hepimiz bir gün öleceğiz

geriye bunlar kalacak, yazdıklarımız. yaşadıklarımız bizlerle ölüp gidecek. biraz daha mı iz bıraksak şuralara bir yerlere?




teknoloji giyilebilir mi?

google glass bu soruyu yanıtlıyor. evet, artık teknoloji giyilebilir. şu an için sadece gözlük olarak karşımıza çıksa da ilerde montlarımız, t-shirtlerimiz ve pantolonlarımız da teknolojik olacak. videolar kaydedebilecek, ses kaydı yapabilecek, not tutabilecek, üşüdüğümüzde ısıtabilecek, sıcaktan bunaldığımızda serinletebilecek.

google glass bu konuda öncü gibi gibi. daha önce giyilebilir teknoloji sadece filmlerde gördüğümüz bir şeydi. yakın tarihte gerçek hayatta, insanların üzerinde de görebileceğiz.

google glass pahalı mı?
tabii ki pahalı. minimum 1500 tl'den türkiye piyasasına girecek. google glass'ın yaptıklarını fazlasıyla yapan yığınla "akıllı telefon" 1000 tl'ye elde edilebiliyor ama bu demek değil ki google glass satmaz. google glass kapış kapış satacak. şunu tartışdığımız bugün, bursla okuyan öğrencinin bile iphone'u var. bizim milletimiz google glass'ı yok sattırır.

ben almam hacı. daha akıllı telefonum bile yok. yakın zamanda da olmayacak galiba. google glass gibi şeyler beni aşıyor ama yine de kösteklemek istemiyorum. yapılsın böyle şeyler, bunlar öncü projeler. sonrası gelecek. sonrası daha ulaşılabilir ve kullanışlı olacak.

ha söylemedi demeyin, google glass akıllı telefonlardan daha kullanışlı değil.




başlık ve tarih at, yaz, bırak

yeni bir gelenek edindim. bir yerlerde canım sıkılıyorsa veya yapacak bir şeyim yoksa okuyacak bir şey arıyorum. gazete, dergi falan (tabii öyle her gazeteyi, her dergiyi okuyamıyorum) okuyacak bir şey yoksa yazacak kağıt arıyorum. bulduğumda bir başlık atıyorum

baskın karakterler ve sönük karakterler

sonra bir metin yazıyorum

tarih atıyorum 14 kasım 2013
adımı soyadımı yazıyorum
ve içim rahat. bırakabilirim. böylece dünyaya biraz daha iz bırakmış oluyorum. yaklaşık 1 saat kadar önce yeğenimin not defterine üç paragraflık bir yazı yazdım. başlığı "baskın karakterler ve sönük karakterler" belki bir gün rastlar ve okur. keşke herkes, bir şekilde dünyaya iz bıraksa. öyle boş boş ölmese.

ve bay hiç kimse'nin dediği gibi "ölmekten korkmuyorum, yeterince yaşamamış olmaktan korkuyorum"

bir de müzik dinlemek iyi ki yasal




ilk şiir blogum kapanıyor, geriye kalanlar

sair.safagayret.com (safa'nın şiir defteri) kapanıyor. sairsafa.blogspot.com hayatta!

sair.safagayret.com, asp.net ve c# ile sıfırdan kodladığım ve çocuğum gibi sevdiğim, sakındığım emektar projem. belki de ilk ciddi işim. lise son ödevim. harun harmankaya hocamın 85/100 notu verdiği projem.

aslında pek takipçim yoktu. şiir sonuçta. ne mutlu ki ülkemizde kafamızı çevirdiğimiz her yerde şiire rastlamak mümkün. böylece takip edilmeyişim canımı sıkmıyor. yaklaşık 2 yıl yayında kalan sair.safagayret.com'un son 1 yılında tuttuğum istatistiklere göre enler.
en çok alkış alan 20 şiirim

en çok tekme alan 20 şiirim

en az tıklanan 20 şiirim

en çok tıklanan 20 şiirim

yayınlanan toplam şiir: 70
ocak 2013'ten beri
toplam tıklanma: 16896
toplam olumlu oy: 85
toplam olumsuz oy: 4




aşk, evlilik ve istatistikler

harika sorular, harika yanıtlar... besleyici bir söyleşi.

kanaltürk, "bunu konuşalım" - candaş tolga ışık, mehmet coşkundeniz - 17 mayıs 2013





tekrar merhaba dünya!

uzun zamandır blog yazıyorum diyebilecek kadar uzun zamandır blog yazıyorum. ilk kez chip blog'da yazmaya başladım. şu an chip blogum yayında değil. wordpress blogumu kurunca chip blog'daki yayınlarımı wordpress'e taşımaya çalışıp chip blogumu yayından kaldırmıştım. 2009 sonlarında oldu bu.

2009'dan bugüne kadar wordpress altyapılı blogumla blog tutuyordum. hâla yayında ama yaklaşık 1 ay sonra blog.safagayret.com adresli wordpress altyapılı blogum yayından kalkacak. tahmin edeceğiniz gibi wordpress altyapılı blogumu yayınlayabilmek için yılda 80tl civarında (dolar endeksi bu fiyatı her yıl değiştiriyordu) para ödüyordum. tabii sadece mysql veritabanı ve alan adı parası değildi bu. ekstra alan adı falan da vardı.

özetle bir ay kadar sonra aşağıdaki adreslere ve bu adreslerde yayınlanan sayfalara erişilemeyecek.
  • safagayret.com
  • blog.safagayret.com (temel blogum)
  • sair.safagayret.com (altyapısını yazdığım şiir blogum)
  • siir.safagayret.com (blogger altyapılı şiir blogum)
  • prof.safagayret.com (radyo programcılığıyla ilgili şeyler paylaştığım blogum)

bu adreslerdeki sayfalara artık aşağıdaki adreslerden erişilebilecek.

niye blogspot?

wordpress eklenti kurulmadan interaktif bir blog deneyimi vermiyor. eklenti kurabilmek için bir hosting hizmeti alıyor olmam lazım. hosting hizmetimden cayıyorum.

çünkü artık hiçbir şekilde para kazandırmayan bloguma para harcamak istemiyorum. ayrıca hosting hizmeti aksayabiliyor, zaman zaman bloguma erişilemeyebiliyor. bazı tuhaf insanlar saldırabiliyor falan. e blogspot'un arkasında google var. blogspot bu sebeple kolay kolay aksamaz.




anne ben kısa film yaptım

çok çeşitli senaryolar yazdım. sağolsun anagramistler hepsini değerlendirmeye değer buldu ve tüm olurlarını kullanarak bana destek oldular. bu konuda onlara minnettarım.

epey uğraştık, 2-3 film çıkardık ama hiçbiri tam olarak içimize sinmedi. “tamam bunu yayınlayalım” diyebileceğimiz bir kurgu çıkaramadık. “belki de taktik hatası yapıyoruzdur. daha farklı senaryolar üzerinde çalışalım, daha farklı çekim teknikleri deneyelim” gibi şeyler dedik ve denemeye başladık. bu sefer daha ümitlendirici mamüller alıyorduk. ve sonunda bugün tam da birkaç dakika önce iyi bayramlar komserim adlı filmimi yayınlamaya karar verdik.

bu haftasonu ve önümüzdeki diğer haftasonları kısa film, söyleşi ve benzeri işlerle uğraşıyor olacağız. ben bir anagramistim. kısa filmlerimi, söyleşilerimi, managra’ya yazdığım köşe yazılarımı ve şiirlerimi managra.blogspot.com adresinden takip edebilirsiniz. tüm işlerimizi bu adreste toplamayı planlıyoruz.




bugün ilk defa yönetmenlik yaptım

fotoğrafçı: mehmet fıstık

yönetmenlik çok eğlenceli bir uğraşmış. fakat tuhaf aksilikler canımı sıkmadı değil. her şeye rağmen eğlendik.
çektiğimiz filme henüz isim düşünmedik. evet. ben yazdım. kısa film tabii ki.
kestik




Biraz da buraların dertleri anılsın #7

Riçhırd ‘Ökkeş’ Godaman ve Enver‘le çay evinde çay içiyorduk. Enverlerin alt kata yeni bir aile taşınmış 17 yaşında da genç bir oğulları var. Adı Yaşar,  mahallede yaşıtı olmadığından bizlerle takılıyor. Çay evinde otururken Yaşar çıkageldi. “Selamun aleyküm” diyerek girdi içeri, selamını aldık, bir tabure çekip yanımıza oturdu.
Enver, Riçhırd ‘Ökkeş’ Godaman’a “hadi bir tavla atalım” dedi. Riçhırd ‘Ökkeş’ Godaman soruldu mu “pek bilmiyorum” der ama zehir gibi tavla oynar zar hep onun yanındadır. Riçhırd ‘Ökkeş’ Godaman “olur oynayalım” dedi.
Yan sehpada kapalı tavla duruyordu.
Enver, Yaşar’a “yaşar şu tavlayı getir de Riçhırd ‘Ökkeş’ Godaman’ın ifadesini alalım” dedi.
Yaşar “peki abi” diyerek uzanıp aldı tavlayı koydu ortaya. Enver ile Riçhırd ‘Ökkeş’ Godaman tavlayı kurarken Yaşar merakla sordu.
“abi neden Ökkeş abiye Riçhırd Ökkeş Godaman diyorsunuz?”
Riçhırd ‘Ökkeş’ Godaman “şimdi…” derken Enver sözünü kesti ve gülerek “Dur ben anlatayım çok hoşuma gidiyor” dedi. Riçhırd ‘Ökkeş’ Godaman da gülümseyerek kafa hareketiyle “olur” işareti yaptı.
Enver gülümser bir ifadeyle anlatmaya başladı: Ökkeş 18 yaşına yeni bastığında 18 yaşına basılınca sahip olunan hakları araştırırken isim değişikliği hakkını duymuş. O aralar da ergenliğe yeni giriyor, -Ökkeş hepimizden sonra ergenliğe girdi- hemen gerekli mercilere başvurup ismini “Riçhırd ‘Ökkeş’ Godaman” olarak değiştirmiş. O zamanlar ülke, hukuk tuhaf politik gerginlikler içerisindeydi bizim Ökkeş’le uğraşmamışlar “madem istiyor değiştirilsin adı” demişler. Ökkeş uzun bir süre babasına duyurmadı bu durumu. Ama bizler hemen öğrenmiştik ve çok komik gelmişti bize. O gün bu gündür ibnelik olsun diye uzun uzun “Riçhırd ‘Ökkeş’ Godaman” diye hitap ederiz Ökkeş’e.
Yaşar dizine vura vura gülüyordu. Ben de ne zaman biri bu durumu izah etse pervasızca gülerim. Riçhırd ‘Ökkeş’ Godaman kızdı biraz ama sonra o da bizimle güldü. Birer çay daha söyledik. Tavlayı yine Riçhırd ‘Ökkeş’ Godaman kazandı.




Biraz da buraların dertleri anılsın #6

Harun anlatmayı pek sever, riyasız da anlatır hani severiz muhabbetini. Eczaneden ilaç aldım evin yolunu tutacaktım ki “abi acelen yoksa muhabbet edelim” dedi. “olur” dedim havadan, sudan, borsadan konuştuk biraz, sonra Harun
- Geçen hafta Fatih, Salim abilerin evine gitmiş. Ayla abla çağırmış bilgisayarda sorun var diye
dedi.
- ee?
dedim.
- Çocuklar her gördüğüne tıklıyor internette virüs neyim bulaşıyor tabii. Bizim Fatih de az çok anlıyor bu işlerden yardım olsun diye girmiş. Az kalsın katil olacakmış
- Nasıl ya? hayırdır?
- Fatih çocuklarla bilgisayar başındayken saat biraz geçmiş tabii dokuz buçuk falan olmuş. Salim abi eve gelmiş ama zil zurna. Fena içmiş o akşam.
- ee?
- Eve girer girmez Ayla ablaya ve çocuklara küfürler hakaretler savurmuş. Bizim Fatih de celallenmiş bir an ama fevri bir şey yapmamış neyse ki. Efendi efendi Salim abiyi uyarmış. “abi ayılınca şimdiki yaptıkların için kendine kızacaksın, yine içeceksin yapma” demiş. Salim abi de “sana ne lan!” çekmiş sonra Ayla ablaya tokat atmak için elini kaldırmış ve durmuş, “bir an taş kesildi sandım abi” diye anlattı Fatih.
- eee?
- Elini bir hışımla indirmiş salim abi, sonra hızlı adımlarla kapıyı açıp sokağa çıkmış.
- ee?
- eesi sokaklar iyi ki var abi. sokaklar olmasa salim abi o gece ayla ablaya tokat atacaktı fatih de müdahale etmek zorunda hissedip salim abiyi bir güzel dövecekti. belki salim abinin küfürleriyle gaza gelip dayağın şiddetini artıracak ve salim abiyi öldürecekti. sokaklar iyi ki varlar.
- haklısın.
- sonra Riçhırd ‘Ökkeş’ Godaman ayla ablaya bir ilaç önermiş, “her akşam yemeğine bir hapı ezip koy alkolden yavaş yavaş tiksinecektir” demiş. şimdi ayla abla o ilacı deniyor. dün gördüm “öncekine göre daha iyi, allah Riçhırd ‘Ökkeş’ Godaman’dan razı olsun” dedi.




