermiş döküntü bir kaleyle saltanatın yıkılmasına!

Tövbe etmiş bir daha benden bir şey saklamamaya, -bir kulaç daha, bir tek kulaç-

MFO - Benim Hala Umudum Var by engineer90




Where is my mind!

Hani insanlar bazen mutludur, bazense mutsuz. O ya da bu sebepten dolayı iki kümeden birindedir. -bir şekilde-

Bu iki durum dışına çıkmak mümkün değil gibidir. seçenek yalnızca iki tanedir; biri ya da diğeri..

Uzun zamandır bu iki durumun dışındayım, ne mutluyum nede mutsuz, ve birkaç haftadır kendimdem korkuyorum.

.. tüm olan bitenden çıkardığım anlam; hayat çok ilginç.

bir an evvel büyüyüp şu ergen tavırlardan, dertlerden soyutlanmak istiyorum. ve asla çocuk sahibi olmamak.. ben -ki kendi psikolojik hallerine katlanamayan- 30 yaşından sonra kesinlikle ergen triplerini olgunca karşılayamam.

Yoav feat. Emily Browning - Where ıs My Mind (Mike Danis Bootleg Mix) by Mateusz Sosnowski




Nereye

+ nasıl bu kadar ümitsiz olabiliyorsun
- ben olmuyorum hayat böyle
+ hiç kazanmadığını düşündüğünden olmasın bu kadar saçmalık
- hiç kaybetmediğini düşünenleride biliyorum
+ birkaç yargıyla şekillenmez ki hayat?
- hayat mı?
+ ?

(...)

- kaybetmek yok bu defa
+ kaybetmemek kazandırmaz ki ama
- en azından kaybettirmez

(...)

+ nereye gidiyorsun
- yalnızlığa
+ peki ya hayat?
- ne hayatı?
+ hayatın ne olacak diyorum
- hiçbir şey olmayacak. o bensiz de yeterince saçma




Sistem size kendisini değiştirecek gücü vermez

Her sistemin belli dozlarda otoritesi vardır. Otorite sistemin ayakta kalması için elzem bir etmendir. Ve sistemlerin belli aralıklarla "ben buradayım" deme şekilleri vardır. Sistemler otoritesinin yanı sıra özgürlük adı altında sınırlı imkanlar sağlar ve bu imkanlarla kendisinin(sistemin) önüne geçebileceğinizi düşündürür. Bu ve benzeri küçük oyunlarla çarktakilerin sisteme itiraz etme ihtimali bile önlenir. Sistem çarktakilerin bilinç altına varoluşlarını sisteme borçlu oldukları fikrini yerleştirir.

 

Bu yargılardan yola çıkarak aşağıdaki sonuçlara varılabilir.

  • Eğitim sistemi kendisini onarıp yenileyecek güçleri eğitimsiz ilan eder.

  • Petrol sektörünün liderleri kendilerinin yerini alacak kaynakları kurutur.

  • Üreticiler kendi mallarını askıya alacak ürünlerin piyasaya çıkmasını engeller.

  • Basın/Yayın kanalları(Gazete, Dergi, TV, Website...) güvenilirliğini zedeleyecek yayınları saman altı eder.

  • Sanatkarlar önceki eserlerini çöpe attıracak kadar üstün eserler üretmezler.

  • Siyasi güçler otoritelerinden ödün vermemek için halkı yüzde yüz refaha kavuşturmazlar.

  • Hiçbir otorite tahtını bir başkasıyla paylaşmak istemeyeceğinden tahtı tek hakedenin kendisi olduğunu çarktakilere empoze eder.


Netice itibarı ile çarkın işleyişine müdahale edecek her güç bizzat çark tarafından imha edilir.




Bir bilgeki ben yapsın beni

insanlar tekdüze bir yaşam seçseydi nasıl olurdu diye düşünüyorumda çayımı yudumlarken, düşüncesi bile saçma geliyor. Biliyorum her durumda, her zaman doğru şeyler düşünmüyorum. Ama şaşırtıyorum! kendimi büyüklü küçüklü krizlerle baş etmek zorunda hissettiğimde ilahi bir güç omzuna dokunuyor ve yapmam gerekenleri sırasıyla yerine getiriyorum. Daha doğrusu getiriyordum.

Getiriyordum çünkü, Yani artık değil.

Düşünüyorumda bir zamanlar yalnız olmayı kendim istiyordum. Yalnızlığı seviyordum. Ergen olmama rağmen ergen triplerine girmeden hayatımın tadını çıkarıyordum. Yalnızdım, önemsizdim ve hatta değersizdim ama bunu umursamıyordum. Hayattan çok az beklentim vardı. Varolan beklentilerimi yerine getirirken pek zorlanmıyordum.

Sonra.

Sonra bir baktım kendime dipteyim, olabileceğim en kötü durumun içerisindeyim etrafımda bir tek arkadaşım bile yok. Bir tek yakın arkadaşım. Sonra bir gün bir kızla karşılaştım -o benimle karşılaşmadı- o gün bugündür işler zaten kötüyken dahada çığrından çıktı.

Aslında başarılıyım. Etrafımdaki bir çok insandan bunu duyuyorum ama kafamda dağlar patlıyor bu gerçeği benden başka farkeden olmuyor.

Neticedeki kötü sonucun altında iletişimsizlik yatıyor. Yukarda bahsettiğim kızın yanında ne krizler doğuyor kafamda ama o ilahi güç omzuma dokunup cesaret takviyesi yapmıyor. "Dinlemek zorundasın beni! Seviyorum işte!" diyemiyorum mesela. Yada "Farkında olmayabilirsin ama hayatımı alt üst ettin!"

Sonra.

Sonra her uyandığımda, içsesim adını sayıklıyor istemsiz.

Sonra.

Sonra her utandığımda, yüzü geliyor aklıma. istiyorum ki uzatsın elini, tüm bilgeliğiyle ben yapsın, geri versin eski beni.

Veyahut alsın eline hançeri, öldürünceye kadar parçalasın bedenimi. Son bulsun; bekleme, ümid etme illeti.


herkes yolda gider benden öte, ben ben olalı bulamadım özümü




iş yerinde blog yazmak

Şu an yaptığım eylem.

Bir çok kez çok farklı yerlerde blog yazdığım oldu lakin iş yerinde hiç denememiştim bu da böyle bir anımdır diyerek ilerde anlatabileceğim bir şey olabilir. Zira iş yerinde(Asır Eğitim Kurumları Genel Müdürlük) neredeyse hiç bir şey yapmıyorum.

Zaten stajyer konumunda bu binada yapabileceğim neredeyse hiçbir şey yok. Şu an Muhasebe bürosundaki başıboş masada sinek avlıyorum, arada sırada dosya arşivliyorum falan.

Aslında görevim bu binada değil, beni Asır Eğitim Kurumlarının bir şubesinde görevlendirecekler lakin bir türlü sıra bu atama işlemine gelmiyor. insanlar çok yoğun, telefonlar neredeyse hiç susmuyor benden başka sıkılacak vakti olan yok. Bu birimin görevininde Muhasebe olmasından dolayı olana bitene pek müdahil olamıyorum.

Bugün olmazsa önümüzdeki pazartesi günü şubem kesinleşecek ve bende daha yoğun bir iş dönemine gireceğim. Dahası web site yapmam isteniyor ki memnuniyetle yaparım.

Staj görevim haftada 3 gün(Pazartesi, Salı, Çarşamba) yarın(Perşembe) ve Cuma günleri okulda ders işliyor olacağım.

2011-2012 eğitim öğretim yılı daha ilginç, daha koşturmacalı ve daha sorumluluklu bir yıl olacak.

Allah hakkımızda hayırlısını versin.




Ona daha çok sarılırdım

Henüz ilkokuldayken veli toplantısı davetinin arkasına iliştirilmiş Dianne LOOMANS'ın "Mümkün olsaydı" adlı yazısı beni çok etkilemişti o yıllarda neden böyle bir yazıdan etkilenmişim bilmiyorum. Az evvel bir arkadaş yazıda geçen bir cümleyi söyleyince yazının tam halini bulmaya karar verdim ve not defterime de çentik atmam gerektiğini düşündüm.
Çocuğumu yeniden yetiştirmem mümkün olsaydı:

Ona işaret parmağımı kaldırıp yasaklar koymak yerine,
parmaklarıyla resim yapmayı öğretirdim.

Hatalarını daha az düzeltir,
onunla daha cok yakınlık kurmaya çalışırdım.

Onu sadece gözlerimle izler,
saat kısıtlamaları koymazdım.

Daha bilgili olmaya çalışır,
daha cok şefkat gösterirdim.

Onunla daha çok yürüyüşlere çıkar,
uçurtmalar uçururdum.

Ona karşı ciddi bir tavır içinde olmak yerine,
onunla oyun oynardım.

Onunla kırlarda koşar,
yıldızları seyrederdim.

Onunla daha az çekişir,
ona daha çok sarılırdım.

Önce benlik saygısı kazanmasını sağlar,
sonra bir ev almaya çalışırdım.

Ona her zaman katı davranmaz,
onu daha çok onaylar ve yüreklendirirdim.

Güç konusunda daha az ders verir,
sevgi konusunda daha çok şey öğretirdim.

