"Rica ederim" diyen minibüs şoförü

Öğle vakti, okuldan çıkmışım Evliya 5 numaralı minibüs pat diye gelivermiş, hemen atlamışım minibüse. Boş bulduğum bir koltoğa kurulmuşum. Yolculuğumuzun 10. dakikasında tam gaz yola devam ederken, yolun sağında 3 (hanım hanımcık) güzel kız minibüsü durdurmuş ve,

"Milli eğitimden geçer mi?" suailini şoföre sunmuş.

Hemen akabinde şoför "hayır hanfendi" deyivermiş.

caanım kız nezaketen (minibüsü durdurdu ama binmedi ya hani o yüzden) "peki, afedersiniz" demiş ve şoför "rica ederim" demiş.

Etkileyici olacak diye düşünüp Mişli geçmişle anlattım ama bunları gerçekten, bizzat yaşadım.

Hayır her minibüs şoförü "kaba" değil ama "rica ederim" diyenini ilk kez duydum. "Allah" diyen aslan bile bu kadar şaşırtmamıştı beni.

Hayat çok garip.




Bedia'nın sırrı

Aybalam ben şimdiye kadar özünde "bedia" olan şeyi "bediha" sanıyormuşum ya la, komşu kızını hep "bediha" diye çağırırdım, itiraz etmezdi oysa...

Her neyse, bugün sabahın 7sinde otobüs beklerken, yakında yapmayı planladığım radyo programına isim düşünüyordum.

Dünyaca ünlü marka ve sloganları gözümün önüne getirip ne kadar yaratıcı olduklarını sorguladım kendimce, belki içliğinde (kışın vazgeçilmez iç giyimi) etkisiyle Victoria's Secret markasını sorgulamaya başladım.

Victoria diye biri diyor ki "bir sırrım var!" ve markanın adını da "Victoria'nın sırrı" yapıyorlar.

iş bu sırra sahip olan bedia adında bir türk olsaydı ne kadar komik bir marka gelişirdi diye düşünüp otobüs gelinceye kadar içten içe güldüm. Evet. Psikolojik desteğe ihtiyacım var.

Bedia'nın sırrı esprim müstakbel radyo programıma isim fikri ilhamı verdi. Galiba programımın adı "Profesörün sırrı" olacak.

"Profesör" derken şimdi beni ukalalık anıtı olarak algılama kardeşim, okuldan arkadaşlar biraz alaycı biraz yüceltici manayla bana "Profesör" diye hitap ediyorlar. Ben de şu yaşıma kadar lakap sahibi olmamışlığın verdiği açlıkla bu yakıştırmayı hemen sahiplendim. (müstakbel) Radyo programım için de şaheser bir fikirmiş gibi geliyor.

Radyo programıma alternatif olarak "ihtimal mimarı" ismini düşünüyorum.

Bakalım, hayırlısı.




Hayır, Birol GÜVEN yazdı da gülmedim mi?

Bizim ihtiyarlar (annem, babam) Seksenler adlı Birol Güven dizisini izliyorlar. Ben genel olarak dizi izleyemiyorum zaten ama özellikle de Birol Güven'in senaryolarını eğreti buluyorum.

Çocuklar duymasın da öyleydi.

Şimdi ihtiyarların dayatmasıyla ben de göz ucuyla Seksenler'i izliyorum. iyi hoş dizi de,

--- Spoiler ---

Rahat 25 dk araba esprisi yapıldı arkadaş. Mahallenin Pastahanecisi Sami abi, paraya kıyıp 70 model bir araba alıyor ve olaylar gelişiyor. Esnaf, sami abiyle dalga geçiyor, gırgır şamata yapıyor.

--- /Spoiler ---

özetin özeti: dizi denen şeyi, kime hitap ediyorsa onlar izlesin.




Kendini ifade edememe sorunsalı

Yeni korkulu rüyam,

Şimdi her nasıl bir ortam olursa olsun, versinler kağıdı kalemi yazarım - çizerim. Lakin anlatmaya gelince, dinleyenin reaksiyonu çok feci etkiliyor.

Jest, Minikler

Evet, minik. Minicik mimikler bile konuşmanın akışını olumlu ya da olumsuz değiştirebiliyor. Bu yüzden ki bana TV Talk Show programı falan yaptırmasınlar.

Hal bu iken, Radyoculuk konusunda fazla tutuk değilmişim gibi. Hani sadece sesimiz gidiyor ya, ve ayrıca günümüzde çok az (seçkin) bir kitle Radyolara şans tanıyor. Tüm bunlar sonucunda okulumuzun (Ksu Radyo) radyosunda yayın yapma heveslisi biri oldum. Başvurumu da yaptım. Deneme yayınları sonucu, beğenildiğim takdirde radyonun yayın akışında benim adım da yer alacak.

Yazılı ifade kaabiliyetimin yarısını sözlü ifadeye çevirebilirsem, olur bu iş.

Ayrıca biraz da egoistim sanki. Bu durum hayatımı pek iyileştirmiyor, bu konunun üzerinde durmalıyım.




Geç kalınmış bir yazı, Merhaba dünya!

Şimdi bir arkadaş blog açtı da bloglar ilk olarak "merhaba dünya!" başlıklı yazılar yazar falan diyorduk, sonra bir baktım blogumda "Merhaba dünya!" başlığı yok.

Düşündüm ki bu benim ilk blogum değil. Önceki blogumda "merhaba dünya!" başlıklı bir yazım vardı.

Niye, nasıl blog yazmak istediğimi kendimce anlattığım bir yazıydı. Lakin şimdi o yazıya ulaşmam mümkün değil.  2009 yılının eylül ayında falan yazmıştım o yazıyı.

Şimdi "Merhaba dünya!"sız bir blogum olmamalı deyip ahanda bu yazıyı yazma kararı aldım.

Niye blog yazıyorum?

Blog yazıyorum çünkü bir şeyleri bir yerlere kaydedip daha sonra dönüp o tarihteki yapıtlarıma bakmayı seviyorum. Kaydetmeyi, arşivlemeyi ve daha sonra karşılaşıp eski düşüncelerimden nefret etmeyi seviyorum. Blog, zamanın beni değiştirdiğinin resmi kanıtı oluyor bi yerde. Ek olarak, bazen konuşmak, anlatmak istediğim onca şeyi konuşacak hiç kimse bulamayınca blogum derman oluveriyor.