Gezi Direnişinin Kahramanmaraş ayağı ve gözlemlerim

Bugün finaller başladı. Yabancı dil (ingilizce) finalim için okula gittim. Haftalardır görüşmediğim arkadaşlarla karşılaştım.

"Seni CHPci, Altı Okçu bilmezdik Safa?"

Tarzı şeyler duydum. Çünkü Kahramanmaraş'taki Gezi Direnişinde ben de vardım ve televizyon, gazete direnişçileri "muhalif" diye geçiştiriyor. Twitter, Facebook ve yerel gazeteler sayesinde yıllardır kimsenin bilmediği, sorgulamaktan usandığı 'durduğum saf' sorunsalı tekrar gündeme gelmiş oldu.

Ahmetist, Mehmetist değilim, bir ideolojim de yok. illa ki bir izm'e dahil olmam gerektiğinde realizm, rasyonalizm hayatımı kurtarıyor. Maalesef bana "altı okçu" yaftası yapıştıran arkadaş büyük ihtimalle realizm, rasyonalizm ne demek olduğunu bilmiyordur.

Bağnazları bağnaz yapan ana-babalarından aldıkları eğitimdir. Ana-baba eğitimiyle değilse milli eğitim müfredatıdır. Müfredatla da bağnaz olmamışsa medya bağnaz yapar adamı. Medyaya da kulak tıkamışsa üye olduğu örgüt kesin bağnazlığının temellerini atmıştır. Bu ülkenin büyük bir kısmı bağnazsa bu saydıklarımın etkisi göz ardı edilmemeli.

Gezi Direnişinin amacını da anladığım kadarıyla izah edeyim, "Sadece %50'ye değil bize de başbakanlık yap, bizim fikirlerimizi de önemse nasılsa yine %50 ile iktidar olurum diye düşünme" diyor direnişçiler. Ve ekliyorlar, "Sen müslümansın ama bu ülkenin tamamı müslüman değil, müslüman olmayan vatandaşlarına da başbakanlık yap" yani mesele park'tan, bağdan, bahçeden çıktı. Mesele özgürlük, ifade özgürlüğü vesaire.

Hadi ben size Gezi Direnişinin Kahramanmaraş ayağından kendi gözlem ve istatistiklerimi sunayım,

Direnişi Destekleyenlerin %30'u yasal muhalif siyasi örgütler. Bunların arasında meclise girebilenler de var giremeyenler de... isim vermeyeyim şimdi.

%10'u yasal dernek ve örgütler. ADD bu örgütlerin arasında.

%10'u Aleviler, Kürtler ve Çerkezler

%50'i sıradan halk, Türk, öğrenci, öğretmen, emekli öğretmen, işçi vb. Bir kısmı da AKP seçmeni. Yani geçtiğimiz seçimlerde AKP'ye oy vermiş ama pişman olmuş vatandaşlar. Bir kısmı da politikadan uzak, mecliste kendisini temsil edebilecek siyasi parti bulamamış, oy verirken çok kararsız ve ümitsiz -ki ben bu dilimde yer alıyorum-

%10'luk Alevi, Kürt ve Çerkez hakları için direnenler ile %50'lik sıradan halk için direnenlerin amaçları sivil veya askeri darbe değil gibi, öyle sezdim.

Muhalif siyasi gruplar nedense masum değilmiş gibi geliyor bana. Yasal güçlerini direniş uğrunda kullanmıyorlar gibi. Ve bazı yasal muhalif gruplar sivil veya askeri darbe yanlısı gibi, yine öyle sezdim.

Sıradan halk diliminde tuttuğum Kemalist, Ateist, Deist olduğunu söyleyenler de var. Galiba Başbakan Erdoğan "aşırı uçlar, marjinaller" diye bu arkadaşlardan bahsediyor. Ben bir müslüman olarak Kemalizmi, Ateizmi ya da diğer inançları "aşırı uç veya marjinal" bulmuyorum. Demokratik bir ülkede liderseniz kendi inancından olmayanlara da efendi efendi hizmet edeceksiniz sayın liderler.

Şahsi fikrimce olayları televizyondan gazeteden takip eden halk doğal olarak direnenleri "terör sempatizanı, aşırı uç, marjinal" gibi şeyler zannediyorlar ama Kahramanmaraş'taki direnişte dahi müslüman olduğunu düşündüğüm emekli, ihtiyar amcalara rastladım.

Lakin tüm bunlar sonucunda kötü bir gelişme de kendini göstermiyor değil. Bazı yasal muhalif gruplar direnişten yararlanmak ve bünyesine yeni insanlar katmak istiyorlar. Bu muhalif gruplara kanan gençler "masum direnişçiler"den "halk"tan çıkıyor kanımca.

Açıkcası bu saatten sonra direnişe bedenen destek vermeyi düşünmüyorum. ilk baştaki samimiyet ve masumiyet yitirildi gibi gibi.

Yerel gazeteler ne yazdı çizdi? (açıkcası yazacak pek bir şey bulamamışlar)

Eylemciler Gazetecilere Tepki Gösterdi (Yorum Gazetesi)

Taksim Eylemine Kahramanmaraş'tan destek (Maraş Gündem)

KSÜ Öğrencilerinden Taksim'e Destek Eylemi (Maraş Aktüel)

Ayrıca bunlardan bağımsız olarak bakınız: Maraş'a ilk Toma'yı biz getirdik




Maraş'a ilk Toma'yı biz getirdik

Kahramanmaraş'ta Gezi Parkı Direnişine destek amacıyla geçtiğimiz haftalar ve bugünlerde toplanıyoruz. Toplanıyoruz ama pankart bile getirmiyoruz, sloganlar atmamayı planlıyoruz. Türkiye Gençlik Birliği gibi örgütler gelip bizim varlığımızdan yararlanarak sloganlar attırıyor, pankartlar çıkarıveriyorlar. Onların da işi uzun sürmüyor 1 saate gidiyorlar. Biz kalıyoruz.

Dün akşamki ilk problemimiz şuydu, belediye ya da polis toplanma alanı olarak belirlediğimiz Kıbrıs Meydanındaki parkın komple sulanmasını emretmiş. Sulamadan sorumlu işçiler gece yarısına kadar parkı suladır. Parktaki çimleri değil, yanlış anlamayın. Parkı komple suluyorlar.

Açıkcası belediyenin ve dolayısıyla polisin bu fikrini takdir ettim. Çünkü biz hep oturarak protesto yapıyoruz. Oturup gitar, yan flüt çalıyoruz şarkılar söylüyoruz. Marş falan da değil.

Anne ben aktivist oldum

20 yaşında bir Kahramanmaraşlıyım, bildiğiniz gibi Kahramanmaraş'ta çoğunluk Ak Parti seçmenidir. Çünkü Kahramanmaraş'ın çoğunluğu islamcıldır. Bir çok insandan şu tarz şeyler duyuyorum.

"Adamın(başbakanı kastediyor) dilinden Allah kelamı düşmüyor kardeşim."

"Allah başımızdan eksik etmesin, her yere ibadethaneler yaptırdı."

Kimse de demiyor ki "bunlar islamı kullanıyor olabilir, halkın çoğunluğu müslüman ve müslüman sempatizanı, bu adamların ateist olacak hali yok."

Beni ne mecliste ne de sokakta temsil edebilecek bir siyasi parti yok! Bu yüzden ben sokaklara çıkıp kendimi temsil etmeyi seçtim. Ama dipnot olarak akıllarda tutulsun isterim, Gezi Parkı Direnişi dışında hiçbir protestoyu/eylemi bedenen desteklemedim.

Düne tekrar dönelim,

Dün akşam taş çatlasa 40 kişiydik, polisin ısrarcı "dağılın" tavrı sebebiyle mekan değiştirdik, parkta kuruyan yer kolladık. Nere kuruduysa biz oraya gittik falan. En sonunda polisin baskılarıyla Özel idare binasının önüne gitmeye karar verdik.

Polisin baskı yapabilmesi için hiçbir şey yoktu. Fikrimiz sabaha kadar parkta oturmaktı yaptıklarımız ise sadece oturup kimseyi rahatsız etmeyecek bir ses düzeyinde muhabbet etmekti. Gitar da çalmayı bırakmıştık, şarkılar söylemeyi de bırakmıştık. (Bir çoğumuz orda tanışmış olsak da) büyük bir arkadaş grubu gibi hareket ediyorduk. Polisin bizi gözaltına alması için mazereti yoktu. Taşkınlık ya da uçarı bir şey yapmıyorduk. Ve bir çoğumuzun da (benim olduğu gibi) ilk protestosuydu bu Gezi Parkı Direnişi.

Polis bize tehditvari şeyler söylüyordu,

"Çocuklar, şehrin çeşitli yerlerinde 20li 30lu AK Partili gruplaşmaları var. Hedefleri burası, buraya gelip sizleri dövmek ve hatta öldürmek istiyorlar, biz polisler bir çekilsek 10 dakika içinde linç edilirsiniz"

gibi şeyler söylediler. Doğal olarak biz protestocular biraz tırstık. Kahramanmaraş'ın %70'inden fazlası AK Parti seçmeni. Birer kez tükürseler belediyenin/polisin parkı sulamasına gerek kalmaz.

Tüm bunlara rağmen, "gitmiyoruz, buradayız, gelene gelme demiyoruz, efendice derdimizi anlatırız, gelsinler" gibi bir tavır aldık. Aramızda 24 saat nöbet tutmuş doktor da vardı, emekli öğretmenler de.

Biz 2 saat kadar bu durumda oturmaya devam ettik. Polis etrafımızdaydı ve bizleri koruyorlardı. Ancak biz kendi gözlemlerimizle etrafımızda toplanan AK Partilileri farkedebildik. Adamlar üçlü beşli gruplar halinde su basmış parkta oturuyorlardı. Kendi aralarında hararetli hararetli bir şeyler konuşuyorlardı ve ara sıra bize bakıp "Allah bunların belasını versin" dercesine el kol hareketi yapıyorlardı.

ifade özgürlüğü bu düzeyde yani. "%50'den olmadığınızda yalnız kalmalısınız. öyle kalabalık grup olarak gezemezsiniz" diyorlar kendilerince.

Parkta bulduğumuz son kuru yer de (ki orası bizim oturduğumuz yer oluyor) gecenin bir yarısı polisten emir almış park görevlileri tarafından sulanınca park su altında kaldı ve biz de kalkmak zorunda kaldık.

Parktan kalkıp il özel idare önünde toplanmayı kararlaştırdık ve grup halinde yürümeye başladık. Yürürken bazılarımız "neden parkı terk ediyoruz ki, ıslansak da parkta oturmalıydık insanlar istanbul'da, Ankara'da tomaya karşı caymıyorlar" falan diyerek gruptan ayrıldılar.

15 kişi kaldık. il özel idarenin önüne gittik oturduk. Polis daha da sinirliydi artık. Grubumuzdan müzakereci belirleyip ona sürekli baskı kuruyorlardı, "dağıt şu arkadaşları yoksa gözaltına alacağız" ama bunu yapmaları için bahaneleri yoktu. Kimseye zorluk çıkarmıyorduk, kimseyi üzmüyorduk.

Yine de bizimkiler tırsıyordu tabii. AK Parti teşkilatından olduğunu düşündüğümüz üçlü beşli organize gruplar bizim için tehditti. Ve polis de pek dostumuz değildi.