Dianne LOOMANS





Düzenli "haklısın" ilişkisi

Sosyokültürel (şu kelimeyide cümle içinde kullandım ya artık ölsemde gam yemem) hayatın getirdiği toplum ilişkisine can veren yazılı olmayan kurallar vardır ki bunların en önemlisi bana göre "haklısın" ilişkisi.

insanlar yenilikçi ve üretgen canlılardır. Gerek zeka gerekse mantık yapıları hep yeni şeyler yapma dürtüsü verir. Ve insan ortaya koyduğu her şey karşılığında geri dönüt(feedback) bekler. Çoğu zaman geri dönütlerin olumlu olması(haklısın) istenir ama uzun süre herhangibir dönüt almamış ise olumsuz dönütler de (hadi lan gibi) üretgen kişiyi motive etmeye yeter.

Günümüz toplumundaki kuşaklar arası iç/dış çatışmalar geri dönüt ilişkisini fazlasıyla zedeliyor. Geri dönüt alamayan Araştırma ve Geliştirme heveslileri ise misyon değiştirerek Araklama ve Geliştirme konusunda büyük ataklar yapmaya başlıyorlar. Netice itibarı ile bir toplum kendince bir şeyler yapmaya çalışan insanlara geri dönüt bırakmaktan kaçınırsa o toplum üretgenliğini kaybeder.




Alışmaya çalışma çalışmaya alış

Saçma sapan bir yaz tatili sürecini geride bırakmış bulunuyorum. Neredeyse hiçbir şey yapmayarak harcadığım 2 aylık süreç bana bir çok şey öğretti. Yani aslında kendisi öğretmedi de benim öğrenmeye meyilim varmış. Bu öğretmensiz eğitim sonucu kendimi geliştirdiğime inanıyorum ve kendimi bir yazılımmışım gibi versiyonel bir çizelgenin sonunda hissediyorum yani son versiyonum safa 1.2 çıktı!

Bu yeni safa eski versiyonlara kıyasla;

  • daha işçimen

  • daha girişken

  • daha az duygusal

  • daha çok (para) kazanan

  • daha az müzik yapmakla ilgili

  • daha çok müzik dinlemekle ilgili

  • daha da boksla ilgisiz

  • daha yenilikçi

  • daha sosyal

  • daha ulaşılabilir

  • daha tv kültüründen kopuk

  • daha yoğun

  • daha işini sevme sevdiğin işi yapcı.

  • daha alışmaya çalışma çalışmaya alışcı.

  • daha her kötü sonucun ardında iletişimsizlik yatarcı.





Deliye her gün bayram muhabbeti

şimdi bunu düşünecek vakti nasıl buldun deme blog. zira bu yaz düşünmekten başka bir şey yapamadım. projelerim yattı, kafamı toplamaya çalıştıkça dibe battım falan da falan.

şimdi "geziyorum ben" diye çıktım evden, sabaha kadar tanıdık tabela görmek istemiyorum.

gidecek hiç bir yerim yok çünkü param yok. ha olmasını istiyor değilim olmasın zaten.

o değilde ben nereye gitsem a.q

aşağı gitsem erkenez, yukarı gitsem pınarbaşı.

ulan bayram girmeseydi araya, projelerime dönmüştüm ben şimdiye. bu bayram bana bayram değildi yani. ya da bayramsa diğer günlerden farkı yok, netice itibariyle bana her gün bayram.

boşluktayım be blog. araftayım sanki.

şimdi şimdi farkediyorum da benim tek dert yoldaşımda senmişsin blog. konuşmasan da dinliyorsun en azından. ya da dinliyor gibi yapıyorsun.

ergenlik (sonu) psikolojisi ise bu durum, ben böyle ergenliğin a.q.

bazende deliriyorum diyorum ama deliler kendilerine deli olup olmadıklarını sormazlar daha önemli işleri vardır.

ailenin en küçüğü olmak zaten zordu iki ablamda evlenip gidince daha zor oldu. iki ihtiyarla(anne-baba) sıkılmaktan başka aktivite yapılamıyor.

dahası bir kedim bile yok.

piiii! bunu bile dedim bak. o kadar düştüm blog.

neyse gideyimde -sözde- tatilime devam edeyim. bana her gün bayram.

ayrıca bir şey merak ediyorum; kim okuyor lan seni?




Tatil yapmayı becerememek

ben ne iş manyağı, ne nesnesel insan olup çıkmışım son birkaç yılda arkadaş! "tatil yapalım işten güçten soyutlayalım kendimizi" dedik demesine de olmuyor, olmadı. iş yaparken bu kadar sıkılmıyor, bu kadar oflayıp puflamıyordum.

üstelik takip ettiğim bloglarla da ilişiğimi kestim ve bu çok canımı yaktı; gündemden uzak kaldım vesaire vesaire.

"tatil"in sözlük anlamı "yalnızlık" artık benim için.

ailevi sebeplerden dolayı şehir dışına çıkamadım, yetkililerin henüz Kahramanmaraş'a denizi getirmemesinden dolayı serinleme hayallerim bile suya düşemedi. çünkü su yok.

işte böyle saçma espriler yaptım tatil boyunca, kimse anlamadı, gülmedi.

karikatür ve karakaleme merak saldım, çizeyim dedim ama elime yüzüme bulaştırdım.

hal böyle olunca kalabalıktaki yalnız adam misalı sıkıldım, sıkıldım, sıkıldım.

"yaz projelerim" hesaba katmadığım birkaç husus yüzünden yattı. avrupa birliği dahilinde "eğitim" anlamında yenilikler yapmaya çalışan bir ekibin web geliştiricisi olmayı kabul ettim ama bu işte pek uzun sürmedi.

bir de şunu farkettim; kuzenlerim ve etrafımdaki akranlarım benim eğlendiğim şeylerle eğlenmiyor. bu durum yalnız olduğum gerçeğini bir kez daha yüzüme çarptı.

ayrıca kendime not: çok güzel bir kızı unutmaya çalışırken bu denli yalnız kalma. unutamıyorsun.

neyse ben gideyim blog. birkaç hafta sonra tekrar ayrılmaz ikili olacağız. kendine iyi davran.




Zorunlu tatildeyim

Şimdi "niye böyle bir başlık açtın" diyeceksin blog. açtım çünkü 1 ay kadar internetle -dolayısıyla işle güçlü- ilgilenemeyeceğim. Neticede internetten -işten güçten- uzak kalmanın sözlük karşılığı tatil. Ve bu tatili ben istemiyorum. daha doğrusu bir ürün bekliyorum bu ürün gelinceye kadar da hiçbir iş yapamayacağım. Dolayısıyla bu ürün gelene dek blog'da twitter'da falan aktif olmayacağım.

Böyle de bozuk cümleler kurarım işte, vaktim dar olunca. Neyse gideyimde -zorunlu-tatili başlatayım. Allah'a emanet ol blog. ve internette geriye kalan her şey.

Haa birkaç şey önermek istiyorum Bloomberg HT tv kanalında yayınlanan Kelime Oyunu ve Stand Up Comedy bide Dragons' Den programlarını takip ediyorum. gelince konuşuruz işte.

ara!1 arasıra, arayı açma olur mu?

bir şiir yazdıydım geçende, yanımda olsa yayınlarım şimdi. neyse kısmet değilmiş.




Biz onu entrylerimizde anlattık

Sıkı bir Eşki Sözlük takipcisiyim hatta bazı bazı güncel haberleri bile Ekşi Sözlük'ten alıyorum. Yazarların düşünsel farklılığı olaylara farklı yorumlar yapmaları, bazen herkesin kötülediğini göklere çıkarıp bazende herkesin övdüğünü yerin dibine sokmaları, aykırı olmaları çekici geliyor. Ekşi Sözlük okuru olunca sosyal hayatta olayları yorumlarken kendinizi Ekşi Sözlük Yazarlarından hissedebiliyorsunuz böyle bkz'lar vermek istiyorsunuz falan .

Yaklaşık 3 yıldır blog yazıyorum, blog yazarkende Sözlük vari tabirler kullandığım sık oluyor. Az önce Ekşi Sözlük'te bir başlığa denk geldim benim Böyleyken böyle blog entrymde geçen hikayeyi işaret eder gibiydi. Bir an "lan sözlükçülerde blogumumu okuyor?" diye sormadım değil. Bir an böyle sevindirik oldum :D

neyse kaçayım ben uğrarım sonra, hadi eyvallah.




Böyleyken böyle

Az önce progillerin yaratıcı kalmanın 29 yolu başlıklı yazısını okuyup gaza geldim bir şeyler yazmak, yazıp kurtulmak istiyorum.

Başlıyorum

Uzun zamandır asosyal bir hayatım var, geçenlerde kuzenlerle bir aile toplantısında bir araya geldik. Bu sayede aslında hepimizin asosyallik zımbırtısından muzdarip olduğunu öğrendik. Sonra bende dedim ki aga arada bir toplanıp muhabbet edelim, gezelim eğlenelim desarj olalım nereye kadar ders, iş, proje! Bizimkiler olur dedi neticesinde buluştuk boş ev ayarlayıp kız atmak yerine boş ev ayarlayıp kazma kazma muhabbet ettik muhabbet esnasında benim uydurduğum bir oyunu oynadık oyun tamamıyla aşağıdaki gibiydi;

Oyunun adı: Bir uyandım!