Nasıl blog yazıyorum?

Temel amaç arşivlemek ve sosyal çevremle bir şeyler paylaşmak. Lakin bu temel amaçların yanında ilgi duyduğum şeyleri göstermek, ilgi alanları benzer insanlarla iletişim kurmak gibi amaçlar da baskın.

Sonuç itibarıyla 2009'lu yıllardan beri bloglara ilgiliyim. 2010 yılının Mart ayından beri ise yazdıklarım arşivde mevcut. Tarzım, karakterim zamanla güncellense de kalıbım ortada.

12.12.12

Artık ben de blog yazıyorum!




Minareyi çalan coverını hazırlar

Yaklaşık bir yıldır ForOrchestra'yı takip ediyorum. Gündemden müzikleri kendilerince coverlıyorlar. Aralarında şaheser olarak nitelendirdiklerim oluyor.

Adele 'Set Fire To The Rain' For Orchestra



Carly Rae Jepsen 'Call Me Maybe' For Orchestra



Rihanna 'Only Girl ın The World' For Orchestra by Walt Ribeiro



Lady Gaga 'Bad Romance' For Orchestra



ilgileniyorsanız aklınızda bulunsun, soundcloud.com/fororchestra




Dinden soğutmak tehlikeli ve günahtır

Şimdi şu şekilde bir şey var ki Usama Bin Ladin abi, sen terörist ve örgütsel yapılanma işlerinin temeline "islamı" oturtarak dünyaya diğer tüm müslümanları bir örgüte üye olmadan (çobansız) yaşamayan, terörist adayı -birey olamamış- bireyler olarak tanıtıyordun.

Çok şükür ki ben Usama Bin Ladin'in müslüman olduğuna inanmayanlardanım. Bir üstadım derdi ki "Amerikanın oyunu bunlar, kendi kendilerine düşman modeller oluşturup diğer inançlara çamur atmaya çalışıyorlar ve de başarılılar." tam olarak böyle konuşmasa da buna yakın bir şey derdi işte.

Şimdi başınızı biraz kaldırıp, etrafınızı kolaçan etmenizi isteyebilir miyim? Bakın bakalım henüz ölmemiş Usama Bin Ladinler var mı? ya da dinden soğutanlar?

Bana göre yasadışı (illegal) örgütler dinden soğutma potansiyeline en çok sahip olanlar. Şöyle ki, yasadışı örgütler kendilerine tamamen teslim olmuş müridlere ihtiyaç duyar. Bunu sağlamanın en kolay ve sağlıklı yolu da inanç sistemini güncellemektir.

Şimdi ben bunları yazmaya, sağımda duran ekrandaki haberi izledikten sonra başladım. Haber tam olarak şu, "istanbul'da karakola saldırıp kaçan 2 teröristten biri yakalandı."

Hani bu konuyla ilgilenip, Girdap filmini izlememişler varsa tavsiye ederim. "inanç sistemini kullanırlar" derken ne demek istediğimi daha iyi algılarsınız.

Şimdi her şeyi bir kenara bırakıp yılda 150 gün oruç tutan, 5 vakit namaz kılan, fakir ve yardıma muhtaçlara maddi manevi destekte bulunan bir terörist hayal edin. Yaşamına bu kadar iyi şeyler sığdırabilmiş bir teröristin bunların yanı sıra gayrimüslim (müslüman olmayan) çocukları, kadınları ve adamları gözünü dahi kırpmadan katlettiğini, kendisine benzeyen karakterler yetiştirdiğini de düşünün.

Ne oldu?

Müslümanlığın imajı lekelendi değil mi?

müslümansınızdır ya da değilsinizdir, hangi inanç sistemine gönül verirseniz verin fakat doğru kaynaktan yararlanın. Örneğin müslümanlığa gönülden bağlıysanız bırakın yasadışı örgütler ne biliyorsa onu yapsınlar siz Kuran'ı kaynak edinin. Hristiyanlığa gönülden bağlanacaksanız Papa'yı ya da mezhep liderinizi, kitabınızı kaynak edinin. Çapulcuların inanç sisteminizden yararlanmasına müsade etmeyin. Terörist adayı olmayın.




"Pazarlaya pazarlaya bitiremedik kendimizi"

Facebook'ta genç arkadaşlar isminin yanına niye parantez içerisinde bir şeyler yazıyorlar? anlayan beri gelsin.

Hayır, bir üstad "(Sanal alemde) pazarlaya pazarlaya bitiremedik kendimizi" demişti. O cümle aklıma geliyor böyle şeyler gördükçe.

Sevmiyorum şu "Feysçiler"i ya.




Çevir dili yanmasın

ilkokul 4'ten beri zorunlu olarak ingilizce dersi görüyorum. Hâla ingilizce meramımı anlatamam. Aslında belki anlatırım da kimse anlamaz.

Hal böyle olunca insan kendine "gerizekalı mıyım lan ben?" diye sormadan edemiyor. insanlar 2 ayda ispanyolca öğrenirken ben 8-10 yıldır kıçı kırık ingilizceyi öğrenemedim. Lakin ki ingilizce öğrenimi konusunda benle aynı gelişimi kaydetmiş milyorlarca öğrenciyi görünce bizde bir çevirisel hata yapıldığını düşünmeye başladım.

Şöyleki,

"Sister"ı niye "bacı" diye çevirmiyoruz lan?

Çeviri konusunda aşağıdaki tablomdan yararlanılsa daha kolay ingilizce öğreniriz.
ingilizcesi(sözlüksel)türkçesi(bana göre)türkçesi
SisterKız kardeşBacı
BrotherErkek kardeşBirader
HomeEv, yuvaHane
My babyBebeğimYavrum
Hey my babyHey bebeğimHey yavrum
Oh my godAman TanrımAman Yarabbim

ve daha bir çok şey...




Kadınlar çok canlıdır aslanım

- Bırakıp gitti biliyor musun abi?

+ Gidecekti aslanım, ne bekliyodun ki?

- Öyle deme be abi. "Seni seviyorum" derken o kadar gerçekci bakıyordu ki.

+ Bakarlar... hem de öyle can alıcı bakarlar ki inanmazsan kendini cezalandırırsın.

- Haklısın abi, çok kez kızdım, kendime "oğlum şu kız için ölsen bile az" dedim.

+ Dedirtirler...

- Benle alay etmiyorsun değil mi abi?