Sonra bir baktık, Toma geldi. 15 kişilik gruba Toma geldi. bizimkiler önce heyecan yaptı sonra düşündüler ve dediler ki "15 kişiyiz, bizi dağıtmaları 20 saniye sürer" sonra fikirbirliğiyle dağılmaya karar verdik. Bir çoğumuzun trafik cezası bile yoktu. Sicilimize terörle mücadeleden gözaltına alındığımızın işlenmesini istemiyorduk. Herkes evine gitti. Eve giderken tomanın tutulduğu sokaktan geçmem icap etti. Tomanın yanında bir kıraathanenin önüne sandalyeler atılmış çevik kuvvete çay servisi yapılıyordu. Çevik kuvvet en az 30 kişiden oluşuyordu ve tam teçhizat hazırdılar.

İl Emniyet Müdürü, 15 kişilik pasif protestoculara 30 kişilik çevik kuvvet timi ve 1 toma gönderecek kadar yanlış bilgilendiriliyorsunuz ya da bile bile ayıp ediyorsunuz.

O değil de o parkın tamamını suladılar ya. En az 2 evin 1 aylık su ihtiyacı karşılanırdı o suyla. Yazıklar olsun.




Karşılık vermeyiz, gücümüzü test etmeyin!

Gezi Protestolarından ne öğrendim biliyor musunuz?

Halkın %50'den ibaret olmadığını, %50 dışında kalanların da ifade özgürlüğünün olması gerektiğini ve %50'yi evde zor tutanın Başbakan değil taraflı medya olduğunu öğrendim. Medya gerçekleri gösterse o %50'nin büyük bir kısmı protestoculara katılacağını öğrendim.

Ak Partiyi körü körüne, sorgulamaksızın destekleyen örgüt mensuplarını saymazsak hatrı sayılır bir kitle Gezi Protestolarıyla başlayan direnişte polisin orantısız şiddet uyguladığına ikna olursa önümüzdeki seçimlerde oyunu Ak Parti'den yana kullanmayacaktır.

"Halka inelim" gibi bir gaflette bulunmayalım. Halk, olayları internetten takip eden, gerçekleri görenlerden aşağıda değil. Medya ahlaksız, taraflı.

Medya (özellikle televizyon) bu gezi direnişindeki gerçekleri sakladı. Hatta bazen saklamaktan da öte bir ahlaksızlık göstererek çarpıttı, yanlı gösterdi.

örnek olarak, "Çevreci eylemciler(!) Türk Bayrağını yaktılar." 2. link

Bunları not edelim, medya kışkırtıcıların, şiddet yanlılarının tarafını seçti. Bunu unutmayalım.

Peki muhafelet? Muhalefet çok mu temiz?

Muhalefet direnişi kendi aleyhine çevirmeye çalışmak dışında, eziyet gören protestocuları halkı zulümden kurtaracak etkin bir yol izlemedi.




Bu yüzden Muhalefet'e oy veya prim kazandırmamalıyız!

Şunu da ısrarla belirtmek istiyorum, anadolu halkı protestoları (yani sadece bu gezi için olanı değil, genel olarak tüm protestoları) anarşist, terör yanlısı bir hareket olarak algılıyor. Protestonun anayasal bir hak olduğundan habersizler.

"Anayasa'nın 34. maddesine göre herkes izin almadan, silahsız ve saldırısız gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahiptir."

Provokatör demek istemediğim için yazımda TDK'nın önerdiği Kışkırtmacı, Kışkırtıcı tabirlerini kullanacağım.

Gezi'de, Ankara'da, Antalya'da, Hatay'da tüm Türkiye'de protestolara destek veren arkadaşlardan tekrar tekrar rica edelim, kışkırtmalara kanmayın. Şiddete başvurmayın. Böyle bir günde şiddet, karşıya olduğundan çok sahibine zarar verir. Kışkırtmacılara kanıp şiddete başvurdukça medya'nın, şiddet yanlısı devletin, polislerin eline koz vermiş oluyorsunuz. Polisin tutuklamak için mazereti/bahanesi olmuş oluyor.
şiddetsiz direniş

Sivil ya da Askeri Darbe ummayalım!

Özellikle darbe, kutuplaşma, iç çatışma tecrübesi olmayan genç kuşak darbeyi basit bir şey zannediyor. Bunun önüne geçelim, gençleri yanımıza alıp anlatalım. Darbe ilimi, ekonomiyi 10-15 yıl geriye çeker, iç çatışmaya zemin hazırlar. Eğitim imkanlarımız daha kötüye gider. insanlar aç kalabilir, işkenceye maruz kalabilir. Darbe asla istenmeyen bir şey olmalı!

Darbe olmadan da bu baskıcı, özgürlük kısıtlayıcı, şiddet yanlısı devletten kurtulabiliriz. Demokrasiyi kullanarak. (Seçimlere ne kadar kaldı bilmiyorum) Sandıklar kuruluncaya kadar özellikle bu gezi direnişinde devletin, polisin yaptığı hukuksuzlukları Ak Parti seçmenine sabırla, efendice izah etmeliyiz.

Ak Partiyi seçim aracılığıyla hükümetten indirmeyi hedeflemeliyiz!

Ha şunu da unutmamalıyız ki, şu an ki muhalef partiler fikrimize tercüman olamadığı için sokaklardayız, yani bizi iyi ifade eden bir siyasi parti kurmalıyız. Ve doğruları göstererek ikna ettiğimiz Ak Parti seçmenini yeni siyasi partimize kanalize etmeliyiz.

Bu partiyi kurarken çok dikkatli olunması gerektiğini biliyoruz. Ama nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini bırakalım bu direnişini destekleyen, siyaset eğitimi almış Siyaset bilimciler planlasın.

Kendi medya organlarımızı kurarak da yeni siyasi partimize destekçi çekebiliriz.

Bu direnişte hayatını, gözlerini, sağlığını kaybedenlerin Türk Bayrakları yakmadığını, parklarda oturup kitap okuduğunu, gitar çaldığını halka sabırla izah etmeliyiz.

O yüzden delillerimize şaibe karıştırmadan, delillerimizi arşivleyen bir ekip oluşturmalıyız.




tekrar tekrar belirtelim, bu direnişin sonunda beklediğimiz Türkiye hoşgörü, ifade özgürlüğü, özgürlük sembolü olmalı.

unutmayalım,

sakin kal ve polisle çatışma direnişe devam
sen gelme

Ve Kahramanmaraş'ta direnişe destek vermek isteyenlere çağrımız var,

https://www.facebook.com/events/555004784543306

Toplanma Yeri: KAHRAMANMARAŞ
Eylem Alanı: Yeni Yapılan Park/Kıbrıs Meydanı

Nasıl bir protesto planlıyoruz?

Sloganlar ve pankartlar olmayacak
çünkü slogan atmaya başlarsak olay bir yerden sonra siyasete dönüşüyor. bu direniş bir başka siyasi örgüte prim kazandırmamalı. bu toplumsal, sivil bir faaliyettir SİYASİ BİR ÖRGÜTE MÂL EDİLMEMELİ.

Muhalefet de devletin suçuna ortak!
muhalefet "protestolarda gaz bombalarıyla müdahale edilmemeli" deseydi gezi'de taksim'de o kadar kardeşimiz astım krizlerine girmezdi. muhalefet gezi direnişinde devletten çok da farklı bir politika izlemiyor.

politik görüş,
ırk,
inanç,
ayırt etmeden TÜRK BAYRAĞıMıZ altında TÜRK BAYRAĞıMıZA yakışır şekilde dostça ve kardeşçe protestomuzu yapacağız.

Protesto esnasında ya da sonrasında ASLA Türk Polisiyle karşı karşıya gelmeyeceğız.

ASLA TÜRK POLİSİNE TAŞ ATMAYACAĞIZ. HAKARET ETMEYECEĞİZ, SLOGAN SAVURMAYACAĞIZ. DiĞER HERKESE, HER ŞEYE YAPTIĞIMIZ GİBİ TÜRK POLiSiNE KARŞı DA DOSTÇA VE EFENDiCE BiR TAVıR TAKıNACAĞIZ.

lütfen protestoya yanınızda politik görüş, ırk, inanç belirten eşyalarla gelmeyin. PROTESTO ESNASINDA VE PROTESTO SONUNDA ELiMiZLE KOLUMUZLA SiYASi GÖRÜŞ BELİRTEN HAREKETLER YAPMAYACAĞIZ. dediğimiz gibi bu direnişte muhalefetin tavrı devletinkinden pek farklı değil.

FENERBAHÇELisi,
GALATASARAYlısı,
BEŞİKTAŞLıSı,
TRABZONSPORLusu,
ATEiSTi,
TÜRKÜ,
KÜRDÜ,
ÇERKEZi,
LAZı,
APOLiTiĞi,
AKPLiSi,
CHPLiSi,
MHPLiSi,
...
bugün OMUZ OMUZA olmalı.

HER NE KADAR GELENEKSEL MEDYA, haberlerine KONU ETMESE DE DEVLET ŞU AN PROTESTOCULARI BOMBALAYARAK insalık SUÇU işliyor.

VE EN Önemlisi, ASLA PROVOKATÖRLERE prim vermeyeceğiz.

ASILSIZ HABER, DUYURU Yapmayacağız.

Sadece Gezi Parkı için değil!
Gezi Parkı'nda hiçbir taşkınlık yapmamasına rağmen yaralananlar için!
Geleceğimiz için!
Halkımız için!
Reyhanlı için!
Şehitlerimiz için!
ifade özgürlüğümüz için!
Haklarımız için!
Türkiye Cumhuriyeti için Türk Bayrağını AL GEL!

Ve ayrıca olayları takip etme amacıyla oluşturduğum bir listem var, takip etmek isterseniz.






Anne bizde niye yok? #2

Keşke bu cümleyi hiç kullanmasam ama kullanıyorum işte, biliyorum biraz da itici duruyor bu tarz sitemkarlıklar ama "biz" derken ki "biz" beni de kapsıyor. Çuvaldız hep bir tarafıma giriyor yani rahat olun.

"Yaratıcılık" sözcüğünden irkilen bir toplumuz, "tööbe hâşa yaratmak Allah'a mahsustur." demeye hemen hazırız. Hatta refleks edinmişiz. Böyle bir toplumdan (üstelik genç nüfus manyağı bir topmundan) yaratıcı işler/fikirler bekleyemiyorum işte. Kendimize ait fikrimiz yok ki? Öğretmen, anne, baba zoruyla birkaç bir şey yapıyoruz sonra hayatı bundan ibaret zannederek geberip gidiyoruz. Aklı, zekayı taklitcilik ve öğretilmişlikte kullanıyoruz. Alın karşınıza 17 yaşındaki bir genci, sorun bakalım bu yaşa kadar ne yapmış? hangi projelerde yer almış? (bak hangi projeler yapmış demiyorum bile) alacağınız yanıtlardan farkedeceksiniz ki 17 yaşına kadar yaptığı bütün projeler başkalarının fikri, ya da başkalarının zoruyla sıçılmış işler.

http://www.youtube.com/watch?v=0brıXoLMvZ4

Ama imkansız değil be hacı, şimdiden (çocuklarımızı) eğitime başlasak üç bilemedin dört nesil sonra bizim toprakların çocukları da yaratıcı işler yapar.




Suriyeli Mülteciler ve Kahramanmaraşlılar

Esed'in şiddetinden kaçan vatandaşları Türkiye sınırlarına dayandılar. Devlet büyüklerimiz Suriyelileri mülteci kabul edip Kahramanmaraş'a da dahil birkaç şehre mülteci kampları inşaa etti Suriyelileri de ilk aşamada bu kamplarda ağırladı. Adı da sempatik olsun diye "Çadırkent" diye anıldı, hâla da öyle anılır.

Kahramanmaraşlılar genel olarak devletin bu hamlesini yerinde ve gerekli buldular, kamplara herkes elinden geldiğince yardım götürdü. Kimisi kılık-kıyafet, kazak götürdü kimisi yemek götürdü kimi ev kadınları gönüllü olarak (para beklemeden) orada işe başladı. Genel olarak halk şöyle düşünüyordu "ülkeleri karıştı, bayrakları tehlikede, saldıracak güçleri yok, bu kamplara gelenler çocuk ve kadın, ülkeleri tekrar olağanlaştığında gidecekler" tabii ki yetkililer halkı bu tarz düşündürdü.