Şişe çevirmece oyununu bilmeyen yoktur. Format olarak oyunum buna çok benziyor. Ortada yine bir şişe(benzeri şeylerde olabilir) var ve etrafında bir miktar insan. Şişe çevrildiğinde 5 ila 25 sayıları arasında bir sayı veriliyor(mesela: 20) sonra haftanın herhangibir günü (mesela: pazartesi) bu değerleri şişeyle karşı karşıya kalan arkadaş şu şekilde değerlendiriyor.

20 yıl sonra bir pazartesi sabahı; (yaş 18 ise artık 38 yaşındaymış ve pazartesi sabahına uyanmış gibi anlatmaya başlıyor.)

Bir uyandım baba! böyle bembeyaz dizaynı olan bir yatak odasındayım yanımda karım, işe geç kalmışım kalktım duş aldım. Bir kaç lokma bir şey atıştırdım işe doğru yola koyuldum.. (hikaye anlatan kişinin isteğine bağlı olarak her şekle girebilir. ister otobüs şoförü olur arkadaş, isterse mimar, isterse çok detaya iner(merdivenin 2. basamağındayım gibi) ve hikayedeki uyduruk karekterlere rastgele (kızımın adı: nancy gibi) isim verebilir.) böyleyken böyle.

Şimdi anlatınca komik olmuyor tabii ama aynı kafadan insanlarla bir araya gelip oynayınca keyifli oluyor biz epeyce eğlendik.

Şimdileri bir oyun fikri daha kıvılcımlandı onuda anlatıvereyim.

Oyunun adı: Beyleyken beyle!

Konum olarak yine şişe çevirmece oyunundaki gibi oyuncular konum alıyor ve yine bir şişe var. Şişe kimi gösterirse o kişi diğer oyuncuların verdiği meslekleri hikaye içerisinde kullanmak şartıyla hikayesini anlatmaya başlıyor.

Mesela: Diğer oyuncuların verdiği meslekler;

  • Pilot

  • Yazar

  • Muhabir

  • Dişçi

  • Ziraat Mühendisi


Örnek hikaye:

Londra'ya uçuyorum aga, tam böyle lokantaları geçtik pilot anons yapmaya başladı (sayın yolcularımız an itibarıyla sebebini bilmediğimiz bir sebepten ötürü düşüyoruz! bence yardımcı pilot'un hiç bir şey yapmamasından dolayı böyle oldu ama onuda yakmak istemiyorum artık yapacak bir şey yok işte bizi seçtiğiniz için teşekkür ederiz.) sonra bir baktım etrafıma sankim anonsu duyan tek kişi benim. Kimse panik yapmıyor herkes olağan yolcu statüsü içerisinde. Panik yaptığımı görüp yanıma gelen kadın BBC muhabiri olduğunu ve panik yapmamdan dolayı benimle ropörtaj yapmak istediğini söyledi. Tam konuşuyoruz yolcuların içinde bir dişçi çıkageldi. "Panik anında diş çektirmek insanı rahatlatır" bahanesiyle önden iki dişimi aldı. Nitekim ben konuşma kaabiliyetimi yitirmeye başladım ve hep böyle bir senaryo kurgulamak isteyen bir yazar yolcu geldi kucağıma oturdu neyseki kadın. "Mesleğin ne? ne hissediyorsun" gibi sorular soran yazara Ziraat mühendisi olduğumu söyleyince kadın dudağıma yapışıverdi sonra uyandım işte.

Tabii ki hikaye uyku olmak zorunda değil baktım çok saçma bir yere gidiyor uykuya çevirdim ben :D Diğer oyuncular verdiği mesleklerle oyunun zorluğunu ya da kolaylığını belirleyebilir.

Bu oyunlarda oyuncuların anlattıkları hikaye bilinç altlarını temsil etmekte. Yani hikayeye bakarak oyuncunun karekter analizini yapabilirsiniz ;)

Yazdım kurtuldum yahu




Neyi beğeniyorsan osun

Ne izliyorsan, ne dinliyorsan, ne bekliyorsan, ne eleştiriyorsan, ne konuşuyorsan, ne giyiyorsan, ne içiyorsan, ne yiyorsan.... osun.

insanları seçemeyecekleri şeylerle eleştiriyorsan hiçsin, evvet hiçsin. Yoksun yani buharsın.. böyle sanki görünmez adam gibisin, kimsenin değer vermediği, kimsenin farketmediği kimsesin.

insanların ilgi alanları hep farklı. Aynı şeylere ilgi duyan insanlar aynı mekanda aynı zamanda bulunduklarında sohbetten büyük keyif alırlar. Ama çağımızda bu pekte kolay sayılmaz. Aynı şeyleri beğenen insanlarla bir araya gelmek artık internette bile mümkün olmayabiliyor ki bizim istediğimiz sosyal hayatta ortak hususlara ilgi duyduğumuz insanlarla muhabbet edelim, eleştirelim.

Yelpaze fazlasıyla geniş. Gün geçtikçe asosyalist iletişim araçları satış/üretiş bakımından tavan yapıyor. Asosyallikten kastım şu an benim yaptığım şey, teknolojik bir araca bağlı kalarak ortak fikirdeki insanlara sesini duyurabilmek. Yelpaze bu kadar geniş olmasaydı duyuru eylemi daha rahat ve daha elle tutulabilir mekanlarda gerçekleştirilebilirdi. Bunu engelleyen durum; yelpazenin genişlemesiyle insanların birbirine ayırdığı zamanın azalması.

Bir zamanlar birkaç (erkek)arkadaş bir araya gelince mankenlerden/araçlardan konu açıp ortak görüşler çerçevesinde diyalog kurabiliyorduk ama şimdi öyle değil. Kimi arkadaş Doutzen Kroes hastası kimisi Susan Coffey. manken/model ortak konusu kendi içerisinde dallara ayrılmış oluyor nitekim herkesin mankenlerde aradıkları aynı şeyler değil. Öte yandan mankenlerle hiç ilgilenmeyen kazma arkadaşlar varki oraya hiç girmeyeyim.

Meselam müzik, müziktede artık aradıklarımız değişiyor. Benden 1 yaş küçük Cankan hayranı kuzenim(Bekir Vurer) var. Böylede ifşa ederim, ama adam gocunmuyor zaten memnun yani hayatından, Cankan'da ne bulduysa. ilerde "ulan ben niye bu herifi dinlemişim yıllarca" diyecek kendine mutlaka. Umarım pek geç kalmaz netekim müstakbel kayınpeder, Cankan hayranına kız vermeyen biri çıkabilir.

Ben müzikte şu sıralar Fransızları çok beğeniyorum. ingilizceyi tastamam öğrendiğim vakit hedefteki dil Fransızca olacak bu yüzden. Fransız müzikleri beni müthiş etkiliyor. Yeni keşfettiğim(ve geç kaldığım için dövündüğüm) ZAZ ekibi hakkaten takdire şayan. Bu benim görüşüm, ZAZ'ı sevmeyen var mı? elbette var.



Öte yandan isvecli bir ablanın(Lisa Ekdahl) sesine de hayranım.

Heh ne oldum şimdi? artiz safa :D neymiş efenim ben trance ağırlıklı dinliyormuşumda Yerli şarkılara pek kulak vermiyormuşumda muşum. Ben de bundan hoşlanıyorum belki canım kardeşim? Zevk almıyorsam müzik dinlememin anlamı ne?

Ne beğenirsen osun demiştik ya hani, osun işte.

Doğuştan gelmeyen, kendi tercihin olarak gelişen her ne varsa etrafında sen osun. Çünkü o'nu etrafında(hayatında) tutan sensin. O yüzden hayatına girmesine izin verdiğin her şeyden haberdar ol.

blog mu yazıyorsun? insanları mı eleştiriyorsun? hayvan haklarına mı saygılısın? kulaklıkla mı müzik dinliyorsun? otobüs beklemekten nefret mi ediyorsun?

bu soruların hayatına girmesine izin mi veriyorsun?

o s u n .




Yaş 20: yolun başı

Son birkaç aydır kafamdaki soru işareti sayısı bölünerek üreyip kafamı taşıyamayacağım kadar ağırlaştırmış durumda. Her soru işaretinin altında gelecek, kariyer kaygısı yatıyor.

Türkiye'deki işsizlik problemi beni de vuracakmış gibi bir his var içimde, şöyle ufak çaplı karekter özetimi çıkardım tablo pek de iç burkucu sayılmaz. Yine de kaygılanmamak mümkün değil.

Ufak yaştan müziğe olan ilgimi bilgiye çevirebildim bir tutam piyanistlik kanı taşıyorum, Karikatür çizimi hususunda da bir yerlere varabilirim belki. Öte yandan yazarlık/şairlik kabiliyetimin olduğunu da pek çok büyüğümden duydum. Bunlar benim için alternatif kariyer olanakları asıl kendimi geliştirdiğim alan teknoloji, yine teknolojiye de ufak yaştan beri ilgi duyuyorum bu ilgiyi bilgisayarlar sayesinde bir miktar bilgiye dönüştürdüm. Asıl hedefim programlama (coder) programlama alanında bir tutam C# ve Asp.NET bilgim var bu bilgiyi vakit buldukça yenileriyle harmanlıyorum önümüzdeki yıllarda daha çok programlama dili öğreneceğime ve programlama alanından tabiri caizse ekmek yiyeceğime inanıyorum. Ayrıca programlama dışında arayüz kullanımı hususunda da kendimi çok hızlı geliştirdim ve geliştirmeye devam ediyorum. Kullanmam gereken programlara(arayüzlere) adapte olmam pek vakit almıyor bu konuda bir çok saygı değer insandan tasdik aldım. Öte yandan karekterli bir insan olduğum, iş ahlakına özen gösterdiğim ve güvenilir olduğum etrafımdaki insanlar tarafından söylendikçe kendime olan güvenim artıyor.