+ Ne alay edecem aslanım, derdine tasdikci oluyorum işte.

- Eyvallah da abi biliyo musun "Senin için ölürüm" derdi bana.

+ Derler... kadınlar çok canlıdır aslanım, "senin için ölürüm"ü birkaç ay arayla başka başka adamlara zikredip dururlar da bi azraile veremezler o narin canı. Hatta en bi karaktersiz itoğluitin peşine takılıp ziyan ederler hayatlarını.

- Doğrusun abi.

+ Bizim gibi adamları yataklarına almazlar aslanım, bizim kalıbımız belli, paramıza ellerini verirler sadece. Kucağına indinmi kabarır fatura.

- Öyle değil abi...

+ Öyle ya da böyle aslanım, sonra götürdü mü elin müdür yeğeni, dövünür dururuz işte rakı sofralarında.

- Ağır konuşuyorsun abi.

+ Kadınlar aslanım, ağır konuşturanlar beni.




"Amca topa vursana" cümlesindeki amca olmak

Geçen yıllarda yaşadığım şey.

Aslanbey tepesinden inmişim, 13. Sokağın paralelliğini kaybettiği yokuşun eteğinden hâla aşağı doğru yürümeye devam ederken, arkamdan "Amca topa vursana!" diyen bir çocuk sesiyle irkildim. Arkama döndüğümde yokuştan hızını almış bir top sağ ayağıma adapte bir şekilde geliyordu.

Top öyle oturduki ayağıma, vurmasam ayıp olurdu. Biraz da gerildiysem demekki bir hayli hızlı vurdum. Top, Allah vergisi bir falsoyla yokuşun solunda kalmış iki katlı müstakil evin ikinci katının balkon penceresine isabet etti. Şangır şungur indi camlar. Çocukluktan yadigar refleksle yokuş aşağı koşmaya başladım. ihale topun sahibi çocuklara kalmıştır. Gittim fırından sıcacık ekmeğimi alıp "yemek te neredeyse hazır olmuştur" diyerek yoluma devam ettim.

Ve şu an, yarın ki inkılap tarihi sınavına hazırlanıyor olmam gerek. Benim tarihten anladığım bu, geçen yıllar.

Bir amca kolay yetişmiyor.




Biraz da buraların dertleri anılsın #5

Enver, çocuk parkında oturmuş uzaklara bakıyordu. Bu kardeşi ne zaman yalnız görsem uzaklara bakar, böyle edebiyat yapmaya fazla meyilli bir karakteri vardır bu kardeşin. içimden bakkalın sigarasına küfredip Enver'in yanına doğru yürüdüm.

- "Enver yine uzaklardasın abi? nedir durum?" dedim

+"iyidir be usta, yakınlarda pek tat yok."

- "saadeti uzaklarda arayınca da pek iyi sonuçlanmıyor be abi."

+ "çok doğru dedin lan."

- "eyvallah, bir kız betimlesene"

+ "mavi gözlü bir kız var abi kendine ait değilmiş gibi"

- "nereli bu kız?"

+ "yüksek ihtimalle buralı ama aslen değil."

- "en son ne zaman, nerede görüldü?"

+ "az önce çocuk parkında?"

- "görevi neydi?"

+ "yeğenini, komşu çocuğunu ya da kardeşini parkta eğlendirmekti"

- "başarılı oldu mu?"

+ "fazlasıyla" dedi gülümseyerek.

- "bu oyunu çok seviyorum lan" dedim.

+ "ben de ama herkesle değil usta, sen tam bu oyuna uygun profilsin" dedi.

- "eyvallah."

+ "ee nerede bizimkiler hiç ses yok yine?"

- "bir sms atsana yakındalarsa gelsinler." dedim.

En yakında hüseyin varmış. Pek sevdiğimiz bir kardeş değil. Bir şekilde bahaneyle kurtulduk kendisinden.

sonra dedim ki:

- "usta be, o mavi gözlü kıza vuruldun mu?"

+ "biraz."

- "ne demek biraz oğlum, görüntüyü beğendin yani?"

+ "beğenmez miyim oğlum kuğu gibiydi."

- "gidip konuşsaydın be oğlum?..."

+ "ne konuşacağım oğlum kesin manitası vardır."

- "ya yoksa?" dedim

+ "usta derdin nedir senin, beni sevdalara mı gark etmeye çalışıyorsun?" dedi

- "yok be usta konuşacak konu bulamıyoruz, gırgır olsun işte"

+ "konuşacak şey arıyorum deseydin ben bulurdum"

- "bul hadi" dedim.

biraz duraksadı, sonra gülerek

+ "la oğlum çok güzel kızdı yaa" dedi.

- "sen çoktan sevdaya park olmuşsun bak" dedim.

yine gülerek,

+ "park değil oğlum gark" dedi.

- her neyse amına koyim" dedim.

+ "şaka maka nasıl ulaşabiliriz ki bu kıza?" dedi

- "sadece göz rengini bildiğimiz bir kıza mı? işimiz çok zor" dedim.

+ "bu mahallede en fazla 5 tane mavi gözlü, 19 yaşlarında kız vardır." dedi.

- "ne yapacan? muhtara mı soracan?" dedim gülerek.

derken "Selamun aleyküm gençler" diyerek Fatih geldi. Aldık selamını, Fatih bu tür konularda bizim kadar romantik değildir. Romantikse de bunu yansıtmaz yeni konular bulduk. Türkiye'nin 500. Futbol müsabakasını Hadise'nin performansını falan konuştuk.

Fatih her zamankinden biraz daha sessizdi, ufak ufak sorgulamaya başladık, çıkardı ağzından baklayı...

Riçhırd 'Ökkeş' Godaman'ın teyzeoğluyla atışmışlar. Fatih kız kardeşine kaptırmış gönlünü, Riçhırd 'Ökkeş' Godaman'ın teyzeoğlu da her abi statüsündeki bireyin yapması gerekenleri yapınca Fatih'le ters düşmüşler. Riçhırd 'Ökkeş' Godaman da arada kalmış.

Fatih, Envere

+ "abi senin edebiyatın, sözün iyidir git konuş şu abiyle, ben hakkaten seviyorum kızı." dedi.

Enver de,

- "Konuşurum kardeşim canın sağolsun da fikrini değiştirebileceğimi sanmıyorum." dedi.

+ "Lan oğlum hakkaten seviyorum bak niyetim gayet temiz, ahlaksızca bir şey düşünmüyorum kız için."