Çok değil kamp faaliyete geçtikten 2 hafta sonra iğrenç söylemler dolaşmaya başladı. Ve bir arkadaşım bizzat AK Parti kadın kollarından şu söylentiyi duyduğunu söyledi.

"Kadın mülteciler, kamp çevresinde kendilerini, çocuklarını pazarlıyorlar, cüzi paralar karşılığında orospuluk yapıyorlar." Bu itham Kahramanmaraş Ak Parti Kadın Kollarında görev yapanlara ait.

Bunu duyduğumda "yok artık! yalandır abi olur mu öyle şey!?" gibi bir tepki verdim. Üzerinde durmadım. Zaten gerçekleyen bir şeye de tanık olmadım. Haftaiçi her gün kampüse Kamp'a en yakın anayoldan gidiyorum. O çevrede de insanlar tanıyorum. Hiçbir ahlaksızlık ithamı duymadım.

Şunu anlatmaya çalışıyorum, Kahramanmaraşlılar (ve muhtemelen kamp kurulan diğer memleketliler) mültecileri ilk başta kucaklasa da sonrasında tedirginleşmeye başladılar.

Çünkü söylendiği gibi mülteciler çocuk, kadın ve ihtiyarlardan oluşmuyordu. Benden sağlıklı adamlar da görüyorduk.

Ayrıca şunu not etmezsem ayıp olur, Kamp kurulması için Kahramanmaraş'ın da seçilmesinin sebebi Kahramanmaraş'ın Ak Parti'ye kemiksiz %80+ oy çıkarması gibi geliyor bana. Kahramanmaraş, diğer kamp kurulan şehirler gibi Suriye sınırında değil. Kahramanmaraş, Türkiye'nin akdeniz bölgesinde, hatta Akdeniz bölgesinin iç Anadolu sınırında bir şehir.

Mülteciler kamplarda kalmadı. Halkın içine girmeye başladılar, benim sokağımda bir aile viraneden hallice bir ev tutmuş oturuyorlar.

Kahramanmaraşlılar Mültecilerin Kahramanmaraş ekonomisine, sosyolojisine doğrudan etki etmeye başladığı görünce biraz daha tedirginleştiler. Suriyeliler artık Kahramanmaraş'ta hemen her sektörde işlere girip çalışıyorlar. Ve Kahramanmaraş öyle gökten iş yağan bir şehir değil. Nüfusun hatrı sayılır bir kısmı işsiz, iş arayışında. Sonra halk gördü ki Suriyeliler iş imkanlarına ortak olmaya başladı. Ev tutup çarşıda, çarşıya yakın mahallelerde yaşamaya başladılar. Planlandığı gibi kamplarda kalmadılar.

Halk giderek tedirginleşmeye başladı. Bir Suriyeli çocuğun lokantaya girip kasadaki personelden para dilenmesine bizzat şahit oldum. Kasadaki personel Suriyeli çocuğu hayli sinirli bir tavırla kovdu lokantadan. Ben de kasaya yönelmiş hesabı ödeyecektim, personele sordum "ne istiyor? neden bu kadar kızdınız?" Personel "Abi tüm esnaflara dilenip ceplerini parayla dolduruyorlar, bu çocuğun bugün benden kaçıncı para dilenmesi sayamadım" dedi.

Bugün tanık olduğum olay ise bu dilenme olayından katbekat canımı sıktı. Anlatmadan önce ön bilgi vereyim, Kahramanmaraş'ta "Anarşik hareketler" olmaz. Burada çocuklar kandırılıp polise, askere karşı saldırılara maşa yapılmaz. Şu zamana kadar çocukların toplanıp bir şeyleri taşlamasını ne duydum ne de gördüm. Ama bugün Kahramanmaraş'ta hem de benim oturduğum sokakta çocuklar Suriyeli mülteci aileyi taşladı. Bağırma seslerini duydum balkona çıktım ama geç kalmıştım. Tanık olan bir çocukdan dinledim bizim sokakta ev tutup oturan mülteci aile (anne ve çocuklar) sokakta dolaşıyorlarmış ki bir grup çocuk suriyeli aileye atmaya başlamış. Mülteciler evlerine kaçmış. "Niye taşlamışlar?" diye sorduğumda "Mülteci ailenin erkek oğullarından biri o taşlayan gruptan bir çocuğa tokat atmış" yanıtını aldım. işin aslı nedir ne değildir bilmiyorum. Duyduğum bu.

Sonuç olarak halk Suriyelilere kızmaya başladı. Karşılıklı sürtüşmeler ufak ufak kendini gösteriyor artık. inşallah büyümeden son bulur. Ama maalesef bu pek beklediğim sonuç değil.

Reyhanlıdaki bombalı saldırıdan sonra gazetelerde ve tvde pek haberleri yapılmasa da Reyhanlılar saldırganlaştı ve saldırının hedefi mültecilerdi çünkü halk Suriyelileri sorumlu tutuyordu. Zaten uzun zamandır tedirgindi, endişeliydi.



Ben siyaset (politika) bilimi falan okumadım -öyle fazla hayat tecrübem de yok 20 yaşına yeni girdim- ama Mültecilerin halkın arasına karışması halkı tedirgin, endişeli ve hatta saldırgan yapacağını tahmin ediyordum.

Kendi vatandaşımıza ne kadar iyi bakabiliyoruz ki?

Kendi vatandaşımıza ne kadar işsizlik konusunda yardımcı oluyoruz ki?

Kendi vatandaşımıza ne kadar refah, huzur, güven sağlıyoruz ki?

Elin mültecisine kucak açıyoruz?

Allah sonumuzu hayır etsin.




keşke tanklar sadece resmi geçitlerde kullanılsa

Oyuncak tanklar, tüfekler, tabancalar tedavülden kalksa. Kimse kimseyi öldürmese, öldürmek için teknoloji üretmese. Hayat bayram olsa.

Ama olmuyor işte. Her zaman birileri "sınırları korumalıyız!" alarmı vermemize neden oluyor. Sınırlara korkudan değil saygıdan dokunulmasa gerek kalmaz tanklara, tüfeklere.

Anti-militarist değilim. Militarizm gerekli olmasa kimse o tankları, ölüm saçan savaş uçaklarını keyfiye kullanmaz diye düşünüyorum.





Stumbleine, Au Revoir Simone'n kuzeni olabilir

2013 yılında pek müzik, müzisyen, müzik grubu keşfetmiyorum. oysa 2012 bol müzikli bir yıldı benim için. 2013'te tanıdığım kayda değer tek müzik grubu Stumbleine.

Favori Stumbleine müziğim The Corner of Her Eye



Hiç kimsenin bağdaştırmamasına rağmen ben tarz, üslup bakımından Stumbleine'i Au Revoir Simone'e yakın buluyorum.

Ayrıca Au Revoir Simone de yeni şarkılar yapıyormuş. Şu sıralar aldığım iyi haberler bunlar.




iyi ki varsın amelie les crayons

ne zaman kafam odama sığmasa, herkese küfürler hazırlasam, canım yansa, rahatlama ihtiyacı duysam kulağımı bir fransıza emanet etmiş buluyorum kendimi. benim terapim de bu.




Mehmet Fıstık kendinden sürprizli biridir





anne ben anagramist oldum

Anagramistlere bir kısa film senaristleri grubu da diyebileceğimiz. Edebiyat yapmaya meyilli Afili Filintalar özentisi bir ekip anagramistler. Şimdilik format oluşturma aşamasındayız. inşallah bir şeyler yaparız.Fikir babası benim gibi. (aksakallı) ibrahim Aksakal ve (fıstıklı) Mehmet Fıstık ile yola çıktık. Ama çıkmamış da olabiliriz.

Tam olarak ne mi yapacağız?

ilk hedef kısa filmler çekmek. sonrasında müzik grubu da kurmak istiyoruz. seçkin insanların üye olduğu bu ekipte her üye en az bir alanda bilirkişi olacak. Yani böyle bir ütopyanın peşindeyiz. Bakalım hayırlısı.

anagramistler'e ulaşmak için,

managra.blogspot.com

youtube.com/anagramistler

twitter.com/anagramistler

fb.com/anagramistler




Yenilenmek lazım #4

Hafiften bir yağmur yağıyor, kimse umursamıyor ama... hiç kimsede şemsiye yok. Belki de onlara yağmur yağmıyordur. Hava günlük güneşliktir, bilemiyorum. Bir çok şeyi bilemiyorum şu sıralar. Bildiklerim ise hatrımda pek oyalanamıyor. Sürekli yenileniyorum sanki.

Bu belediye banklarını çok seviyorum. Belli ki belediye benim gibiler otursun diye yapmış. insan her işte tekrar yaparak ustalaşıyor galiba, yeni başlanmış bir işte usta olmak pek zordur. Özal'ın öldüğünde henüz reşit değildim. Epey yaşadım yani ama hâla hangi alanda uzmanım bilmiyorum.

Belki de bilmemek alanında uzmanımdır.

Sadece düşünüyorum, başkaları sadece hareket ediyor. Şimdi de bir adam yüzüme gülümseyerek bakıyor ve bana doğru yaklaşıyor. Önünde, özü mavi renkli bir önlük bağlı. Az ilerdeki Kokoreç otobüsünün sahibi galiba.

Kokoreççi: Selamun aleyküm genç

Ben: aleyküm selam abi

Kokoreççi: Bugün nasılsın?

Bugün nasılsın mı? hergün burada mıyım acaba?

Ben: iyiyim abi, hergün burada mıyım ben?

Kokoreççi: Hergün değil de arasıra gelir oturursun buraya, denizi izlersin. Aslında hep denizi izleyen birileri gelir oturur buraya ama senin kadar izleyeni görmedim. Herkes çabucak sıkılır. Sen saatlerce izleyebilirsin.

Ben: Nasıl beni bu kadar iyi tanıyabiliyorsun?

Kokoreççi: Yine başladık

Ben: Neye yine başladık?

Kokoreççi: Soru yanıtlamaya, oğlum işin gücün soru sormak lan senin. Gül gibi eşin var git birlikte ol, gez eğlen.

Ben: Eşimin olduğunu biliyorum ama adını dahi hatırlamıyorum.

Kokoreççi: Nerde olduğunu biliyor musun?

Ben: Hayır, sen biliyor musun?

Kokoreççi: Sen kocası olarak bilmiyorsun ben birkaç kez kokoreç satmış esnaf olarak hiç bilmem.

Ben: Doğru söylüyorsun.

Kokoreççi: Hasta olduğunu hatırlıyor musun?

Ben: Pek sayılmaz.

Kokoreççi: (gülümseyerek) Olumlu gelişme var sanki. Daha önceki konuşmalarımız da bu kadar çok şeyi hatırlamıyordun.

Ben: Daha önce, ne kadar zamandır tanışıyoruz?

Kokoreççi: Altı aya yakın bir zamandır ben buradayım sen de birkaç haftada bir buraya gelirsin, birkaç saat sonra da eşin gelir seni alır, birlikte gidersiniz.

Ben: Yani biraz sonra yine eşim gelip beni alacak?

Kokoreççi: Muhtemelen, evet.

...

Ben: Deniz çok güzel be abi, insan izlemeye doyamıyor

Kokoreççi: Denizin güzel olduğuna şüphe yok. Birçok insan deniz sayesinde evine ekmek götürüyor. Bir bakıma ben de denizden ekmeğimi çıkarıyorum

Ben: Nasıl? sen balık satmıyorsun ki?

Kokoreççi: (gülümseyerek) Yine bu soruyu sormanı bekliyordum, özlemişim. insanlar deniz kenarına biz seyyar esnaflardan kokoreç yemeye de geliyorlar. Bir bakıma denizden ekmeğimi çıkarmış oluyorum

Ben: Evet, mantıklı. Sence eşim ne zaman gelir?

Kokoreççi: Bilmem, uzun sürmez galiba. Müşteri geldi ben ekmek tekneme döneyim, bekle burada eşin gelmezse ben gelirim

Ben: Tamam abi, işine bak

...

Şu vapurları kim itiyor Allah'ım? nasıl bir kudret.

...

işte bir kadın yaklaşıyor bana doğru, galiba eşim bu. Allah beni kahretsin! eşimi yüzünden tanıyamıyorum.

- Ateşiniz var mı?

Ben: Sen benim eşimsin değil mi?

- (şaşkınlıkla ve sevinçle) Akif! hatırlıyorsun!

dedi ve bana sarıldı. hiç bozuntuya vermedim.