Kahramanmaraş şu an için pek pahalı olmayan bir şehir. Ayda 1.250tl geliri olan 3 - 4 kişilik bir aile orta seviye hayatın üstüne çıkabiliyor. Büyük şehirlerdeki(İstanbul, İzmir, Ankara vb..) 7.000tl'nın karşılığı Kahramanmaraş'ta 4.000tl yani 4.000tl sabit aylık gelirine sahip 4 kişilik bir aile gayet refah bir hayat sürebilir.

Bu küçük analizden yola çıkarak Lise bittiğinde aylık getirisi 850 ila 1.000tl olan bir iş(programlama, grafik & reklam tasarım, web tasarım+moderatörlük gibi) yerinde çalışarak yalnızlığa devam eden bir hayat kurmayı planlıyorum. Bu planı hayata geçirdiğimde 20 yaşında olacağım, bu yaşın yeni bir hayata atılmak için ideal olduğunu düşünüyorum. Yeni bir hayattan kastım ayrı ev ve daha düzenli üniversiteye hazırlık. Kahramanmaraş'ta ayrı eve çıkmak büyük şehirlere kıyasla daha az masraflı çünkü 4 kişilik bir aile için en kral kiralık evlerin aylık ödemesi 500 ila 600tl. Ben tek başıma yaşayacağım ve şehrin içerisinde 300tl'lik çok da lüks olmayan bir eve çıkmam geleceğimi/kariyerimi iyi yönde etkiler diye düşünüyorum.

Her ne kadar yaş itibarıyla ergen sınıfına dahil olsam da depresyonlara, kaprislere boğulmuyorum. Gelecek pekte karanlık değil benim için. Her ne yaşamam gerekecekse yaşayacağım.

Ayrı eve çıkacağım çünkü sorumluluk almak istiyorum kendi evimin faturalarıyla, temizliğiyle, düzeniyle ilgilenirken iş hayatını ve sosyal hayatı tam ortasından öğrenerek üniversiteye hazırlanmak bana daha yararlı olacaktır. En azından şu an böyle düşünüyorum.

Anneme 20li yaşlarımda ayrı eve çıkacağımı söylediğimde saçmaladığımı söyledi. Annem cephesinden bakınca gerçekten düşüncem saçma çünkü zaten evde tek çocuk benim ev yeterince büyük, iki ihtiyar (Annem Babam) benim üniversite kazanmama engel teşkil etmez. Ama ben bu yaşıma kadar hayatı toz pembe yaşadım hep bahsedilen hayatın zorluklarını tam ortasında yaşamak ve baş etmek istiyorum. Bu gücü 20 yaşında hâla kendimde görmeye devam edersem o ya da bu şekilde şu anki kariyer planımı başlatacağım.

İlk yılda(lise son) üniversite kazanmam oldukça zor çünkü lise son sınıfta staj göreceğim stajın yanı sıra haftada 2 gün okul maratonum var meslek lisesinde okumak özellikle bu eğitim sistemi içerisinde hiç de kolay değil. Lise sondaki temel hedefim sınıfı geçip diplomayı almak olacak. O yüzden ilk yıl kafadan üniversiteyi kazanamamış olacağım. Yaş 21 olacak, emekleme dönemi.

Yürüdüğüm yoldaki üniversite ışığını kaybedene kadar kararlı bir şekilde ilerlemeye devam ederim ama olmayacak bir hedefin peşinde koşmanın ne kadar anlamsız olduğunu biliyorum. Baktım üniversite kazanamıyorum pes eder, kendimi özel sektörde ıspatlamaya çalışırım.

20. yaş benim için belki dönüm noktası olacak ama belki de 18'li yaşların yanlış psikolojisiyle bu kadar net bir rota çiziyorum. Bunu öğrenmem için lisenin bitmesi ve benim kendimi boşlukta hissederken sorgulamam şart.




Tez > Antitez > Sentez

Kıt deneyim ve gözlemlerime dayanarak rahatlıkla söyleyebilirim ki tez, antitezden antitez ise sentezden baskın çıkıyor. Yani ortaya atılan ilk fikir hep en üstte kalıyor. Diğer fikirlerin karışımıyla oluşan ortak fikir ise fikri atanlar tarafınca bile sahiplenmiyor.

Bu tekdüzeliğe yenilmektir işte. Yeni görüşler üretmemenin marifet olduğunu sanmaktır. Ama olur mu böyle hasan? herkesin kendince fikirleri olmalı herkes kendi fikrini ifade etmeli, birileri maviye yeşil diyor diye dışlanmamalı. Onun yeşilin mavi olduğu savunması artık yeşilin mavi kabul edileceği anlamına gelmez. Farklı görüşe sahip olana "siktir lan" dersek var olanı tekrar etmekten başka ne yapabiliriz ki?

Ne demiş Walter Lippmann abimiz:
"Herkes aynı şeyi düşünüyorsa, hiç kimse pek bir şey düşünmüyor demektir."




Başlamayan her aşk sonsuzdur

Bir büyüğüm der ki; "aşk acısı bir sonrakini buluncaya kadardır." Ya bir sonraki olmayacaksa? işte o zaman baltayı taşa vurduğunun resmidir. Sonsuza dek bir acı oturacak bedeninin sol yarısında. Pek ağır bir yüktür o herkes bilmez.

Peki sonsuz aşk hangi durumda mümkündür? diye sordum kendi kendime. Tek mantıklı cevabım bu oldu; "başlamayan aşk sonsuzdur." Kimileri platonik der, isim farketmez o ya da bu şekilde iki tarafında râzı olarak başlattığı aşkların dışında kalan her aşk sonsuzdur.

Peki başlamayan bir şey nasıl sonsuz olabiliyor? diye sordum kendime, yanıtım şu oldu; "aşk istisnadır ve aşkı ayakta tutan hayranlıktır. aşktan evvel içten içe hayranlık başlar, bu hayranlık karşı tarafın pekte hoşuna gitmeyecek şeyler yapmanıza sebep olur ve neticesindeki teklif o'na cazip gelmeyecektir o büyük hayranlık düğüm olur kalır boğazınızda. bu acı sonsuzdur. o atmosferi, o ambiansı yakaladığınız her zaman iri bedeninizin sol yanı cansızdır, cansız olmak isteyecektir o acıyla." Kimileri hâla bu yüce şeye platonik der. ismin ne önemi var? mühim olan bu acının sonsuzluğu. Acı, unutulacak bir şey değildir, beyin erteler durur. Aşk, acınında sonsuzluğunda üstündedir, tek taraflı olan her şeydir. Haricindekilerse tiyatro.




kendi Erol Egemen'ini yarat

(!) Yazı konusu itibariyle ağır küfürler içerebilir, içermeyedebilir bakış açınıza bağlı.

Bildiğiniz gibi Kaybedenler kulübü bir zamanların aykırı radyo programı. Sisteme, gidişata yalnızlığa aykırı iki arkadaş oldukça samimi bu radyo programıyla dilden dile dolanır dururlar. Ben o zamanlarda yoktum, varsam da küçüktüm öyle radyo falan dinlemezdim dinleseydimde anlamazdım. Dün filmini izleyeyim dedim ve öyle de yaptım. Filmden ne kadar kral bir radyo programını, ne kadar kral bir dönemi kaçırdığımı farkettim. Hep derim zaten ben bu dünyaya geç gelmişim.

Filmde bu iki arkadaşı kalabalıktaki yalnızlığa mahkum iki çocuğu izler gibi izliyorsunuz. kendi kendinize gözlemler yapıyorsunuz ya da yapmaya çalışıyorsunuz falan.

Bu iki arkadaşın negatiflikten arınmak için her kızdıkları durumda küfrettikleri Erol Egemen diye bir adam var. Bu adamın hayali biri olduğunu düşünüyordum ama öyle değilmiş. Erol Egemen, 6:45 yayınevinin kitap kapaklarını tasarlayan bir grafikermiş.

ama Erol Egemen negatif enerjilerimizden kurtulmak(ben bunu yazacak adammıydım!) için küfrettiğimiz hayali bir adam olsa ne güzel olmaz mı? Zaten filmden anlaşıldığı üzere, bir dinleyicinin radyoyu "çemkirmek" için aradığını sezdiklerinde "aha erol egemen" tepkisi veriyorlar.

Şimdi buradan erol egemen'e ağzıma geleni söylesem ayıp olur. Çünkü hayali bir karekter olmadığını, işinde gücünde biri olduğunu artık biliyoruz. Bu yüzden herkes kendi erol egemen'ini yaratmalı. Cuk oturan bir ad soyad kombinasyonu yapamalı ve her canı sıkıldığında bu hayali karekterin kulağını çınlatmalı.