- "Biliyorum usta sana güvenmiyor değilim, adamın yerine koyuyorum da kendimi o da kendince haklı işte."

derken üstünü falan düzeltti Fatih'den abinin numarasını aldı aradı görüştü, adam görüşmek için Enver'i yanına çağırdı Enver'de adres isteyip yola koyuldu.

Fatih sevinçle, endişe arasında gidip geliyor. Ben okulun radyosuna gitmeyi düşünüyordum Fatih'e dedim beraber gidelim. Fatih "uyar" deyince koyulduk yola.




"Umudumu kestiğimi söyleme"

Musa Eroğlu, "Yare söyleme" eserinde böyle diyor.

Böyle bir eserin üzerine konuşacak kadar bilgi, birikim ya da beceriye sahip değilim o yüzden en baştan özür dilerim.
Seher Yeli Bizim Eve Gidersen
Nazlı Yare Küstüğümü Söyleme Söyleme
Ne Hallere Düştüğümü Sorarsa, O Yar Beni Sorarsa,
O Yar Beni Sorarsa,
Bağrıma Taş Bastığımı Söyleme Ona Söyleme
Yare Söyleme.
Ağrılar Baş Tutar Ahuzardayım,
Mahsur Gibi Çekilmişim Dardayım, Dardayım
Gezer Dolaşırımda Bilmem Nerdeyim Nerdeyim
Deli Delide Estiğimi Söyleme Yare Söyleme Ona Söyleme
Belki Bir Gün Çıkar Gelir Diyorlar
Gönül Muradını da Alır Diyorlar
Seven Sevdiğini Bulur Diyorlar
Umudumu Kestiğimi Söyleme
Söyleme..

Kaynak - unutulmuyor.net

Şimdi bu sözlerin hepsi harikulade ama "Umudumu kestiğimi söyleme" cümlesi aşıktaki tükenmez umudu, beklentiyi akıl almaz bir şekilde betimliyor. Bir çok sanatkâr bu eseri yorumladı hepsinde de benzer dozlarda etkileniyorum. Çok az türkü beni bu kadar duygulandırıyor, heyecanlandırıyor. Helal olsun.




Favori müzik arama motorlarım

Neredeyse hiç müzik download etmiyorum. Müzik profillerimden yararlanarak müzik dinliyorum. Ve zaman zaman müzik arama motorları beni memnun edemeyince diğerine geçiyorum.

Kendimce favori müzik arama motorlarımın sıralaması.

vk.com

Özünde VK, Pavel Durov adlı bir arkadaşın Ruslara özel Sosyal ağ (Facebook klonu) fikriyle ortaya çıkmış, çok kral bir sosyalleşme ortamı olmasının yanı sıra Müzik ve Video bileşenleriyle kendisine hayran bırakan bir sosyal ağ. Müzik yükleme hızı fevkalade, tıklıyorsunuz ve hiç takılmadan dinleyebiliyorsunuz. Ve konuyla ilgisi olmasa da Video bileşeni takdire şayan, uzun metraj bir film aratıyorsunuz, tıklıyorsunuz ve hiç takılmadan 360p+ kalitelerde izleyebiliyorsunuz.

VK'ye puanım 10/10

 

grooveshark.com

Yıllardır internette müzik arama motoru tavsiyesi istediğimde karşıma çıkan ilk seçeneklerden oldu Grooveshark. Lakin farklı bilgisayarlarda test ettiğimde karşıma sonuç olarak Grooveshark'ın fazla kasıntı bir web sitesi olduğu gerçeği çıkıyor. Mozilla Firefox ile adeta Bilgisayar oyunu gibi bellekte yer kaplayan bu uygulama, Google Chrome ile o kadar da tecavüzcü değilmiş gibi. Yüksek kaliteli müziklerden oluşan geniş arşivi bir çok hatasını telafi ediyor.

Grooveshark'a puanım 7/10

 

fizy.com

Fizy ile icadından beri çok düzeyli bir ilişkimiz vardı. Ta ki onun sadeliğini ve çevikliğini seven beni aldatıncaya kadar. Turkcell satın aldı mertlik bozuldu be ercan abi. Ayrıca MÜ-YAP'a da iyi şanslar. Tüm bunlara rağmen Fizy'ye, tee 2010'dan beri dinlediğim müziklerimi, listelerimi profilimde sakladığı için aldatılarak ayrılmış eski  sevgili muamelesi yapamıyorum.

Fizy'ye puanım 6/10

 

soundcloud.com

SoundCloud, kaliteli çizgisini hiç bozmamış, bizzat sanatçılardan eser toplayan ve harikulade bir embed mekanizması olan fevkalade bir web uygulaması. Lakin "müziği bizzat sahibi yüklesin" politikası yüzünden daha çok remixer ve DJ'lere hitap ediyor. Tüm bunlara rağmen SoundCloud candır can. Çok uzun zamandır kullanırım favori müziklerimi saklar.

SoundCloud'a puanım 9/10




'Dövüş Kulübü' değil 'Fight Club'

"Sinema sanattır" sözünü seyrek duyuyor olmaktan rahatsızım. Zira öğrencinin elde edebileceği en uygun sanatlardan sinema.

Çok uzun zamandır film izliyorum. Favori filmlerimi imdb profilimde not tutuyorum.

Ve benden film tavsiyesi isteyenlere (onlara uygun olduğunu düşündüğüm) filmler öneriyorum. Böyle, felsefe yapmayı seven felsefe yaparak yaşayan, düşünen, irdeleyen, görünenin arkasını merak eden insanlara 'Fight Club' Filmini önerdiğim de, "Dövüş kulübü mü? ya ben aksiyon pek izleyemiyorum" gibi sözler duyuyorum. "Sandığın gibi değil kardeşim gayet felsefe yapan bir film, gerçekten beğeneceksin" gibi şeyler desem de fayda yok. Film o arkadaş için albenisini kaybediyor. Bence sırf filmin adı "Dövüş Kulübü" olduğundan filmi yanlış kitleler izliyor.

Ve konuyla alakası olmasa da kendimce 'izleyicilik' kavramını seviyelere ayırıyorum.