Ben: Evet hayatım, hatırlıyorum

- (sıkı sıkı sarılmaya devam ederken) Biliyordum bitanem iyileşeceğini biliyordum

...

Bir müddet sarılıp, koklaştık birbirimize iltifatlar ettik. Artık adımı biliyordum. Adımı soranlara "bilmem" demeyecektim.

- Hadi doktora gidip bu gelişmeyi söyleyelim

Ben: Olur ama hâla yer yön konusunda aşırı unutkanım, ne taraftan gideceğimizi bilmiyorum

- Tamam bitanem, beni ilk bakışta hatırlıyor olman bile güzel bir gelişme.

Ayağa kalkmıştık ki, Kokoreççi geldi.

Kokoreççi: Acıkmışsınızdır kızım istersen birer porsiyon yapayım bir şeyler?

Ben: iyi olur aslında acıktım sanki

Eşim: Tamam bitanem acıktıysan yiyelim bir şeyler

Kokoreççi: Hemen hazırlıyorum

Kokoreççi hızlı adımlarla otobüsten bozma mutfağına gitti. Giderken eşime eliyle gel işareti yaptı.

Eşim: Hemen geliyorum hayatım, Kokoreççiye yardım edeyim

diyerek Kokoreççinin yanına gitti. Ben denizi izlemeye devam ediyordum. Az sonra eşimle kokoreççi geldi.

Eşim: (üzgün bir yüz ifadesiyle) hayatım, sen 1 porsiyon kokoreç yiyeli 1 saat bile olmamış. Hatırlamıyor musun?

Ben: Bitanem bugün hiç kokoreç yemedim ki

dedim ve eşim yanıma oturup ağlamaya başladı.

Kokoreççi: Özür dilerim kızım, senin geleceğini söylediğimden, sen gelip bir şey sorunca eşin olduğunu tahmin etti galiba. Kokoreç yermisiniz diye sorarak denemek istedim. Benim kabahatım

dedi.

Eşim hâla ağlamaya devam ediyordu. Sarıldım ve tüm gücümle eskilerden bir şeyler hatırlamaya çalıştım. Hatırlarsam eşim sevinecekti.

Ben: Yenilenmek lazım!

dedim.

Beklediğim gibi oldu. Eşim gülümseyerek bana sarıldı.

"Yenilenmek lazım" derken ne demek istediğimi bilmiyordum. Önemi de yoktu. Eşim gülümsüyordu çünkü.




[Pollyanna mod on] Hava çok güzel

Bugün 11 Mayıs 2013. Kahramanmaraş gibi bir akdeniz şehrinde kavurucu sıcaklar olması lazım.

Ama bir uyanıyorum Şimşekler çakıyor, gök tüm heybetiyle gürüldüyor. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor.

Birgün önce sıcak yüzüzden t-shirtle dahi rahat edemiyorken bugün montsuz hatta paltosuz dışarı çıkılmaz bir hava var.



Bu harika! çünkü havanın ısındığını gören börtü böcekler gün yüzüne çıkmıştı. Şimdi soğuktan ölecekler. Ve daha az böcekli bir yaz mevsimi geçireceğiz. Tabii yaz mevsimi gelirse.




internetteki sen sen değil

Elinize bir video kamera geçtiğinde iyi tanıdığınız birini, arkadaşınızı, kuzeninizi "videoya kaydediyorum bir şeyler anlat" diyerek uyardıktan sonra kayıta başlayın. Kamera üzerindeki ekranda göreceksiniz ki kamera önündeki kişi sizin yıllardır tanıdığınız arkadaşınız değil.

Biz bu duruma "kamera insanı bozuyor" diyoruz. hakkaten öyle, "bozulmak" her zaman alçaltıcı anlamda değil tabii, bazen kişi kayıt edildiğinde daha efendi biri olup çıkabiliyor ama genellikle ne yaparsa yapsın samimi gelmez. Genellikle görüntüsü ya da sesi kaydedilen bir adam başkalaşır. Kendi olamaz. Bu durumu illaki tecrübe etmişsinizdir ya da edeceksinizdir aceleci olmayın.

Hal böyleyken internet denen mecrada da yaptıklarımız kaydediliyor ve şu internete sağladığımız içerikler, yorumlar, eleştiriler içimizdeki bir benliği yansıtıyor olsa da her zaman sergilediğimiz baskın benliğimize ait olmayabilir. Bu konuda gerçekten ciddiyim ve delillerim var. Laflar hazırladım.

Kamera karşısındayken nasıl oynuyorsak (farklı bir benliğimizi sergiliyorsak) internette de farklı bir benliğimizi sergiliyoruz, oynuyoruz.

Bu durumun çok fazla dezavantajı var.

#Aşk

internette tanıştığınız birine aşık oluyorsunuz, fikirlerine hayran kalıyorsunuz falan ama yüzyüze görüştüğünüzde internette sağlanan akışkan iletişim sekteye uğruyor. Aksamaya başlıyor. Çünkü internetteki sen, bazı konularda çok rahat tartışabilirken gerçek hayattaki sen bir çok konuda çekingen, ürkek...

#iş

internetteki sen, kusursuz bir takım arkadaşıyken (takım çalışması arkadaşı) gerçek hayattaki sen başkalarının fikirlerine tahammül edemiyor olabilir. internetten başvuru yaptığınız ve internetten yürüttüğünüz bir iş sürecinde patronunuz ve iş arkadaşlarınız sizden çok memnunken gerçek hayatta toplantılar, partiler düzenlendiğinde seni tanıyamayabilirler.

Bunun böyle olmasında beynimizin boşlukları doldurması yatmıyor değil. iş arkadaşlarınız ve patronunuz sizin hakkında bilmediklerini yaptığınız icraatlara bakarak dolduruyor. insanlar Sizin hakkınızda "ailevi yaşantısı şöyledir, şöyle bir durumda şunu yapar" gibi sonuçlar elde ediyor. Bunu beynin boşlukları doldurma merakına bağlıyorum.

Sonuç olarak hiçbir mecrada gerçek kendinizi yansıtamıyorsunuz. Allah'ın takdiri.




Bir gün öyle bir yazı yazacağım ki

Kimsenin okuyamayacağı kadar uzun olacak, hemen hiçkimse okumayacak ama "adam yazmış" diye iç geçirecek.

Bunu cesaretle söyleyebiliyorum da "Bir gün öyle bir konuşma yapacağım ki, herkes ayakta alkışlayacak." diyemiyorum. Niye? çünkü siyasetçi değilim, hitap kaabiliyetimin olmadığını düşünüyorum. Birine ya da bir topluluğa sözlü olarak hitap edebilmem pek söz konusu değil. Durumumun bundan ibaret olduğunu birkaç aylık radyo programcılığı deneyimim sayesinde anladım. Şimdi böyle yazınca radyo programımı bitirmişim gibi durdu, yok be abi devam ediyorum ama pek dinleyicim yok, ondan şikayetçiyim. Haliyle zor oluyor, dinlediğim tüm radyo programlarında dinleyici katkısı falan var. Ama benim yayınımı pek dinleyen yok. Dinleyenler de katılma zahmetinde bulunmuyor.

Kimbilir belki birkaç yıl sonra insanlar radyo programcılığını becerebildiğimi düşünür ve bu gibi yazılarımı okuyup "bu adam da vakti zamanında amatörmüş" derler. Veya şöyle olur, başka bir kanalda (radyo kanalından bahsetmiyorum, kanal derken sektör bağlamında) kendimi ıspatlarım, bu yazımı okuyanlar "abi adam vakti zamanında radyo programcılığıyla da ilgilenmiş." derler.

Derler de derler azizim, mesele o değil.

Mesele boyuna aşık olma gafletinde bulunuyor olmam.

Eşşeğim lan ben.

Eşşeğin ağababasıyım.

Zırt bırt birine aşık oluyorum, bu seferkinin öncekilerden farkı görüntüden çok fikirlerine aşık olmam. Kedi olalı bir fare yakaladım galiba, gerçi o beni yakalamış olabilir ama tam anlamıyla yakalamak da söylenemez. Varlığından haberdar ettirip kaçtı gibi bir şey. Ya sevmiyorum abi bu edebiyatı. hem de vize haftamda. Niye hep hayatımdaki önemli zamanlarımda kafamı böyle saçma şeylerle meşgul edecek enerjiyi bünyeme katacaklara açık kapılar bırakıyorum ki?

Ya da ben eşşek miyim?

Eşşek miyim, değil miyim buna ben karar veremem ama hayatımı pek insancıl idame ettirmediğim ortada. Kimsenin okumadığı yazılar yazıp, kimsenin dinlemediği radyo programları yapıyorum.

Her yerde açık etmesem de şimdi yeni bir medya işine daha girişme arefesindeyim, senaryo yazıyorum!

"Hamileyim!" der gibi hissettim la kendimi. Hani Nietzsche mi demişti öyle? "When Nietzsche Wept" eserinde Yalow öyle şeettirmiş.

Google'dan yardım almadan niçe yazmaya çalıştım, galiba başardım şimdi onun doğruluğunu kontrol etmeyecek kadar da üşengeçim.

Her neyse, senaryo yazıyorum derken olay şöyle başladı.

2 Yıl kadar önce kuzenlerle elim ama bir o kadar tecrübe doğuran, eğlencelik bir macera yaşamıştık. Bu macerayı "Bir gece" adı altında bir kısa film senaryosuna çevirmiştim, kuzenler de "şurasını şöyle yapalım hafız" falan diyerek yontmuşlardı. Amaaan kurgulamışlardı.

O senaryomu birkaç kişiye gösterdim de beğenenler oldu, "başlamadan vazgeç hafız" diyenler oldu, "kim sana gaz veriyor da yazıyorsun la" diyenler oldu... Her görüşü sentezledim genel kamu oyu "çalışırsan yaparsın hafız" çıktı.

O gün bugündür senaryo yazmaya çalışıyorum da sorunlarla karşılaştım. En önemlisi bu senaryoları filmleştiremeyecek olmamdı. Devir öyle bir devir ki babasına kuvvet! herkes sanatçı, herkes oyuncu, herkes bestekar, herkes senarist... 350 tl'ye kıyıp video kamera alan herkes yapımcı kesiliyor. ipini koparan film yapıyor.

Ben bu sıradanlıklardan arınıp sevdiğimle Alaska'da bir otobüste yaşamak istiyorum. Geyik avlayıp, sinekler lavralarını salmadan eti parçalayıp mangal yapılabilecek kadar incelttikten sonra boyuna protein tüketip, (üremeden) sevişip azrail gelinceye kadar gökyüzünü izlemek istiyorum.

Şu kaçmaya çalıştığımız sistem o kadar ustaca inşaa edilmiş ki, ne yapsak boş.

Alaska'yı görmeden öleceğiz hafız. Bence The Adjustment Bureau (2011) filmini sabırla sonuna kadar izleyin, harika bir sistem eleştirisi var. Film hakkında da bundan fazla şey yazmam gayrı, spoiler falan olur uğraşamam şimdi.

işin aslı yazıyı kimse okumayacağından burda sayfalarca spoiler versem de kimsenin umrunda olmaz da, yine beyefendilik bende kalsın.

Dikkat ettiyseniz şu an, hiç cevap vermeyen birine tüm aklımdan geçenleri anlatır gibi yazıyorum. Maksatım baca temizliği. "Peki faydası oluyor mu?" derseniz pek sayılmaz.

insan birileriyle oturup konuşmak istiyor hafız. Ama sistem etrafımıza oturup konuşmak isteyeceğimiz insanlarla tanıştırmıyor ki...

Hep hayalimizdeki karakterleri etrafımızdaki (aile, okul, çevre vb...) bedenlere monteliyoruz. Sonra o bedenin hayalimizdeki karakteri taşıyamayacağını öğreninceye kadar bulutlar üstünde yürüyoruz.

Ben size bir öğüt vereyim mi bir eşek olarak?

Siz siz olun, aşık olmayın. Ben aşık olmadan önce eşek değildim. Ha işin acı tarafı aşık olmadan önce eşekten de iyi konumda değildim. Ama yine de varolmamak, kötü varolmaktan iyidir diye düşünüyorum.

Öğüt bölümüne tam olarak değinmiş sayılmam, belki yazının sonlarına saklarım öğüt işini, ama ufak birkaç şey diyeyim mi?