Ben buldum mesela! Justin SELOĞLU

Modern olmak lazım :)

Kim lan bu Justin SELOĞLU

yavşak Justin SELOĞLU!

piç Justin SELOĞLU :D

amına koduğumun oğlu :D

tamam dozu kaçırmayalım :D




Akla gelen akılsızca şeyler

Aklın neden varolduğunu sorgulamaya sebep olan şeyler bunlar. Ulan bunu düşünmeye vaktim var mı ki diye düşünürken dakikalarca vakti çöpe attığını farketmemektir.

Aslında bir bakıma delirmektir. beyle sankim, divane gibin, mal gibin bişey olmaktır. Ya da böyle hissetmektir.

Gramer kaabiliyetini eksi zirvelere indirmektir. Eksi zirve ne lan? ayrıca gramer'ide "gramel" diye telaffuz etmeye sebep olur bu akılsızca şeyler.

Sadece yapmak için yaptığın onlarca şey farkettirir bu akılsızca şeyler. ne büyük tezat değil mi? akıl dediğimizde doğru dürüst şeyler canlanır gözümüzde ama doğru, dürüst olmayan şeyleri yaptıranda akıldır. ya da akıl mıdır?

Bak böyle tespitler yumurtlatmaya da gebedir bu akılsızca şeyler.

Akılsızca şeyler, bir pazar günü yapacak daha iyi bir şey bulamama akabinde blogda herhangibir başlık açıp aklı klavyeye teslim etmek ve ardından gelen tepkileri umursamaya meyilli eder insana.

Yav şu küçük, minik ömrüme bakıyorumda ne dertler kederler yaşamışım be arkadaş. Hani şu Scott Pilgrim vs. The World filminde pilgrim ölüyorda önceden kazandığı 1 level up'la tekrar hayata dönüyor ya.

işte öyle bir hayat olsa de mi. beyle sankim hayal gibin hayat.

iyi ki yaptığımız bir çok hatayı farketmiyoruz. Aksi halde kafamızı kemirir durur bu hatalar. Hayat maalesef bilgisayar oyunu gibi değil. Yeniden canlanıp yaptığımız hataları düzeltemeyiz.

Belki de hata yapmamak için, can sıkıntısını geniş şehir düzlüğü manzarasına bir kahve yudumuyla odaklanıp, blog yazarak gidermeye çalışmakta bir hatadır.

ve yazılanları kimsenin okumayacağını, okumadığını bilmek.

Ben böyle bir adam değildim arkadaş! vallaha değildim ya.

bir umut yaşatır insanı, bir umutta öldürür vakti gelince.

Başaramayacağım bir çok hedef var önümde, başarılmayı bile haketmeyen hedefler. Tüm anlamsız hedefler garantisi olmayan anlamlı bir gelecek için.

Bir sevgili mesela, akla gelen en akılsızca şeylerdendir şu vakit, şu vakit "toparlan çık evden git kapısında sabahla" fikrini veren her ne varsa etrafımda akılsızlığa özendiriyor adamı.

Akılsızca şeyler işte, can sıkıntımın zırvaları.

ben böyle bir adam değildim. olacak şey de değildi zaten aşık olmam, işte bu yüzden hayranım belki de bu kıza. Bu kız her ne yaptıysa bana, ölsem yapmam dediğim şeyler yaptım. yaptıkça hayranlığım arttı, dedim bana bunları yaptıran kızla hiç yoktan 10 dakika konuşmayı hakederim. Ya ben yanlış başladım konuşmaya ya da konuşulacak adam değilim. "beni bir daha rahatsız etme" dedi. "peki" diyebildim sadece.

ben böyle bir adam değildim.




Yazı dizisi: Yenilenmek lazım

Öylesine bir şeyler yazayım diye "Yenilenmek lazım" adlı yazıyı yazmıştım, sonra buna bir devam uydurabileceğimi düşünerek "Yenilenmek lazım Suat!"ı yazdım bu yazıyla birlikte artık bir yazı dizisi başlattığımı farkettim ve "Yenilenmek lazım 3"ü yazdım.

Şimdi okuduğumda derin psikolojik imgeler ve unsurlara rastlıyorum bunu neyin kafasıyla yazmışım hakkaten hayret ediyorum. Şu an bu yazı dizisi tıkanmış gibi görünüyor, en azından şimdilik benim bir devam senaryom hazır değil. Büyük ihtimalle bu yazı dizisi bu şekilde kalacak. Ama diziyi blogumdan kaldırmayacağım -ki niye kaldırayım ki?- Olur da diziye devam kurgulayabilirsem yeni bölümlerini yine blogumda yayınlarım.

Lakin tıkanmış bir kurgu gibi önümdeki,

Kurgunun şu anki durumunu izah edeyim, yeni bölüm fikri olanlar olursa yorum olarak ekleyebilirler.

Başrolümüz -henüz ismi yok- henüz açıklanmayan bir kaza sonucu karısını bile hatırlayamayacak kadar ağır hafıza kayıpları yaşıyor. iyi bir karakter olan başrolümüz, doktor tavsiyeleri üzerine arkadaşlarınca bir reklam firmasında çalışmaya başlıyor. iş ortamında ona hastalıklıymış gibi ayrıcalıklar tanınmıyor.

Başrolümüz ortama adapte olduktan sonra gayet sağlıklı davranışlar sergiliyor adapte olabilmesi için içinde bulunduğu durumun hatırlatılması yeterli.

Başrolümüzün patronu; Suat iyi karakterli bir insan. Başrolümüze yeterli düzeyde tolerans tanıyıp yer yer başrolümüze arkadaşmış gibi davranıyor.

Başrolümüzün karısı; Başrolümüzle 2 yıllık sevgililik sonucu itibariyle evlenmiş ve başrolümüz talihsiz kaza sonucunda -hiçbir şey hatırlamadığını bilmesine rağmen- terkedip gitmiyor. Başrolümüzle doktor kontrolü altında yaşamına devam ediyor.

Ekstra bilgi


Başrolümüz deniz kokusuna hayran ve gizemli bir martıyla çok ileri bölümlerde açıklanabilecek bol sürprizli bir ilişkisi var(bu kısmıda tam olarak kurgulanmadı)

Dizi karakter(başrol) gözünden dile getiriliyor. Olaylar okuyucuya yapıyorum, yaptım şeklinde cereyan ediliyor.




diziden bağımsız not: Böylede kurgusal yeteneklerim varmış demek :D olası senaristlik tekliflerine açığım :D




Leyla ile Mecnun


Leyla ile Mecnun TRT1'de yayınlanan komedi seri. Dizi demiyorum çünkü böyle muhteşem bir yapımı yerli dizi adı altında tanımlamak hakkaten hakaret olur.

Çok derli toplu bir yazı olmayacak ama kendimce Leyla ile Mecnun yapımı hakkında birkaç bir şey yazacağım, bu yazı bol spoiller içerebilir uyarmadı demeyin.

Dizide alkol, sigara gibi bağımlılık yaratan bir şeye henüz rastlamadım. Senarist bu gibi maddelerin yerini meyvelerle ve sakızla dolduruyor.

Karekterler şarap yerine üzüm, viski yerine can eriği tüketerek kafayı buluyor. Bu detay bana da meyve sebzeler arasında alternatif alkol etkisi aratmaya başladı. Limon+ekşi erik+tuz karışımı denemeye değer.

Bu aykırı dizinin karekterleri çok renkli.(Çok mu renkli piii bunu ben mi söyledim?) Son zamanlarda karekterler arasında ismail abi öne çıkıyormuş gibi, ama o öyle değil. Dizinin tüm karekterleri kahkahalara boğulmamıza sebep. Benim favorim Erdal bakkal.

Özellikle Lunaparktaki "honki ponki torino" sözüne gülerken koltuktan düşüyordum. Öte yandan hemen her erkek izleyici gibi Mecnun'da bir parça kendimi buluyorum. Leyla'yı ikna edebilmek için yaptıkları, etraftan gelen tavsiyeleri değerlendirme biçemi falan hemen hemen ben.

Lunapark bölümündeki "ben ineem ya" repliğide kafama yer etti.

Lunapark bölümünden bu kadar söz ettik, sosyal medyaya damgasını vuran ismail abinin terkedilme sahnesi, senaristi bir kez daha haddim olmayarak takdir etmeme sebep oldu. Gül gül öldürten bir karekterle seyircinin içini sızlatmayı başarmak kolay iş değildir herhalde.

ismail abi'nin "bu acı geçiyo mu?" derken ki hali çok doğaldı. ismail abi terkedilince biz de terkedilmiş sayıldık.

Ayrıca Renkler herkes içindir kampanyasına selam ederek bir kez daha "helal olsun" dememe sebep olmuştur bu yapım.

Daha yazacak çok şey var ama hepsini yazacak kadar vaktim yok. Her bölüm için sayfalarca yazı hazırlayabileceğim kadar çok argüman saklı bu yapımda.

Bu yapım kesinlikle yerli diziler gibi değil.

Ben Avrupa Yakası bittiğinden beri TV karşısına geçmiyordum.

Hem bu yapım gündelik konuşma dağırcığıma bir çok söz kattı.

"Huoop!"

"Nasııııl?"