Sadece piyasadaki filmlerin izlendiği aşama: The Transporter (Taşıyıcı)

Tavsiye üzerine filmlerin izlendiği aşama: The Departed (Köstebek)

Film konusunda seçicilik yapmaya başlandığı aşama: The Green Mile (Yeşil yol)

Senaristin mesajını anlamak için kafa yormaya başlandığı aşama: The Terminator

Yalnız film izlemenin tadına varmaya başlandığı aşama: El secreto de sus ojos (Gözlerdeki sır)

Kendini senaristin kollarına bırakmaya başlandığı aşama: Once Upon a Time in Anatolia (Bir zamanlar Anadolu'da)

ve daha bir çoğu...

Bana göre bu aşamaları çoktan aştım, Şu an Mulholland Dr. (Mulholland çıkmazı) aşamasındayım. Yani en karmaşık kurguların dahi sabırla izlenmeye başlandığı aşamada.




Nasıl maç izlenmez?

Yakınlarım bilir, futbola fazla ilgisizim. Ama yeni arkadaş grubumun bana kıyasla %54654250 futbol muhabbeti yapıyor olmasıyla futbolla barışma kararı aldım. Halen futbol oynayamıyorum ama alışagelmiş yorumları yapabiliyorum.

-"o topa öyle vurulur mu amına koyim?!"

-"çıksana ofsayttan pezeveng!"

... gibi cümleler dağarcığımda hızla yer almaya başladı.

Neyse, yine dün arkadaşlarla (Burak'ın ayarladığı evde) maç izleyeceğiz. (doğal olarak) Burak, Adanalı, Ömer, Elbistanlı ve ben toplanacağız.

Olay yerine en son ben gittim. Bizimkiler batak oynuyorlardı, (yine yakınlarım bilir, satranç dışında hiç oyun bilmem, satrancı da Online satranç oynatan bir web uygulaması yapmaya çalışırken kavradım, böyle de tembelim işte.)

Fenerbahçe - Marsilya maçını bekliyoruz. Çekirdek çıtlatıp çay içiyor, muhabbet ediyoruz falan. Bunca şey olurken bizimkiler batak oynamaya devam ediyor. Ve küçük detay şu, aramızda tek Fenarbahçeli eleman Ömer. Burak, Elbistanlı ve ben Galatasaraylıyız, Adanalı Beşiktaşlı.

Maçın başlamasına 1 saat falan kala bizimkiler Batak oynamaktan sıkıldı ATV'yi açıp Kurtlar Vadisi Pusu'yu izledik. (Yine bilen bilir, ben dizi de izlemem) Maç saati (10:05) geldiğinde dizinin çok heyecanlı bir sahnesindeydik, Ömer -haklı olarak- "beyler artık maçı açalım" diyordu. Orta yolu bulduk sahne biraz yatışınca maçı açtık. Ben futbol izlemeyi de, oynamayı da bilmediğimi net bir şekilde belirttim. Hatta "ya abi Fifa, Pes gibi oyunlarda gol atınca maç neden orta sahadan başlıyor?" gibi Futbol izlenen bir ortamda sorulmaması gereken bir soru dahi sordum.

Lakin asıl bomba şu ki, bir pozisyon oluyor (mesela, (Fenerbahçeli) Caner yere düşüyor) öyle farklı yorumlar üretiyoruz ki, birimizin dediğiyle diğerimizin dediğinin kesiştiğini şahsen ben algılamadım.

Maç henüz orta sahadan herhangibir ceza sahasına gelmemişken "1-1 berabere biter beyler" dedim. Katılanlar oldu, futbolu bırakanlar oldu :D (Cem Yılmaz esprisi yaptım :D)

Spiker (Ercan Taner midir nedir) arasıra Marsilyalı bir futbolcuyu betimlerken "Abdullah" diyordu. Arasıra da "Abdallah" diyordu.

Duruma ilk Elbistanlı uyandı ve dedi ki "Abi takımda iki Abdullah var", ama Adanalı ve Ömer iddialı bir şekilde "hadi lan ordan" gibi bir şey dediler Burak'ta hafiften "hadi lan ordan"ı destekliyordu. Ben Elbistanlı'ya katılıyordum.

Sonra maç üzerinden iddia oynamaya başladık, şayet marsilya da bir Abdullah varsa yarınki çayları Elbistanlı ile ben ödeyecektik, Abdullah iki tane ise Ömer ve Adanalı ödeyecekti.

Ama ben ısrarla "Her ikisi Abdullah değil, diğeri Abdallah" şeklinde ekliyordum ve onaylanıyordum. iddia bu şekilde kabul edildi.

Maç bitene kadar gözlerimizle sahada "Abdullah" kovaladık :D

Maç bittiğinde emin değildik, internetten baktık ve Elbistanlı ile ben haklı çıktık.

iyi, güzel maçtı ama alakasız konu ve yorumlarla biraz gavur ettik işte. Kabahatim varsa özür dilerim kardeşler.




Benden yakışıklı kızlar var

Malumunuz...

Üniversitede ilk zamanlarım geride kaldı, ısınma turları bitti artık Vizeleri düşünmeye başlıyoruz ama hâla ortama ısındım diyemem.

Sanki ben yeni ortamlara pek kolay ısınamıyorum. Kendimi o ortamın bir parçası olarak göremiyorum. Hele de konusu geçen ortam eğitimle ilgiliyse...

Galiba beklentileri fazla yüksek biriyim. Şimdi üniversite falan okuyacağız denilince boş vakti olmayan insanlarla bir arada olacağız sanıyordum. Boş vakti olmayan derken yani böyle felsefe yapan, sorgulayan, boş boş konuşmayan, gerektiğinde nesneye, gerektiğinde de nesneden öteye bakabilen insanlar...

Çok ilginç betimlemelerim var lan benim.

Ama beklediğimden farklı çıkınca karakterler, kendi karakterimi de yansıtamıyorum.

Zaten içine kapanığım fizyolojisini sikiim hepten kapanık tavırlara bürünüyorum.

Ama yazmaya gelince, aha böyle içtenlikle ve açıkca yazıyorum.

Şimdi bu kadar şey olurken,

Biz kampüste oturup bir yerlerde çay içerken -pek seviyesi yüksek insanlar olmadığımızdan olsa gerek- sağdaki soldaki kızları 10 üzerinden puanlıyoruz (iş bu seviyesi en yüksek faaliyetlerimizdendir) Bu puanlamalar esnasında bazı kızlar sıfır puanı dahi haketmeyince kendimizce espriler yapıp gülüyoruz. Böyle yılışık bir ortamda bile -Google'da aratmadan önce bana ait olduğunu düşündüğüm- "Bazı kızlar benden yakışıklı" esprisini sahiplenemiyorum.