Üretin abisi, bak üreyin demiyorum. Ha canınız istiyorsa onu da yapın ama üretmek üremekten de önemli. Yazarak, çizere, üreterek yaşayan biriyle sadece tüketerek yaşayan biri arasında çok fark var hafız.

Tüm bunları bir kenara bırakıp baca temizliğime devam ederken "Birgün öyle bir yazı yazacağım ki..."nin de devamını getirmiş olayım.

Şimdi öldüm diyelim,

20 yaşımda öldüm diyelim. 20 yaşım için o kadar planım varken ve bu planlarımın hiçbirini gerçekleştirememişken ölmek gerçekten ayıp olur. Ama Allah'ın takdiri der katlanırız. Hem yaşayınca trenler bulutlara sürmüyor vagonlarını... Vapurlar Bektutiye bulvarından habersiz...

"20 yaş için planların ne ki?" diyecek olursan hafız aha aşağıya kopyalayayım çok eski bir tarihte yazmıştım.
Yaş 20: yolun başı

Son birkaç aydır kafamdaki soru işareti sayısı bölünerek üreyip kafamı taşıyamayacağım kadar ağırlaştırmış durumda. Her soru işaretinin altında gelecek, kariyer kaygısı yatıyor.

Türkiye’deki işsizlik problemi beni de vuracakmış gibi bir his var içimde, şöyle ufak çaplı karekter özeti yaptımda kendime tablo pekte iç burkucu sayılmaz.

Ufak yaştan müziğe olan ilgimi bilgiye çevirebildim bir tutam piyanistlik kanı taşıyorum, Karikatür çizimi hususunda da bir yerlere varabilirim belki. Öte yandan yazarlık/şairlik kabiliyetimin olduğunu da pek çok büyüğümden duydum. Bunlar benim için alternatif kariyer olanakları asıl kendimi geliştirdiğim alan teknoloji, yine teknolojiye de ufak yaştan beri ilgi duyuyorum bu ilgiyi bilgisayarlar sayesinde bir miktar bilgiye dönüştürdüm. Asıl hedefim programlama(coder) programlama alanında bir tutam C# & Asp.NET bilgim var bu bilgiyi vakit buldukça yenileriyle harmanlıyorum önümüzdeki yıllarda daha çok programlama dili öğreneceğime ve programlama alanından tabiri caizse ekmek yiyeceğime inanıyorum. Ayrıca programlama dışında arayüz kullanımı hususunda da kendimi çok hızlı geliştirdim ve geliştirmeye devam ediyorum. Kullanmam gereken programlara(arayüzlere) adapte olmam pek vakit almıyor bu konuda bir çok saygı değer insandan tasdik aldım. Öte yandan karekterli bir insan olduğum, iş ahlakına özen gösterdiğim ve güvenilir olduğum etrafımdaki insanlar tarafından söylendikçe kendime olan güvenim artıyor.

Kahramanmaraş şu an için pek pahalı olmayan bir şehir. Ayda 1.250tl geliri olan 3/4 kişilik bir aile orta seviye hayatın üstüne çıkabiliyor. Büyük şehirlerdeki(istanbul, izmir, Ankara vb..) 7.000tl’nın karşılığı Kahramanmaraş’ta 4.000tl yani 4.000tl sabit aylık gelirine sahip 4 kişilik bir aile gayet refah bir hayat sürebilir.

Bu küçük analizden yola çıkarak Lise bittiğinde aylık getirisi 850 ila 1.000tl olan bir iş(programlama, grafik & reklam tasarım, web tasarım+moderatörlük gibi) yerinde çalışarak yalnızlığa devam eden bir hayat kurmayı planlıyorum. Bu planı hayata geçirdiğimde 20 yaşında olacağım, bu yaşın yeni bir hayata atılmak için ideal olduğunu düşünüyorum. Yeni bir hayattan kastım ayrı ev ve daha düzenli üniversiteye hazırlık. Kahramanmaraş’ta ayrı eve çıkmak büyük şehirlere kıyasla daha az masraflı çünkü 4 kişilik bir aile için en kral kiralık evlerin aylık ödemesi 500 ila 600tl. Ben tek başıma yaşayacağım ve şehrin içerisinde 300tl’lik çokta lüks olmayan bir eve çıkmam geleceğimi/kariyerimi iyi yönde etkiler diye düşünüyorum.

Çünkü çocukluğum boyunca pek yıpranmadım, neredeyse hiç iş deneyimim olmadı. Olabildiğince asosyalim, hayatım şu güne kadar projeler, dersler, sınavlar çemberi etrafında döndü durdu. Neredeyse hiç sıkıntısız bir hayat sürüyorum. Her ne kadar yaş itibarıyla ergen sınıfına dahil olsam da depresyonlara, kaprislere boğulmuyorum. Gelecek pekte karanlık değil benim için. Her ne yaşamam gerekecekse yaşayacağım.

Ayrı eve çıkacağım çünkü sorumluluk almak istiyorum kendi evimin faturalarıyla, temizliğiyle, düzeniyle ilgilenirken iş hayatını ve sosyal hayatı tam ortasından öğrenerek üniversiteye hazırlanmak bana daha yararlı olacaktır. En azından ben bunu düşünüyorum.

Anneme 20li yaşlarımda ayrı eve çıkacağımı söylediğimde saçmaladığımı söyledi. Annem cephesinden bakınca gerçekten düşüncem saçma çünkü zaten evde tek çocuk benim ev yeterince büyük, iki ihtiyar(Annem Babam) benim üniversite kazanmama engel teşkil etmez. Ama ben bu yaşıma kadar hayatı toz pembe yaşadım hep bahsedilen hayatın zorluklarını tam ortasında yaşamak ve baş etmek istiyorum. Bu gücü 20 yaşında hâla kendimde görmeye devam edersem o ya da bu şekilde şu anki kariyer planımı başlatacağım.

ilk yılda(lise son) üniversite kazanmam oldukça zor çünkü lise son sınıfta staj göreceğim stajın yanı sıra haftada 2 gün okul maratonum var meslek lisesinde okumak özellikle bu eğitim sistemi içerisinde hiçte kolay değil. Lise sondaki temel hedefim sınıfı geçip diplomayı almak olacak. O yüzden ilk yıl kafadan üniversiteyi kazanamamış olacağım. Lise 1′de bir takım hatalar yaparak sınıfta kaldım, üniversiteye tam anlamıyla hazırlanmam bu iki sebepten dolayı 2 yıl gecikmeli başlamış olacak. Yaş 21 olacak. emekleme dönemi.

Yürüdüğüm yoldaki üniversite ışığını kaybedene kadar kararlı bir şekilde ilerlemeye devam ederim ama olmayacak bir hedefin peşinde koşmanın ne kadar anlamsız olduğunu biliyorum. Baktım üniversite kazanamıyorum pes eder, kendimi özel sektörde ıspatlamaya çalışırım.

20. yaş benim için belki dönüm noktası olacak ama belkide 18′li yaşların yanlış psikolojisiyle bu kadar net bir rota çiziyorum. Bunu öğrenmem için Lise’nin bitmesi ve benim kendimi boşlukta hissederken sorgulamam şart.
Onca şey söylemişken üniversiteye hazırlanan gençlere de birkaç şey söylesem iyi olur. Üniversiteye olabildiğince düşük beklentilerle başlayın gençler. En önemlisi okuyun, bilgilenin, kültürlenin. Ve kafanız basıyorsa siyasetçi olun, eğitim sistemindeki saçmalıkları onarın. Çünkü hep dediğim gibi, torpille bakan olmuş adamlar(?!) değil bu sistemin çarkında eciş bücüş kalmış ama yılmamış çalışmış mevki sahibi olmuş adamlar! onarabilir bu sistemi.

Benim gibi eşşoğlu eşşekler değil, hakeden insanlar bu ülkede söz sahibi olsun artık. Söz sahibi olsun derken bu bir deyim, bu sözümden "eşşoğlu eşşekleri susturun" gibi bir anlam çıkarmayın. Herkese ama herkese konuşma, kendini ifade etme hakkı verin ama sadece mantıklı, doğru olanları ciddiye alın. Uygulayın.

Üretmeden üremeyin.




Müziğe biraz Fransızım evet

Öyle ki, Mayıs ayı benim için doğum günümden çok Vanessa Paradis'in "Love Song" albümü. Dün yayınlanan şu klibi de buraya montelemezsem ölürüm.


Şu yaşıma kadar hiç Vanessa Paradis dinleyen biriyle karşılaşmadım. Ya da Mina Tindle. Ne bileyim, tuhaf bir müzik anlayışım varsa demek ki... Etrafımdaki kimse benim dinlediğim müzikleri dinle(ye)miyor.

Müzikte biraz farklılık, biraz da doğallık arıyorum.


Bulabildiklerim de maalesef ülkemiz sınırlarının dışında oluyor. Şu yaşıma kadar hiç konsere gitmeyişim de belki bu yüzdendir. Vanessa Paradis Kahramanmaraş'a geldi de ben mi gitmedim? iki elim kanda olsa giderim lan.

Ama hiç tavsiye etmiyorum hemşerim. Serdar Ortaç dinle, Demet Akalın dinle, en iyi ihtimalle Sezen Aksu dinle. Mina'lar, Emilie'ler, Vanessa'lar dinlenilmiyor toplumumuzda, yalnız kalıyorsunuz.

Ayrıca başıma bir iş gelmeyecekse Gabrielle Aplin'in dedesinin falan Türk olduğunu düşünüyorum.




Başımıza Türk Kızı kadar taş düşebilir

Ön uyarı: Bu yazıyı rahat bir üslupla yazdığımdan yer yer küfürler okuyacaksınız. Ya da bu sayfayı kapatıp okumayacaksınız bilemem.

Son zamanlarda sosyal ağlarda özellikle de sözlüklerde "Türk kızı şöyledir, şudur, şunu yapar" gibi yerici tanımlar, genellemeler yapılıyor.

Ekşi Sözlük'te "Türk kızı"

Bazılarına katılıyor olsam da eklemek/düzeltmek istediğim şeyler var.

Anladığım kadarıyla Türk kızları, Türk erkeklerini tatmin edemiyor. Sadece cinsel anlamda değil, duygusal anlamda da. Belki de Biz Türk erkeklerindeki bu tatminsizliği Avrupa, Amerika ile başlayan sanrılı cümlelerimiz var ediyor. Hayal gücümüzü kullanıp sonra "Anne bizde niye yok?" moduna giriyor olabiliriz.

Avrupa'da kaldırımdan yola ayak bastın mı kızlar oral yapıyor sanıyoruz. Çünkü öyle anlatılıyor. Ama işbu değil, bu işi yapanlar muhtemelen parasının/ekmeğinin peşindeki fahişelerdir. Onu bizim buradaki fahişelerde yapıyor, bastırıyorsun parayı götürüyorsun karıyı.

Her neyse Biz Türk Erkeklerinin Türk Kızını bu kadar ağza laf yapmasında Türk Kızının payı yok değil. Sonuçta Türk Erkeklerinin annesi de Türk Kızı değil mi?

Demek ki analar her zaman hayırlı evlat yetiştiremeyebiliyor. Hatta bazı analar kendi elleriyle hayırsız evlat yetiştiriyorlar, "amaaan o sürtüğe çok yüz verme oğlum, oyna, eğlen sonra at bir kenara, o kızdan bize gelin olmaz" diyen analar keşke sadece kurmaca filmlerde, kitaplarda, dizilerde olsa.

Her fırsatta Türk Kızını yeren erkeklerin anaları da Türk kızı. Belki de Türk kızları kendilerinden memnun değillerdir? Oğullarını bu yönde programlıyorlardır? "Kişi kendinden bilir işi" deyü bir ata sözümüz var sonuçta.

Eğitim çok önemli şey hafız. Her şey eğitimle başlayıp eğitimle bitiyor.

Katıldığım yermelere gelecek olursak...

Maalesef bizim kızlarımızda ürkeklikle ukalalık arasında gidip gelen yoğun bir tavır var. Sürekli "ay beni sikecekler" kaygısıyla yaşıyor gibiler. Bu konuda da eğitimin payı büyük, artık analar kız evlatlarını da nasıl programlıyorsa, Biz Türk erkekleri üzerimizde "aç kurt" yazılı pankartlarla geziyor muamelesi görüyoruz.