"Olaylar olaylar"

"Ben öyle bir insan mıyım?"

gibi.

Burak AKSAK'a ve tüm kadroya/ekibe tekrar tekrar helal olsun. Bu yapım hiç bozulmasın.




Alternatif ürün: Anlayışlı TV

Anlayışlı televizyonun özelliği monitöründe bulunan sensörler tarafınca izleyicinin reaksiyonlarını analiz edecek ve kullanıcı 5 dakika boyunca gülmeyince kanal değiştirmeye(zapping) başlayacak.

Varsayılan olarak 5 dakika boyunca gülmeme halinde zapping yapan bu ürün kullanıcıya bir çok optimize seçeneği sunacak. 1 dakika boyunca gülmeme halinde zapping gibi.

Tabii ki ürün sadece gülme reaksiyonlarını endekslemeyecek, isteğe bağlı bir şekilde ağlama, somurtma, kafa kaşıma, burun karıştırma, kaş alma, traş olma, banyo yapma gibi durumlarda da zapping yapabilecek.

Ayrıca analiz yapan sensör ve kamera varsayılan olarak görüntü kaydetmemeye ayarlı. isteğe bağlı olarak bu seçenekte değiştirilebilir.




Alternatif ürün fikirlerim

Şimdi düşündümde "ulan keşke şöyle bir icat yapsalar" dediğim bir yığın şey var. Bunlara blogumda yer vermek istedim lakin hepsini derlemem vakit alacak üstelik yazı okunmayacak kadar geniş olacak. Bu yüzden bu fikirlerimi aklıma geldikçe Alternatif ürün kategorisinde yayınlama kararı aldım.

ilk ürün fikrim olan Anlayışlı TV ürününü hakkında şu linkten bilgi alabilirsiniz.

Hadi hayırlı olsun.




Karnem

2010 - 2011 eğitim öğretim yılının 2. dönemi de bitmek üzere. Yani artık lise son öğrencisi sayılabilirim. Lise son staj zamazingosuyla biteceğini için zaman hızlı akıyormuş, nasıl mezun olduğunu bilmiyormuşsun yani bize böyle söyleniyor. Staj hususunda beklentilerim stajın rahat olması, bu yıl Kahramanmaraş'ta stajerlere iş bulmak çok zor olacakmış 22 Haziran'da yapılacak toplantıyla iş yerimiz kesinleşecek , inşallah çaycılık falan denk gelmez :D

ilk dönem


Bu yılın ilk dönemi gayet akıllı, uslu bir eğitim öğretim dönemiydi. Eşek gibi derslerime çalışarak insan gibi bitirdim.


ikinci dönem


ikinci dönem pek eğitsel öğretsel geçmedi. Özellikle ikinci dönemin son zamanlarında bir kız aklımı çeldi gerçi o pek bir şey yapmadı hatta caydırıcı şeyler yaptı ama güçlükle aklımı tekrar alabildim rutin hayatımı saçma sapan çocuksu oyunlar bozmaya başladı. Olayların böyle gitmemesi gerektiğini anladığımda yoğun bir dengeleme çabasına girdim bu çaba sınav notlarımı pek artırmadı. Ama halimi anladığını düşündüğüm hocalarım sözlü notlarımı hakettiğimin altında vermedi ve bu dönemde öyle ya da böyle bitmiş oldu.



böyle boktan bir eğitim - öğretim sisteminde yapabildiğimin en iyisi bu.




Yazdın da okumadık mı?

Blog yazmak belki de bir ihtiyaçtır. insanlar tecrübelerini, sevdikleri şeyleri, sevmedikleri şeyleri, fikirlerini paylaşmak isterler. Günümüzde bunları fiili bir şekilde yapmak gerçekten zor herkesin yalnızlaşmaya başladığı çağlarda yaşıyoruz. Bazılarımız birine sarılma ihtiyacını blog yazarak gidermek istiyoruz ama gölgede kalıyoruz çünkü bileğinin hakkıyla içerik sağlayıp birey olarak fikirlerini yazıya döken blog yazarı sayısı oldukça az. Kopi-Paste bir blog ahlâkı aldı başını gidiyor.

Bu gidişatın en büyük götürüsü; hakkaten fikirlerini paylaşan blog yazarlarınında kopici pasteci sanılıp takip edilmemesi ve neticesinde blog yazmaktan vazgeçmesi.

Kopici pasteci olmayan blog yazarları yazmaya "ulan ilerde kendim okurum" düşüncesiyle başlarlar. Ama içten içe birilerinin, hiç değilse eşimin dostumun bu yazıları okuması gerek düşüncesi güderler.

Az çok her hakiki blog yazarının okuyucu kitlesi vardır. Bu kitle genellikle okuyup kapatan kitledir. Bloglara kitap muamelesi yapandır. Halbuki blog yazarları, okuyucuların okunduktan sonra iyi ya da kötü bir şekilde yorumlamasını ister.

Okuyucu bunu yapmaz. Çünkü okuyucu okuduğu metnin hakkaten o blog yazarına ait olup olmadığını bilmez, teyit etmeyede çalışmaz. Okur gider.

Okuyucuyu bu hale getirenler ise kesinlikle kopici pasteci blog yazarları.

Belki de belli bir konsept içerisinde hemen her yerden bulduğu içeriği kendi blogunda yayınlayan kopici pasteci yazarımsılar interneti ve sosyal medyayı bilgi çöplüğü haline getirdiler ve devam ediyorlar.

Nitekim blogunun takip edilmemesinden gocunan kopici pasteciler hakkaten blog yazanların ya da derleyerek blog dolduranların potansiyel takipçi kitlesinide katletmekte.

Bu gidişata dur diyen biri çıksın demiyorum, öylesine yazdım bunu. ilerde kendim okurum.




Bu kıza kadar



kafamdan başka yüküm yok, yoktuu
bu kıza kadar. bu kıza kadar.

ben böyle bir adam mıydım?




Öylesine seçim

Evet öylesine, çünkü benim kullandığım oy ile benim istediğim bir şey olmayacak. olmuyor.

Benim istediğim; öğrencinin daha düzgün eğitim görmesi, eğitim görürken meslek hayatına hazırlanması. Benim istediğim teknoloji üzerine meslek hedefleyen bir öğrenciye bitkileri yeşil kılan molekülleri ezberletmeyen bir eğitim sistemi.

Ama olmaz. Olmayacak. Eğitim öğretimden sorumlu MEB öğrenci sıkıntılarından ziyade öğretmen atamaları, bina yapımları gibi hususlarla ilgileniyor. Öğrencilerin nasıl bir eğitim öğretim içeriği gördüğünden haberi yok.

iktidara gelen partinin a ya da b olması bir şey değiştirmeyecek. Bu eğitim sistemi, ayakları altından kurtulup gemini eline alan biri tarafından düzenlenmedikçe adam olmaz.

Böyle de devrik konuşurum sinirlenirsem.

Nitekim yeni seçimlere, bana yarar sağlamadıkları için önem vermiyorum. Kim iktidar olursa olsun.

Önce eğitim.

Eğitim şart.




Kasayı yan yatır düzelir

Bu tedavi yöntemi sanırım inci sözlük'te bir yazar tarafından ortaya atıldı. Daha sonra çeşitli karikatürler çizildi espriler yapıldı. Hatta "Sanırım eşim beni aldatıyor" gibi sorunlara bile bu yöntem önerildi, güldük eğlendik.

Lakin ben bugün bu tedavi yönteminin gerçekten işe yaradığı bir durum buldum. Belki de bu yöntemi keşfeden arkadaşın başına da aynı şey gelmiştir.

Şimdi benim işlemcimde soğutma sistemi problemi baş gösterdi. işlemci fanı gereken ısı sabitliğini koruyamıyor. Fanların çalışma prensibine bakınca yatay bir şekilde işlemciye daha net humping yapacağını düşünerek kasayı yan yatırdım, normalde %26+ CPU kullanımında kendini resetleyen sistem şimdi %35'e kadar çıkabiliyor.

Varol inci sözlük :D

sonradan gelen not: Siz siz olun kış aylarında yeni sistem kurarken Soğutma sistemini iyi analiz edin. Benim gibi yok yere zaman kayıpları yaşamayın.




Kendime not; Başarılı ol!

içinde bulunduğun durumu her zaman bir başkasının perspektifinden izleyebil. "Ne yapıyorum lan ben" diye sorgulaman seni deli değil yenilikçi yapar.

Karekterli ol! her şeye "tü kaka" deme ama seçici olmasını da bil. insan gibi yaşa diğer insanlara her zaman muhtaç olduğunu unutma , unutturma kendine.

Bir hayalinin yerine gelmediğinde o hayalden caymasını bil. Olmayacak işi üstelemek pes etmekten daha zararlıdır.

Kesinlikle sabit gelirinle sabit giderlerini karşılayabileceğin bir kadınla tanışana dek aşık olma.

iş ahlakın olsun, esnek prensipler çemberinde sabit gelir dışında iş(takım) arkadaşlığı, iş veren memnuniyeti gibi hususlarda akıllıca politikalar izle. "Bu işi ben mi yapacam yea" deyip işten kaçma.

iş hususunda branşlaş ama branş dışı işleri elinin tersiyle itme, şeyine mi yapışacak yapıver.