Yeni şehir hastanesi son 4.xls

Hani bir Excel tablosu hazırlarsın (ya da sunu) bi tarafını beğenmez de kaydederken önceki de kaybolmasın diye isminin sonuna 2 yazarsın ya, devam filmi senaristi gibi. Dahası son yaptığının da üzerinde oynama yaparsın da bu yeni dosyanın adına 3 eklersin. Sonu gelmez bu düzenlemelerin ve beraberindeki isim zincirlerinin.

Kahramanmaraş Belediyesi de o şekil, önce yerli halkın "Sigorta hastanesi" olarak bildiği hastanenin adı "Yenişehir devlet hastanesi" yapıldı. Sonra bu hastane "çürük raporu" aldı ve Gaziantep'e 15 dakika kala mesafeye "Necip Fazıl Kısakürek Yenişehir Devlet hastanesi" yapıldı.

Halk otobüse binerken ne diye soracağını şaşırıyor. N. F. K. Yeni şehir devlet hastanesi'ne gidecek bir beyamca, "devlet hastanesinden geçer mi?" diye soruyor, otobüs kaptanı: "geçer beyefendi" diyor. Amca biniyor otobüse içinde bir kurt, "Yeni yapılan hastaneden geçer değil mi evladım?" diyor. Kaptan: "Geçer beyamca" diyor. Amca yine tatmin olmayınca: "Necip Fazıl Hastanesinden değil mi evlat?" diyor. Kaptan: "Geçer be amca" diyor.

Geçer geçmesine de hastaneye varıncaya kadar "ulan buraya kadar geleceğime battaniyeme sarılıp nane-limon içeydim daha iyiydi" minvalinde sözler söyler insan. Çünkü aynı istikamette Karacasu Kampüsü ve orada okuyan yığınla öğrenci var. Orada hastane yokken Karacasu kampüsüne gidecek otobüs sayısı belliydi, öğrenci belliydi. Şimdi öğrenci hastanın otobüsüne, hasta öğrencinin otobüsüne biniyor. Dolayısıyla Hastaneye giderken de gelirken de ite-kaka gidiliyor.

Allah afiyetinizi versin.




Biraz da buraların dertleri anılsın #4

tepe not: bu yazımı @ben_vesaire'den esinlenerek yazıyorum.

Şaban'la köşedeki bayiinin önünde muhabbet ediyorduk. KPSS'den pek ümitliymiş falan.

-"Olum sen bağlama, gitar falan çalıyordun?" dedim.

+"Yine çalıyorum da kardeş, duymuşsundur Faruk abi mekanı kapattı. Biz de temeli Faruk abi'nin mekanına bağlı bir müzik grubu olduğumuzdan, mekan gidince ister istemez aramızda bir mesafe oluştu tabii" şeklinde izah etti.

-"Hayırlısı be kardeşim, Allah'ın izniyle KPSS'den yapmışsındır bir şeyler."

+"Pek iddialı olamıyorum kardeşim."

-"Bir torpil falan yok mu? Vali yeğeni, savcı kızı kankardeş falan?"

+"Yok be kardeşim, tek varım yoğum sizsiniz işte. Faruk abi de yalan çıktı". derken Gökhan hararetli hararetli otobüs durağına doğru gidiyordu. Bizi farkedip selam verdi. Şaban: "Gelsene lan kerhanacı" deyince, Acelesi olduğu her halinden belli Gökhan: "Selamun aleyküm gençler" diyerek yanımıza gelmek zorunda kaldı. Ve laf ettirmeden "işiniz yoksa abimin şantiyesine gidiyorum, beraber gidelim?" dedi. Ben "bana uyar akşama kadar işim yok" dedim. Şaban da onaylayınca geçtik otobüs durağına. Tam Şabanla durak bankına kuruluyorduk ki, Gökhan yeşil bir şahine yönelip bize "gelin beyler gidiyoruz" dedi. Gökhan öne, Şaban'la ben arkaya oturduk, Şoför arkadaşla selamlaştık, bastı gaza.

Öğrendik ki şoför arkadaş, Gökhan'ın abisinin kaynıymış. Gökhan, abisine yardım etmek üzere şantiyeye gidiyormuş, (Şaban'la) biz de maydanoz olduk. Gökhan'ın abisi şantiye de güvenlikçi. Şantiyeye yeni malzemeler gelmiş sekizinci katlara vinçlerle malzemeler çıkartılacakmış, direktif verecek adamlar gerekiyormuş.

Şoför arkadaş Hüseyin Kağıt mı nedir bir amatör arabeskçi hayranıymış, Şantiyeye varıncaya kadar arabesk müzik dinledik.

Şaban da yıllarca bağlama çaldı ama daha çok batı müzikleri dinler, biz onu öyle tanıdık. Bana Lourdes Hernández'i tanıtan da Şabandır.

Neyse gide gide vardık Şantiyeye, girişe yaklaşınca Gökhan abisini çaldırdı Ozan abi (Gökhan'ın abisi) bizi girişte karşıladı. Güvenlik kulübesine girdik, Ozan abi "Normal şartlarda burada dörtten az güvenlikçi olmaz, bugün hepsinin bir mazereti var, diğer vardiyanın güvenlikçileri de tek Vinç işi için çağrılmazdı, bu seferlik böyle olacak, sağolun gençler" diyerek birer çay doldurdu, iki yudum almıştık ki gürültülü bir şekilde beklenen Vinç ve diğerleri geldi.

Ozan abinin direktifleriyle Vinç şantiyeye girdi, biz de hep filmlerde, Golf sahalarında gördüğümüz araçlara benzer bir araçla D blok inşaatına gittik.

Vinçle binanın 8. katına kadar kaldırılan devasa metal malzemeleri 9. kattan halatlarla çekip 8. kata indirecektik. 8. kata sadece bir kişi bakacaktı, 3 kişi 9. katta olacaktık. Ozan abi, Gökhan ve Ben 9. kata çıktık. Şaban 8. katta kaldı. Şaban sadece malzemelerin zemine ya da tavana takılmamasına karşın Telsizle direktif vermekle görevliydi. Biz Ozan abinin bağladığı halatları yine Ozan abinin söylediği tarafa çekecektik.