"x kırtasiyeye nasıl gidebilirim acaba?" gibi kibarca bir cümle kuruyorsunuz, tanışmak istiyormuş muamelesi görebiliyorsunuz. Ama her zaman dediğim gibi genellemek yanlış olur tabii ki. "Tüm Türk kızları bunu yapıyor" demiyorum. Bazen çok aklı başında, insancıl olanları da çıkıyor. Mesela birgün bir kırtasiye arıyorum, bir arkadaşım buluşmak için orayı önerdi, ben de "orayı bilmiyorum hafız" demek yerine "tamam bulurum" dedim. Çıktım yola, sora sora gidiyorum son olarak bir kıza sordum "x kırtasiyeye nasıl gidebilirim?" diyerek, kız "ben de o tarafa gidiyorum, birlikte gidelim" dedi. Kırtasiyeye varıncaya kadar okuldan, eğitimden konuştuk. Hiç de "hadi sevişelim" demenin yolunu kollamadım yani.

Şimdi yazdıkça aklıma geliyor, bir keresinde de yaklaşık 1 saatlik şehiriçi otobüs yolculuğumda insancıl bir kızla tanışmıştım, cam kenarındaydım, bir durakta otobüse binen kız yanıma "Merhaba" diyerek oturmuştu, adımı falan sormuştu, yine okul, eğitim gibi konularda 40 dakika kadar muhabbet etmiştik. Sıcak kanlı insancıl bir kızdı işte.

Yani kızlar her kuşun etinin yenmeyeceği gibi her kurt da aç olmayabilir.

Ha bazı öküz hemcinslerim, azıcık insancıl - sıcak kanlı davranan kızlara "yollu bu, orospu da olabilir" yakıştırmaları yapıyor o konuda haklısınız. O hemcinslerimi yetiştiren/eğitenlerin de Allah belasını versin ne diyeyim.

Siz ana olduğunuz da oğlunuza Türk kızını, kendinizi iyi tanıtın.




Trip

Son 1 yıldır koşulsuz şartsız tiksindiğim bir kelime var. O da "trip"

Niye tiksindiğimi bilmiyorum, ama duyduğumda kafama çekiçle vurulmuş gibi hissediyorum.

- "Ne trip atıyorsun?"

- "Tribin kime?"

gibi yazdıkça bile tansiyonumu hoplatan cümleler telaffuz ediliyor. Hayır, bu cümleler hiç bana karşı sarfedilmedi. Ama yine de sevmiyorum.

Bir daha duymak istemiyorum bu sözcüğü... sadece bu sebepten zamanda yolculuk mümkün olsun isterdim, mümkünse 2000'lerden önceki bir tarihe ya da 2200'den sonraki bir tarihe geçiş yapıp o zamana ayak uydurmaya bile çalışabilirim.

Şimdi (bulunduğum ortamlarda) Allah'ını seven "trip" kelimesini cümle içerisinde kullanmasın. Lütfen.




Uykuda 'Candan Erçetin misiniz ulan!?' diye bağırmak

Yanımda sevgilim, uyuyoruz, belki de evliyiz ama henüz çocuk yapmamışız. "Böyle bir dünyaya çocuk mu getirilir yea" kafasındayız. Sevgilim fazlasıyla güzel. Duru, sakin, şakrak... sevgili işte.

Gece 3:48 gibi bir şey, bir kez bağırıyorum ama sesim pek çıkmıyor, sonra daha yüksek sesle tekrarlıyorum.

- Candan Erçetin misiniz ulan!?
O güzelim sevgilim uyanıyor tabii, hem de panik yapıyor kızcağız, ben hâla tam uyanmamışım beni uyandırmak için dürterken "noldu safa ya" diyor uykulu uykulu.

Uyanıp önce saate bakıyorum 3:51, sonra "bitanem özür dilerim ya, kabus gördüm galiba bağırdım hayvan gibi, sarıl bana uyuyalım" diyorum.

Sarılıp 10 dakika kısık gözlerle birbirimize bakıyoruz, ama uyku yok. Kaçtı şerefsiz. "Çay yapayım mı?" diyorum, "iyi olur, uykumun içine sıçtın zaten" diyor güzelim kız. "Sızlanma sızlanma, balkonda çay içer sonra da karşılıklı bir pes oynarız?" diyorum. "Ne pes'i ya. Romantik romantik oturalım işte balkonda" diye reddediyor teklifimi.

Mutfağa gidip çay hazırlıyorum, bu arada sevgilim balkondaki masanın üzerine örtü örtüyor. "Gece yarısı çayları hazır!" diyerek elimde çayla sevdiğimin yanına, balkona gidiyorum. Üşümüş kızcağız, battaniyeye sarılmış. Bu arada saat 4:23 oldu olacak. "Beni hiç bırakma" diyorum, sevgilim de "sen de beni" diyor. Sıcak çaylarımızı yudumladıktan sonra sarılıp sokakta koşturan köpekleri izliyoruz. Bir süredir hiç konuşmamışız, saat 4:38 olmuş. "sen ne diye bağırdın ya uykunda?" diyor sevgilim. düşünüyorum, "galiba Candan Erçetin'li bir cümle kurdum" diyorum. "ama argo bir cümleydi, Candan Erçetin'e küfür mü ettin sen?" diyor. "Evet argoydu ama Candan Erçetin'e karşı değil, böyle sanki 'Candan Erçetin misiniz ulan!?' gibi bir cümle kurmuştum." diyorum.

"Çok saçma" diyor sevgilim, "bence de" diyorum ve ekliyorum, "seni bu sebepten seviyorum!"

"hangi sebepten?" diye sorarken gözlerini gözlerime dikiyor, "gecenin yarısında balkonda üşüyerek çay içebildiğim tek insansın" diyorum.

"Ben de seni bu sebepten seviyorum" diyor.

"Güzel çay yapıyorum diye mi?" diyorum.

"hayır, gecenin bir yarısı 'Candan Erçetin misiniz ulan!?' diye bağırabilecek kadar yaratıcı oluşunu seviyorum" diyor.

Gülüyoruz, gülüyoruz, gülüyoruz...



Sonra bi uyanıyorum, yanımda Tarih kitabım, sınavıma 2 saat var. O güzel kız benim değil Adam Levine'n sevgilisi Behati Prinsloo.

- "iki kez uyanılır mı ulan!?" diye bağırarak hazırlanıyorum. Sınava geç kalmamalıyım. Duvarımdaki posterle göz göze geliyorum,

kaynak, pinterest.com
Sonra taşlar yerine oturmaya başlıyor :(




Bir kızın arkadaşlık teklifi etmesi o teklifi kabul etmem için yeterli bir sebep

Yine eşşeğin örekesi kadar uzun bir başlık yazdım. Çünkü kısaltırsam anlam kayması riski var. Uğraşamam. Neyse bunlar fani mevzular kardeşş, başlığın anlam ve önemine değineyim.

Bir kız düşünüyorum da benden hoşlandığı halde bunu saklamasın... işte sırf bu yüzden o kızın teklifini kafamda %90 oranda kabul etmiş olurum. Çünkü alıştığımız bir yanlıştan kurtulmuştur o kız, "ilk adımı erkek atmalı!" saçma düşüncesinden arınmıştır.

Sevdiğini söylemenin cinsi olmayacağının farkına varmıştır. Aha bu yüzden ağzı öpülesi kızdır o.

Özet: benden hoşlanıyorsanız bunu söyleyin kızlar, hanenize artı puan kaparsınız.




ben bir x hayranıyım




























































































Evet arşiv hastasıyım

"Bu anı sanki daha önce yaşadım ya da rüyamda görmüşümdür." sözünü kullanmaktan bıktığım zamanlar kendi kendime şöyle bir karar almışım, hayatını kaydet!

O gün bu gündür yazar-çizerim, elime bir kağıt kalem geçer, o an aklımdan geçenleri not düşerim. Bir de Twitter ve benzeri platformlar icat oldu olalı dijital arşivci oldum. Kendi veritabanımı yönetebilceğim platformlar oluşturdum. Sırf hayatımı, fikirlerimi kaydetmek için. Blog yazıyorsam bu yüzden, keza şiir yazıyorsam yine aynı şekilde. Sadece yazıyla arşivlemiyorum tabii. Radyo programım sayesinde aklıma gelenleri, gündemimi sesli de arşivleyebiliyorum.

Ve şimdi merak ediyorum Turkcell, ben Twitter'da "hayat konuşunca güzel." yazdıktan önce mi yoksa sonra mı "Hayat paylaşınca güzel." sloganıyla reklam yaptı?





Yine yeniden isim arayışları

4. Yeğenim Allah'ın izniyle bu yaz doğacak.

Şimdi bu yazıyı yazmadan blogumda "isim" ile ilgili yazdıklarımı aratayım dedim de bu isim mevzusuna epey takmışım. Ya da çevremdekiler çok takmış ben de etkilenmişim.

Her neyse, müstakbel yeni yeğenim için isim arayışlarındayız.

Biliyorsunuz ki toplum olarak Arapça isim takıntılıyız. Ben buna karşıyım. Müslüman olmakla Arap olmak arasında devasa farklar var. Dini inanç olarak islamı tercih ediyor olmamız, Arap kültürünü doğrudan alıp kendi kültürümüzle değiştirmemizi gerektirmiyor. Sonuçta köklü, soylu bir ırkız ve ırkımıza kültürümüze sahip çıkmak zorundayız.

Çocuklarımıza da isim ararken Arap isimleri takıyor olmamızdan rahatsızım. Benim adım da arapça. Tabii adımızı sipariş edemediğimizden böyle bir durumdayım. Şu saatten sonra da isim değişikliğini gereksiz buluyorum. Kendi çocuklarıma Türkçe isimler vermeyi borç biliyorum.

Son olarak arapça isim takıntılı insanlar için şunu da söylemiş olayım, Araplar bir zamanlar putperestti, sapkınlardı. islam (Kuran'da belirtildiği üzre) bu sebeplerden oraya indirildi. Şimdi islam o topraklara indi diye o kültürleri üstün görüyor olmamız büyük bir yanlış/ayıp.



Nerden bulayım Türkçe isimleri diyorsanız, orhunyazitlari.appspot.com/bebekadlari.html adresinde 11 bin adet açıklamalı Türkçe isim var. Link bozulursa pdf olarak kaydettim.




Medium dediğin nedir ki?

Medium artık davetli kişilerden içerik almaya başladı. Twitter ve Blogspot projelerinde hatrı sayılır pozisyondaki bilgili, becerikli insanlar Medium projesini başlattı. Tam olarak çok yazarlı blog gibi bir şey olacak. Biraz Ekşi Sözlük biraz Blogspot biraz Twitter...

Ben de davetli kişilerdenim ve galiba davetli tek Türk de benim. Şu ana kadar benden başka Türkçe içerik yayınlayan olmadı. Sistemin şu an için kullanıcılara kapalı bölümünü print screenlerle izah edeyim.

medium-1

Öncelikle yazabilmek için yazmak istediğiniz konuda Kolleksiyon oluşturulmuş mu ona bakıyorsunuz. Şayet yazmak istediğiniz konuda kolleksiyon varsa o kolleksiyona (yazıyorsunuz) post gönderiyorsunuz. Kolleksiyon dediğimiz şey bildiğiniz kategori.

medium-4

Eğer yazmak istediğiniz konuda kolleksiyon (kategori) oluşturulmamışsa kendi kolleksiyonunuzu oluşturuyorsunuz. Kolleksiyonunuza katkı sağlayacak kişileri belirleyebiliyorsunuz.

medium-3

Yazı yayınlamak istediğinizde size bazı kolleksiyonlar öncelikli olarak öneriliyor. Katkı sağladığınız kolleksiyonlar da hem profilinizde hem de bu yazı yazma ekranında listeleniyor.

medium-2

Yazı gönderme ekranı minimal, sade ve hoş. Yazınıza istediğiniz kadar fotoğraf ekleyebiliyorsunuz. Bir tane tepe fotoğrafı ekleme imkanınız var ve diğer her paragrafınıza fotoğraf ekleyebiliyorsunuz. Yazınız içerisinde linkler ve Kalın, italik gibi stiller verebiliyorsunuz.

medium-5

Yazınıza tıklanma okunma ve tavsiye edilme istatiklerini görebiliyorsunuz.

medium-7

Profiliniz, yine sade ve minimal bir tasarıma sahip olacak.

medium-6

Profil linki Twitter profil linkiyle aynı oluyor. Sadece @ işaretiyle başlıyor medium.com/@safa gibi.