Etrafını yeterince eleştir, yeterince çıtasının üstüne çıkma zira yapıcı olmayan her eleştiride potansiyel düşman kazanırsın. Düşmandan korkma ama düşmana vakit ayırıp olağan yaşamından ödün vermekten kork, kaçın.

Mesai saatleri içerisinde resmi bir üslubun olsun ama abartma ortama ayak uydurmasını bil.

Eğer insan gibi bir gelecek istiyorsan sosyal fobik tavırlardan kaçın. Girişken ol neyseki şimdilik en büyük eksiğin bu. Küçük ya da büyük yeni eksikler, kusurlar edinmekten kaçın.

Yaptığın işleri noktası noktasına olmasa da özneleri belirtecek kadar blog tut. Blogun erişime açık ise, yaptığın yayınlara hemen herkesin erişebileceğini unutma ona göre yaz.

Alternatif fikir ve plan yapma hususunda kendini geliştir. Hiçbir şey planlandığı gibi gitmez, planın sarpa sarmaya başladığında kafanı ellerinin arasına alıp kendine küfretme! ikincil, üçüncül planları devreye sok. Hiç olmadı işi ertele.

Gerektiğinde işini ertelemesini bil, dar vakitlere geniş işler/projeler sıkıştırıp yarım yuvarlak işler yapma. Özel hayatına tecavüz etme.

Her şey etrafındakilerin ne düşündüğü değildir ama etrafındakilerin "adam" sözüne yüklediği anlamlara kulak ver. Toplumun anladığı adamlıktan uzaklaşma. Adam ol!

iş ve özel hayatta ast üst ilişkilerine hakim ol. Kimlere boyun eğip kimlere arz ve taleplerde bulunabileceğini iyi gözlemle. Üstlerin ricalarını uygun üslupla karşıla. Tüm iş arkadaşlarınla iletişimin olumlu olsun.

iş hayatında özel hayata kıyasla daha cesur ol. (Özel sektör düşündüğün için)Özel sektörün ayrıcalıklarından faydalanmasını bil. Yer yer büyük kozlar oyna, fakat standart yaşamından ödün vermemek için hep bir kenara sabit gelir garantile.

işini sevmeye çalışma, sevdiğin işi yap!

iş verenlerin ve olası proje talepleri için her zaman sana ulaşabilecekleri bir kapı arala. Günümüzde GSM ve E-posta bu hususda en doğru kapı seçenekleri ama zamanın ne getireceğini bilemezsin.

Zamana ayak uydur.

Ailene gereken vakti ayır. işsiz olmamak için eşsiz olmana lüzum yok.

Gelir gider hesaplarını iyi yap. Kredi kampanyaları arayışına girme. Krediyle borç ödeyemezsin en iyi ihtimalle ertelersin.

Başarının ne olduğunu her fırsatta sorgula. Boş şeyler uğruna gayret sarfetme.

Başarılı ol!




Hiçbir konuya adapte olamama

Şu sıralar geçirdiğim hastalık. Hastalık diyorum çünkü ciddi bir durum gibi gibi.

Haftalardır projeler sınavlar derken zaten çok fazla efor yaktım. Birde yok yere kız meselelerine bulaştım, heh konusu açılmışken anlatayım şu olayın iç yüzünü.

Şimdi ben aşık oldum tamam mı, sonra çok koştum peşinde.. bir yığın çocukca ve anlamsız şeyler yaptım. Neticede başarısız oldum. Lakin ulaşmak istediğim hedefi bilmediğim için aslında pekte "başarısız" diyemem kendime . Hakkaten ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Kızı takip etmeler, konuşmak için can atmalar falan. Yıllardır arkadaşları "olum durun lan daha ne aşkı, işimiz gücümüz bile yok" diyerek azarlayan ben o arkadaşlar konumundan daha da alçaldım. Deli yaftası bile yedim bir çok kez.

Neticede kız yüzüme bile bakmadı. Şimdi unutuyor gibiyim. Unutuyorum, biraz zamana ihtiyacım var. Zamanla kendimi toparlayacağıma eminim. Uzun süre hiç kimseye aşık olmayacağım. Ben bu aşk olayını her seferinde çok abartıyorum. Kafamda milyonlarca hayal kuruyorum ve beklediğim sonucu bulamayınca bu hayalleri silmek pek kolay olmuyor. Şu an ki sancılarım, kıvranmalarım bu yüzden.

Bir kaç yeni projeye atılayım dedim, yoğun çalışırsam daha çabuk yenilenebilirim diye. Olmuyor, üstelik projeler sarpa sarıyor.

Son durumumu yazayım tam olsun; önümde bir yığın döküman.. mizah dergileriyle, Red Kit(Lucky Luke), Taş devri gibi klasikleşmiş çizgi filmlerle, Ekşi Sözlük'le zamanın daha hızlı akmasını sağlamaya çalışıyorum ama başarılı olduğum söylenemez.

işte en çok böyle durumlarda insan arkadaşa ihtiyaç duyuyor. Şöyle bir iki saat şehrin altını üstüne getirip tüm eğlence mekanlarından yararlanıp gezmek tozmak istiyorum ama bunları yapabileceğim bir tek arkadaşım bile yok. Vallaha yok lan. Kuzenler, yakın arkadaşlar falan kendilerinin eğitimleri ya da aile büyüklerinin iş seyahatleri sebebiyle Kahramanmaraş'ta ikamet edemiyorlar.

Kolay arkadaş edinen biri de değilmişim galiba yeni yeni farkediyorum. Çok az arkadaşım var. Onlar da lafta arkadaş, bir proje yaparken bir bölümde takılacaklarda beni arayacaklar "aga gel yardımcı ol" diye.

Kesinlikle bir yerde hata yapıyorum bu arkadaş edinme hususunda.

Şimdi sanki uzun bir boşlukta gibiyim. izlediğim filmlerden, eğlencelik işlerden falan da zevk almıyorum. Şu aşağıdaki ekşi sözlük başlıkları bile zor gülümsetiyor beni. Sanki kafamda başka biri varmışta diğer tarafı hayata tutunmaya ikna ediyormuş gibi çok karmaşığım şu sıralar.

hoşlanılan kızın böğrüne sandalyeyle vurmak


yağ satarım bal satarımda hoşlanılan kızı ebelemek


hoşlanılan kız seslendiğinde hop diye bağırmak


Nitekim hiç bir konuya tastamam adapte olamıyorum. Saç sakal birbirine karıştı. Şu holivud filmlerindeki terkedilmiş insan modundayım.

Hiçbir konuya adapte olamama başlığına beklediği yazıyı bulamayanlara peşin yanıtım; adapte olamadım işte konudan konuya saptım.

Bu akşam TRT bir terslik çıkartmazsa Leyla ile Mecnun komedi-serisi ile azıcık tebessüm etmek istiyorum.

Söyleyeceklerim bu kadar.




Tek arkadaşım adın ne?

Arkadaş nedir bilir misin blog?

Arkadaş arayıp "aga 10 dakikaya kadar buluşmamız lazım bir mevzu var" dediğinde "niye" değil "nerede" diyendir.

Yok arkadaş yok. Yani arkadaş yok.

Ben istiyorum ki onlarca yıl eğitim görüyoruz kimilerine göre adam olmaya çalışıyoruz falan. Azıcıkta insan ilişkilerini bir düzene sokalım. Birbirimize güvenmesini bilelim. Sadece muhtaç olduğumuzda değil öylesine de hâl hatır sormasını bilelim.

Buraya yazdığıma bakma blog. Ben de yapmıyorum bu dediğimi ama çıksa bir önder, "hadi" dese takılır peşine giderim bu hususta.

Kariyerlerimizi iyi bir şekilde yapılandırmaya çalışırken yalnızlığa hapsolup kalıyoruz.

Yalnızlık bile bazen kabul etmiyor bizi.

Belki bir gün aynı futbol takımını tutmadığımız, aynı siyasi görüşe sahip olmadığımız, aynı dine inanmadığımız, patates cipsinin baharatlısını sevmeyenlerle falanda arkadaş olabiliriz. Fikirlerini benimsemesekte saygı duyabiliriz. "gonuşma lan" demeyiz.

Belki

Şimdi soruyorum sana blog, Akdeniz bölgesi dahilinde bir adres ve rahatlıkla ulaşabileceğin bir zaman dilimi versem verdiğim zamanda o adreste olabilir misin?

Hadi lan ordan.




asp.Net c# blog alt yapı

alt yapı çünkü web site denmeyecek kadar berbat bir tasarım. bunun böyle olmasının sebebi ise vakit darlığı çektiğim bir dönemde yetiştirmem gerektiği içindir.

herhangibir kâr amacında olmadığım için projeyi olduğu gibi yayınlıyorum. kodlar modlar hep açık.

yine de gözümde evlad gibi değeri var işte, atsan atılmaz. satsan satılmaz.


veritabanı olarak MS-SQL kullandım. o da paket içerisinde.

Bilgi: Proje attach yapılmadan önizlenemez SQL mühendisleri böyle istemiş.

içerisinde yer alan modüller

  • Yorum
  • iletişim
  • Ziyaretçi defteri (bu devirde! Hoca istedi ne yapayım)
  • iletişim
  • Üyelik
  • Admin paneli
  • ve daha birkaç şey
indirmek için indirin.




Aklın kimde kalır?