Öyle de oldu. Şaban (telsizden) "sorun yok abi bu şekilde yanaştırın malzemeyi" diyordu biz de çekiştiriyorduk halatları. Ama bir ara Şaban (telsizden(Vinç operatörüne)) "abi biraz yukarı kaldır zemine çakılacak" dedi. Biz çekmeyi bıraktık tabii, Vinç az daha kaldırdı malzemeyi biz yine çekmeye başladık ki Şaban yine (telsizden) "Duruuuuuuuuuuuuun abii! kata çakıldı malzeme" dedi. Biz gürültü falan duymadık, telsizden konuştuk yavaş yavaş çekmeye başladık ki bir an da bir gürültüyle bastığımız zemin sallanmaya başladı. Biz panikle halatları bıraktık, malzemeyi tutan halatlar binadan sarktı malzeme binadan 2 metre kadar dışa sallanıp tekrar binaya doğru geliyordu. Korkudan ölecektim, malzeme binanın temel hattına çarpmış olacakki korkunç bir gürültüye bizim bulunduğumuz zemin 8. katı ezmeye başladı. Şaban için endişelenmeye başladık ama hiçbir şeyi kontrol edemez durumdaydık.

Ozan abi "koşun aşağıya iniyoruz" dedi. Binanın diğer yakasındaki merdivenlerden koştuk aşağı, 8. kata indiğimizde katın bir tarafı çökmüştü dumandan göz gözü görmez durumdaydı. Ozan abi "gençler siz aşağı inin ben Şaban'la gelecem" dedi. Gökhan beni çekiştiriyordu beraber indik aşağı. Kulübeye doğru giderken Gökhan sürekli "abi sakin ol gözünü seveyim" deyip duruyordu. Kulübeye yaklaşınca kapıda iki Ambulans belirdi. Gökhan'ın işaretiyle biri doğrudan D blok inşaatına doğru gitti, Diğer ambulanstaki görevliler benimle ilgilendiler. Beni ambulansa yatırdılar Gökhan yanımda oturuyordu, sirenleri açtılar ve ambulans hareket etmeye başladı. Gökhan, "abi hastahaneye gidiyoruz her şey yolunda" diyordu. Sonra ben yavaş yavaş bilincimi yitirdim.

Uyandığımda hastahanedeydik Babam, Gökhan ve Ozan abi yanımdaydı Kolum sarılıydı. Koluma bakınca Gökhan izah etti. Halat kesmiş. "Şaban? dedim, Şaban'a ne oldu?" Ozan abinin gözleri boş boş bakıyordu. Gökhan, "Şaban öldü abi" dedi. Kat üzerine yıkılmış, kaçamamış Şaban.

Şaban ailesinin ilk çocuğuydu. Gökhan'la ben ilkokuldan beri tanırız Şaban'ı. Ölmüş işte. Ölüp gitmiş.

Ben kolumdan bir parça et kaybetmişim, 3 ayda düzelirmiş kolum. Düzenli pansuman yapılacak, gözetim altında kalacakmışım. Ama Şaban ölmüş. Gözetim altında kalmayacakmış.

*****


Şaban'ın ailesi hiçkimseyi doğrudan suçlamadı ama yetkililer olayı beklediğimizden de fazla irdelediler, önce Ozan abi açığa alındı sonra Güvenlik şirketi mahkeme kararıyla kapatıldı. Şantiye 1 ay kadar iş yapmadı. Şaban'ın ailesi de yüklü bir tazminat haketti. Mehmet abi (Şaban'ın babası) tazminatı Şabanın cenazesine harcadı. Müftülükten izin alıp kocaman bir kabir satın aldı. Mezarlığın (kabristanın) en büyük kabri Şaban'a yapıldı.

******


Artık unutuyorduk Şaban'ı, yine çay bahçesinde muhabbet ediyorduk arkadaşlarla, yine insanlar çocuklarına balonlar satın alıyordu.

*******


Dün Harun'la kuruyemiş alalım diye pastahaneye girdik, bizim mahalleden Esra'yı gördüm, Meslek lisesi son sınıfa geçince staj yapması için "işletme bul" demişler. Esra da mahallemizin pastahanesine başvurmuş onlarda kabul etmiş. Laf lafı açtı,

Esra "Şeref'in numarası sende var mı?" dedi.

-"Şeref?" dedim.

+"Riçhırd 'Ökkeş' Godaman'ın kardeşi Şeref" dedi.

-"haa evet var, hayırdır?" dedim.

+"yav Şeref'in kuzeni Yavuz'a bir kitap vermiştim, bitirdiyse geri isteyecektim ben de numaralar silinmiş." dedi.

-"tamam dur bulayım" dedim.

rehberde "Ş" harfini aratınca en üstte Şaban çıktı.

Canım sıkıldı.




Elimizden tutsun istediklerimize takılıp düşüyoruz

tepe not: bu yazımı @yasaral'dan esinlenerek yazıyorum.

Beklentiler, beklentiler, beklentiler... bizi yarı yolda bırakan değilse de kaldığımız yolu ehlileştirmedikleri gün gibi ortada.

Kimse elimizden tutmuyor sonuçta, hatta o "kimse" başkalarından bekliyor senin "kimse"den beklediğini.

Öylece canlanıyor bu yalnızlık, başarısızlık.

"Kimse"lerin elimizden tutmasını istemesek hayatımızada dahil etmiş olmayız belki.

Belki de bu ümidin yegane katili duba sandığımız bariyerlerdir.

Öldürmeyen acılar (zaman zaman) güçlendirmiyorsa demek ki.

Elimizden tutsun istediklerimize bir daha dönüp bakmak, listeyi güncel tutmak lazımdır belki. Takılıp takılıp (beterin beterine) düşmemek için.




Ben kütüphanelerde, sen partilerde, ne vakit buluşacağız sevgili?

tepe not: bu yazımı @kedikafesi'nden esinlenerek yazıyorum.

Ey ileri bir tarihte karşıma çıkıp hayatımı update ve upgrade edecek sevgili. Şimdi ben sana ulaşabilmek için neler yapıyorum, sen benle karşılaşıncaya dek nelerle meşgulsün.

Geçenlerde kuzenlerle bir araya gelmiş "bekaret" konusunu tartışıyorduk. Daha doğrusu birkaçımız tartışıyor diğerleri izliyordu. Kuzenlerimin (genel olarak) yaşlarının da küçük olmasından dolayı bekaret konusundaki görüşleri pek yüzeysel, pek sıradan.