Araba kullanmaktan hoşlanmıyorum

Bazı ortamlarda bu cümleyi söylediğimde "Kadınlardan hoşlanmıyorum" demiş gibi tuhaf karşılanıyorum. 20 yaşındayım ve hâla ehliyetim yok. Başvuru da yapmadım. Yapmayı da planlamıyorum. Araba kullanmayı azıcık biliyorum. Hiç heves etmedim. Akaryakıtın ateş pahası olduğu bir devirde toplu taşımaya mecbur hissediyorum kendimi. Toplu taşımayla da şu yaşıma kadar hayatımı idame ettim.

Ayrıca toplu taşımada (Allah göstermesin) trafik kazası falan olduğunda kimse beni sorumlu tutmaz. illaki şoförler hatalıdır.

Yine de Araç kullanmaya heves edenleri anlıyorum (ben de vakti zamanında bisiklete heves etmiştim) ve onların da heves etmeyenleri anlamasını bekliyorum.

Yolunuz ve gözünüz açık olsun, kazasız belasız.




25 dakikalığına baba olmak

Bugün başıma gelen olay.

Malumunuz bugün YGS 2013'e girdim. ÖSYM sağolsun(!) şehrin öteki ucunda sınav olmamı reva görüyor. Kahramanmaraş, Sakarya çarşısından Üngüt'e sınava gidiyorum. Her neyse sınav fazlasıyla zor ve saçmaydı, Türkçe ve Sosyal bilimler dışında soru çözmeden sınav salonunu terkettim.

Kafam bozuk, birkaç durak yürüdüm, kimsenin beklemediği bir durağa oturdum etrafı izliyorum. Hava güneşli, bir bahar günü için oldukça sıcak, ancak hafiften soğuk bir esinti var. Durakta en az 30 dk bekledim. Bir ara uyuklamış gibiyim, ayıldığımda durak tıklım tıklım doluydu. Vallahi abartmıyorum, bu ÖSYM sınavlarından çıkınca kendimi tecavüze uğramış gibi hissediyorum. Gururum, onurum kırılmış gibi... dövecek - sövecek canlı arıyorum. Bana bir silah ve "Hareket eden her şeye ateş et!" emri verilsin istiyorum. Aşırı doz hırs yüklüyor ÖSYM sınavları...

Durakta oturuyorum hâla, yanıma bir çift gelip oturuyor. Kız sınava girmiş sevgilisi/sözlüsü dışarda saatlerce sınavının bitmesini beklemiş, şimdi sınavın kritiğini yapıyorlar. Ya da erkek sınava girmiş, kız beklemiştir bilemem. Konuştukça konuşuyorlar...

13 Numaralı halk otobüsünü bekliyorum. Evime, semtime giden tek otobüs o. Uyuklarken bir tanesini kaçırmışımdır, ya da onlar beni kaçırmıştır bilemem.

Tüm otobüsler tıklım tıkış geliyor. Tek binen çift iniyor. Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesinin böyle bir düsturu var. "Halk otobüste kaynaşsın" diye yapmadıkları yok hınzırların... Otobüs sayılarını yarıya mı indirmişler nedir, neredeyse otobüsler tepelerine yolcu almaya başlayacak, belki de alanlar olmuştur bilemem.

Nihayet 13 numaralı halk otobüsü geldi. Diğer otobüs ya da minibüsler gibi tıklım tıkış. 5-6 (YGS mağduru) kızla birlikte bindik otobüse, nasıl olduysa otobüse yerleşmeye çalışırken şoför yanındaki koltuğun boş olduğunu farkettim, hemen atladım tabii. Bu devirde boş otobüs koltuğu bulmak kolay iş değil.

Bir durak, iki durak, üç durak derken çocuklu bir kadın bindi. Otobüs muavini kadının 8-10 yaşlarındaki oğlunu kucağıma oturttu. Ses etmedim, edemem de zaten. Çocukla iki üç kelam laf ettik, nedendir bilmem "kardeş" diye hitap ettim çocuğa, sonra otobüsten dışarıyı izlemeye koyulduk.

Her durakta birkaç kişi daha biniyordu otobüse, camlar patlayacaktı maazallah. Sonra nasıl olduysa yanımıza YGS mağduru olduğunu düşündüğüm bir kız geldi, saçları sarıydı. Hemen yanımdaki direğe tutundu. Kucağımdaki çocuğu sevimli bulmuş olacak ki muhabbete başladılar. Nedense uykuluyum biraz, kız bi ara "oğlunuz pek akıllı" gibi bir şey dedi. O kalabalıkta muhabbet edecek cesareti ve enerjisi olan bir kıza alışık değilim. "Oğlum değil" deyip dışarıyı izlemeye devam ettim.

Sonra ne konuştuk, ne de sustuk.

ÖSYM adam olsa öğrenci seçmezdi.




Cumartesi akşamı evde oturup Halil Sezai dinlemek

Şu an yaptığım iş/eylem. Son zamanlarda çok yoğundum oysa, kafamı kaşıyacak vakit bulamıyordum. Biliyorsunuz bir de radyoculuk işine giriştim. Ama her nasılsa bu akşam yapacak hiçbir işim/meşgalem yok. Evde oturuyorum. Evde oturmakla da kalmayıp Halil Sezai Paracıkoğlu'nun yeni şarkısı "Yangın var"ı dinliyorum, bağıra-çağıra eşlik ediyorum.

Ve düşündümki bunları not defterime not etsem iyi olur. Çoluk çocuğa karıştığımda okur okur gülerim.




Üniversiteler dayakla eğitim verilen yerler mi?

Yoksa hobi amaçlı mı dovüyorlar?

Son zamanlar bu özel güvenlik işi de çok patladı ha. Memleketimizde pasif sadist falan kalmadı. Hemen başvuruyorlar özel güvenlikçiliğe.. hooop.. döv dövebildiğin kadar, arkanda koskoca rektörlük var. Devlet var. Karşında öğrenciler, mazlumlar, hakkını arayanlar.





Hayvanseverseverim

Genel olarak tüm canlıları aynı kategoriye dahil ediyorum. Yani insandır hayvandır ayırt etmeden yaşama haklarına/özgürlüklerine köstek olmamak için gayret gösteriyorum.

Ve şimdilerde farkediyorum ki hayvansever insanlara ekstra saygı duyuyorum. Hayvansever insanlar arasında kendimi daha iyi hissediyorum. Böyle olunca kendime hayvanseversever deyiveriyorum.

Hayvanları sevdiğim kadar hayvanları sevenleri de seviyorum, Bakkal mahmut abi de dahil herkesi, her şeyi seviyorum. Sadece sabahın 8'ine ders koyan koordine hocaları sevmiyorum o kadar. Bir yazımda da şaka yapmasam ölürüm sanki. Ama her şakanın bir gerçeklik payı vardır!1!!bir!1!!!!




Kimsenin dinlemediği bir radyo programı yapmak

Dünya genelinde artık "Radyo programcılığı" meslekten sayılmayan bir kavrama dönüştü. Özellikle gelişmiş ülkelerde küçük sermayelerle televizyon kanalları kurulabildiğinden hemen her türde tv kanalı var ve hemen hemen hiç kimse radyo dinlemiyor. Hal böyle olunca piyasadaki radyolar kâr amacı gütmeyen kuruluşlar gibi davranmaya başlıyor.

Henüz bu kötü senaryolar Türkiye'de gerçekleşmedi. Türkiye'de radyo programcılığı hâla bir meslek. Amma velakin internet teknolojisinin hakimiyetiyle radyo dinleyicileri azalmaya, dinamikleşmeye başladı. Radyo yayıncılarına içten içe duyulan saygı artık yerini "Ben de radyo yayını yapabilirim ki" söylemlerine bırakıyor. internet üzerinden ücretsiz Radyo yayını yapabileceğiniz web hizmetleri mevcut. bkz: caster.fm Hatta basit bir web cam ile TV programı dahi yapabilirsiniz. bkz: ustream.tv

Bu kadar yayın organı varken ve hızla bu sayı artarken paraya kıyıp son teknolojiyle radyo stüdyosu inşa etmek ve radyo yayını yapmak büyük cesaret ister. Üniversitemiz (K.S.Ü.) bu cesareti göstermiş ve öğrencilerine güvenerek KSÜ Radyo adında öğrenci radyosu kurmuş. Ben de afişlerini falan görünce hemen radyo yayını yapmak için başvurdum. Biliyorum ki böyle bir oluşum ilk zamanlarında dinleyiciden ziyade yayıncı bulamaz. Benim de Best FM'den ufak tefek radyocu asistanlığı deneyimim var. Standart bir dinleyiciye kıyasla arkaplandan biraz daha haberdarım. Düşündüm ki bu deneyimleri pratiğe dönüştürmezsem çöpe gidecek, işte meydan :)

Başvurum onaylandı ve 1 hafta kadar ksuradyo.com'dan yayınlanan prova yayınlar yaptım, üç-beş arkadaşım dışında dinleyen olmadı. 1 hafta sonrasında resmi yayınımız başladı ve şu an KSÜ Radyo yayıncılarındanım (kimileri DJ diyor)

Ve resmi yayınımda dinleyicim daha da azaldı gibi :D Salı ve Çarşamba akşamları 18:00 ile 20:00 arasında yayın yapıyorum. Yayınımız şimdilik ksuradyo.com dışında bir platformdan yayınlanmıyor. Yani frekansımız falan yok. e herkesin evinde, cebinde internet olmadığına göre dinleyici sayımızın az olması doğal. Üstelik henüz tastamam bir yayın akışına sahip değiliz, günde 2-3 saatlik yayın var bu yayından öncesi ve sonrası Türkçe ağırlıklı müzikler dinletiliyor.

Türkiye'de üniversite (öğrenci) radyosu pek tutunamamış girişimlerden, biz bir kez daha zorlamış olacağız. KSÜ Radyo, bilgili, deneyimli ve en önemlisi sabırlı insanların yönettiği bir proje. inşallah diğerlerinden farklı olur. Tutunabilir.




"Adamlar yiyor ama çalışıyor"a hiç bakılmamış bir açı


Efenim şimdilerde her sokak köşesinde yakınan gençlere rastlayabiliyorsunuz. Dertleri "abi Avrupa'da kızlar teklif ediyormuş", "15 yaşlarında vurdurtuyorlarmış" gibi şeyler. Yani ortak kanıları, "Buradaki kızlar niye öyle değil? :(" Bu soruya kendimce yanıtlarım var,

Öncelikle biz ergenler hak etmiyor olabiliriz

"Adamlar yiyor ama çalışıyor"u bağlamak istediğim yer tam da burası, tamam onlar yiyor ama çalışıyorlar da, örneğin sürekli okuyorlar, yazıyorlar, doğru şeyleri tüketip (sadece yiyecek anlamında konuşmuyorum), boyuna üretiyorlar. Biz yavrum ne yapıyoruz biliyor musun? Futbol maçlarını takip ediyoruz, biraz daha efendiysek F1 yarışlarını falan takip ediyoruz, bir araya geldiğimizde hangi manken ne yapmış, hangi ferrari kaç basarmış bunları tartışıyoruz. Bir kültür faaliyet falan hak getire yani. E hal böyle olunca çalışmamış oluyoruz, çalışmıyorsak yiyemeyiz de aslanlar.

Sonralıkla o ergenler hak etmiyor olabilir

Şimdi yukarıda bahsettiğim şeylerin bilincinde birinin kendini araştırmaya, geliştirmeye, okumaya adaması önüne geleni "yiyebileceği" anlamına gelmiyor maalesef. Bu gayretlerin farkına varabilecek kızlar tanımıyor olabilir, yani etrafındaki kızların erkeklerden beklentisi "okusun, yazsın, araştırsın, kültürlü olmaya uğraşsın" olmayabilir. Bu durumda yapılabilecek en iyi şey efendi adamlıktan cayıp piç olmak.

Kendimce uzun zamandır blog yazıyorum, az önce blog yazılarım ne kadar tepki almış diye baktım da, pek okuyucum yok. Demek ki toplumumuz okumayı-yazmayı pekte gönülden desteklemiyor.




Ubisoft'n yeni oyunu Watch Dogs



Ubisoft Mühendisleri, Assassin's Creed tecrübelerini bu yeni oyunda konuşturmuş gibi görünüyor Fragmanda. inşallah beklediğim gibi çıkar. Merakla bekliyorum.

Resmi web sayfası, watchdogs.ubi.com