Dinlerim kategorisini epey boşladığımı farkettim. Yazalım bir şeyler..

Bu aralar melankolik takılıyorum.

Cüneyt Ergün - Bilinmeyen Saati Uygulaması

Hangi yol düz gider, hangi yol güze gider.. bilemem





Bülent Ortaçgil - Pencere Önü Çiçeği





Zülfü Livaneli - Hış hışı hançer : http://fizy.com/s/1ajd9e




Gripin - Sen Gidiyorsun

vur, kır, parçala.. bu aşkı sen kazan.





Emre Aydın - Belki Bir Gün Özlersin

başka adamlarla, başka şehirlerde yürürken..




Baca temizliği

Baca temizliği manevi bir kavramdır. insanların dertlerini ilgili ya da ilgisiz insanlara anlatarak rahatlamasına verilen isimdir. Dertleşmektir dertleşmek.

Dertleşmek istiyorum senle sayın blog . Bir sen anlıyorsun halimden, zira en az tepkiyi senden alıyorum.

isterim ki herkes baca temizliğini vakti vaktince yapsın, birinin yaptığı hatayı içerisinde biriktirip biriktirip daha sonra patlamak yerine yapılan hataları yapıldığı yerde anlatmak. Haykırmak, söylemek. Bu kadar zor olmamalı. Ki sonraya bırakılıp daha fazla hataların birikmesini beklemek şiddetli bir baca temizliği eylemine sebep olur ve sonucunda gereğinden daha fazla insan üzülür.

Bacamın çıkmamış dumanları


Öncelikle aşık oldum, konuşamadım. Epey çekindim falan sonrasında gittim konuştum, sonra bir takım eşeklikler yaptım, bir daha konuştum. Kızın güzelliğinin yanı sıra tuhaf bir şey var. Bir gizem gibi. Bu gizem bağlıyor belki de beni. Hâla unutmaya çalışıyorum ama becerebildiğim söylenemez.

Aslında bu aşk olayını fazla kafama takmazdım ama zamanlama kesinlikle yanlış oldu. Son sınav ayına girmişim sınavlara, okula, projelere, derslere en çok adapte olmam gereken zaman içerisinde aşk en olmaması gereken şeydi.

Nitekim görünen o ki bu, platonik aşk olarak geçmişime kazınmış olacak.

Aşk zımbırtısını bir kenara bırakmam gerekirse, okulda başlı başınca baca kiri! Günde 8 saat ders ve her öğretmen kendisi gittikten sonra eve gittiğimizi sanıyormuş gibi bir yığın projeyi, sorumluluğu üzerimize yıkıp gidiyor.

Neticede Haziran ayının ilk haftasında teslim etmemiz gereken projelerin teslim tarihi birkaç gün ötede. Her projem kabataslak, her projem yarım. En önemlisi Web programlama projem yarım bile değil.

Ne yapayım sayın blog. Böyle teslim edeceğim projeleri, bu kadar vakitte ancak bunu yapabilirim.

Hayır hayır "benim adım hıdır elimden gelen budur" demiyorum, diyorum ki; "öyle sürede böyle ödev"

Baca temizliği şart.




Yenilenmek lazım #3

Uykudan uyanmış gibiyim, yorgunum hâla.

bedenim değil kafam yorgun.

bir belediye bankında denizi izliyorum yine. yine.. "yine" kelimesini çok az kullanıyorum. ve istemsiz bir mutluluk veriyor.

akşam olmuş, güneş ışığınıda alıp gitmiş. Suat'tan haber yok. Suat beni unutmuş. ya da umudunu yitirmiş. "gelirim birazdan" dedim mi acaba çıkarken?

bir kadın geliyor bana doğru. usul adımlarla geliyor. çok güzel bir kadın, sanki gözlerinin önünü siliyor elleriyle, elleride çok güzel. bu kadın bana doğru geliyor.

+ Napıyorsun yine burada? (dedi)

(yine kelimesini çok sevdim, bu kadın bana doğru söylüyor.)

- Denizi izliyorum, kokluyorum, çok güzel.. otursana yanıma  (dedim)

Usulca oturdu yanıma, otururken elleri yine gözlerini ovuşturdu. Belli ki bir şeye üzülmüştü. Yalnız kalmak istemiyordu yalnızken gibi, benim gibi.

- Deniz çok güzel, tuz kokusu.. (dedim)

+ Ben kokuyu alamıyorum, bir müddet sonra burun alışıyor aynı kokuyu alamıyorum. (dedi)

tabii alamaz burnu çok küçük, çok güzel bir yüzü var. ama inceden inceye bana beyinsiz dedi galiba?

- Kimsiniz neden buradasınız bu saatte? (dedim)

derin bir nefes aldı. gözlerini tam göremiyordum ama ıslaktı hâla..

+ Karınım senin (dedi)

- Keşke.. (dedim)

ilk defa gülümsemişti, ilk defa gülerken gördüm bu güzel kadını.

+ Ben senin karınım, sen hastasın (dedi)

"hasta" kökünden türemiş her kelime, beynimde çınlar durur. hastayım ben.

- Neden hastayım, nerem hasta? (dedim)

+ Her hafta bunu hatırlatmayı sevmiyorum, sen hafıza problemi yaşıyorsun. (dedi)

biraz mantıklı gelmişti söyledikleri, deniz kokusunu hep ilk defa solur gibiydim.

- Şimdi sen benim karım mısın? (dedim)

+ Evet sevgilim (dedi)

"sevgilim" kelimesi çok manidar. böyle güzel dudaklar arasında sarhoş ediyor insanı.

- Sana sarılabilir miyim peki? (dedim)

gülümsedi.

- Geldin geleli ikinci gülmen bu. Ve oldukça seyrek gülüyorsun, gülmediğin her an ziyan hayatımdan. (dedim)

+ Demek hatırlayabiliyorsun (dedi)

hafızamı yokladım ama bir şey çıkaramadım. usulca sarıldım, sonra sıkı sıkı. derin bir nefes aldım.

- Deniz kadar berrak kokun (dedim)

+ Hadi gidelim artık. Akşam oldu yarın işimiz var ikimizinde. (dedi)

- Biliyorum (dedim) Suat!, suat benim iş arkadaşım.

yine gülümsedi.

+ Hayır bilmiyorsun, Suat senin patronun. (dedi)

Tam kalkıyorduk ayağa, bir martı gidiyordu evine, öfkeyle bana doğru seslendi.

Martı: "Yenilenmek lazım!"

dünyanın en güzel kadını koluma girmiş, takar mıyım. hiç umursamadım.

- Konuşan martı da neyin nesi?

+ Efendim? (dedi güzel karım)

- Yok bir şey, sesli düşündüm. (dedim)

+ Yenilenmek lazım. (dedi)

kaçta kaldığımı unutmuşum, yine gülümsedi.




2

son zamanlar pazar günleri sıkıcı oluyor. zira "1" yazımda pazar günü yazılmış.

bir çok şeye küfretmek istiyorum. vaktin yavaş ilerlemesinden şikayetçiyim, ama vakit geçsin de istemiyorum.

Erkan Ogur - Pencere Onu Cicegi

ne olacak vakit geçince?

herkes anne, herkes baba

yok arkadaş ben bu dünya denilen düzene ayak uyduramıyorum.

deliriyorum sevince.

küçük bir kız ya. lise 2 öğrencisi bir kız beni bu hale getirdi.

bir arkadaş gelse anlatsa gülerek dinlerim, "manyaklaşma olum" falan derim. benim başıma geldi. ne yapacağımı bilmez durumdayım.

hayat çok sıkıcı be!

hiç bir şey istediğim gibi olmuyor.

hiçbir şey beklediğim gibi gitmiyor.

hiç bir şey anlatıldığı gibi değil.

ince, küçük, miniminnacık hesaplamalar peşinde herkes.

herkes küçük hesap adamı!

küçük hesap

hiçbir şey istediğim gibi olmuyor.

her zaman haketmeyenler yukarda, tepede, birinci sırada

her zaman haketmediğini düşünüyoruz aynı insanların.

25th Hour filminde, edvırd abimiz her şeye küfrediyor ya.. heh onun gibi küfretmek istiyorum her şeye. her şeye.

ama küfürde havada kalıyor amına koyim.

hangi küfrü gerçekleştirebildik ki.

hiçbi rşey istediğim gibi gitmiyor.

hiçbirş ey planlandığı gibi değil.

ben aşığım be! aşık!

her saniye birini düşünüyor olmam, yaratıcıya hakaret.

aklı, vakti, enerjiyi sadece bir kızı düşünerek harcıyor olmam, yaratıcıya küfür.

ama o kızda yaratıcıyı görüyorum sanki.

sanki o kız yaratıcının varlığını hatırlamam için yaratılmış.

ben hiç unutmadım ki kul olduğumu.

zaten bende yanlış olmaz, olduysada yanlışlıkla olmuştur.

ıyk! kaldı mı lan böyle espriler.

bide bu ahlak var amına koyim. "iğrenç espriler" diye aratıyorsun, bir yığın espri çıkıyor sözde millet "tü - kaka" diyerek yayınlamış. ama herkes gülüyor, seviyor içten içe.

ahlakını-z kim!

hiçbirşe y istediğim gibi olmuyor..

ben gidiyom ya!