Ben, "gelecekte evleneceğimiz kadınlar şu anda gerek duygusal gerek cinsel ilişkiler yaşıyorlar. hiçbirimizin eşi ilk ilişkisini evliliğe dönüştürmüş olmayacak." derken.

Furkan, "ne diyon abi sen yea! nasıl benim karım daha evvel duygusal ve hatta cinsel ilişkiler yaşar! nasıl ha nasıııııııııııııl!" dedi. henüz yatışmadan,

Ben acımasız bir şekilde (dost acı söyler), "şimdi anlayamazsın kardeşim, ama ilerde anlayacaksın. Sen şuncacık yaşınla onlarca ilişki yaşayıp sonlandırıyorsun da nasıl evleneceğin kadının hiç ilişki yaşamamış olmasını bekleyebiliyorsun?" dedim ve az da olsa farkındalık uyandırabildim.

Netekim keşke Furkan gibi dingiller ufak (evliliğe uzak) yaşlarda onlarca kızla ilişki yaşamasa da, yine Furkan gibi dingiller gerek cinsel gerek duygusal bakire kızlarla evlenebilse.

Bu bilinç ya da bilinçsizlikte bir karaktere sahip ben,

Kütüphanelerde bilgi dağarcığımla seni etkilemenin zeminini kurarken sen partilerde kültürsüz oğlanların iğrenç esprilerine gülüyorsun be müstakbel sevgili. Hiç hoş değil.




Başka dile çevrilemeyen veriler daha kıymetlidir

Türkçe yayınlanan bir kitap ya da dergi ya da tv programı. ingilizceye ya da diğer dillere çevrilemeyecek kadar (nevi şahsına münhasır ise) kendine hassa, karmaşıksa gözümde daha değerli oluyor.

Hani madenin dahi az bulunanı kıymetlidir ya o misal, söz konusu veri (bilgi) daha az insana ulaşacaksa ve o azınlıkta ben de varsam, veriye olan saygım artıyor.

Başka bir açıdan baktığımda ise ne kadar çok dil bilirsem o kadar seçkin veriye ulaşabilirim sonucuna varıyorum. Belki de farklı bir dil öğrenmenin en etkili motivasyonu da budur.




Türkse yapar abi!

Bir çok durumda, bir çok mekanda duyuyorum bu ve benzeri sözleri.

  • ATM'de 30 dakikadır işlem yapan bir teyzeden,

  • Frene basıyorum zannedip gaza asılarak trafiği felç eden bir abiden,

  • falanda filandan,


söz edildiğinde hemen "Türkiye'de olmuş değil mi abi?", "Türktür yapar anasını satim" gibi seviyesiz sözler söyleniyor.

Lan gerizekalı! senin ırkına mensup birinin yaptığı hatayı niye tüm ırkına mâl ediyorsun?!

Yada zaten genelde bu tarz sözleri Türk olmayanlardan, veya zamanla Türklük izlerini kaybetmişlerden duyuyoruz.

Çok saydığım bir Çeçen abim var. O çok kullanırdı bu tarz söz kalıplarını. Ama niyeti Türk ırkını aşağılamak falan değil. Laf olsun diye söylüyor. Olaylara genellikle "Mevzu Türkse her şeyi beklerim" cephesinden yaklaşıyor. Bu davranışı sonucu farkında olmadan tüm Türk ırkına çamur atıyor.

Şu sıralar bu tarz kalıplarla bir hatayı tüm Türklere mâl eden insanları kibarca uyarıyorum. Ve yine bu söz kalıplarını kullananların genellikle Türk olması canımı daha da sıkıyor.

Şu sözümü tekrar etme ihtiyacı duyuyorum. "Biz Türkler özeleştiri de sınır tanımıyoruz."




"futbol takımı tutuyor olmam beni örgüt üyesi yapar mı?"

-futbol takımı tutuyor olmam beni örgüt üyesi yapar mı?

+kısmen, yapar.

-kısmen derken?

+bahsedilen kulübe üyeysen örgüt üyesisindir, yok sadece sempatizanıysan, sempatizanısındır.

-peki, takımımı destekliyor olmam beni zararlı bir örgüt üyesi mi yapar?

+teknik olarak hayır, çünkü spor kulüpleri yasal örgütlerdir.

-teknik olmayarak?

+adı geçen örgüte üye olduğundan dolayı, etrafa verdiğin sıkıntılar seni zararlı bir örgüt üyesi yapar.

-anlamadım.

+yani üye olduğun örgüt seni etrafına zararlı bir bireye dönüştürüyorsa zararlı bir örgütün üyesisindir.

-sence öylemiyimdir?

+kısmen evet, örgüt üyeleri genellikle farketmeden diğer örgüt üyelerini ortak toplumdan dışlarlar. sen de farklı bayrak açıp başkalarını öteleyerek (farkında olmadan) onları farklı bayraklar açmaya teşvik ediyorsan, ortak değerleri boşverip sadece üye olduğun örgüte göre değer sayılan şeyleri koruyup kolluyorsan, tebrikler, üyesi olduğun örgüt seni zararlı bir bireye dönüştürebilmiş demektir.

-anladım. teşekkürler.




Burç ve ben






Öfkelenme

-Öyle birçok şeye yakın hissediyor insan.

+Evet ama söz konusu insan aynı zamanda birçok şeyle de düşman

-Düşman tabii ki, hiçbir şeye düşman olmadan dost kazanamazsın.

+ilginç bir bakış açısı, "düşmanın kadar dostun vardır" diyorsun yani?

-Aslında öyle demiyorum ama öyle anlaşılmaktan gocunmam.

+Peki şuna ne dersin? öfkelenince düşman, tek dostun kalmaz?

-Öfkelenmeyince de düşmanın kaçmaz?

+Kafiyeyi bağlıyoruz ama anlatamıyoruz derdimizi

-Çünkü derdimiz yok.

+Dert derken canım, işte konudan bahsediyorum. Dost, düşman.

-Anlatamıyorsak senin muhalif duruşundan.

+Yine yaptın kafiyeni, konuyu neticelendiremiyorsak suçlu ben miyim! Senin yüzünden. Uzlaşmıyorsun.

-Öfkelenme!

+Asıl sen öfkelenme be!

-Kalbini kırmak istemiyorum kapatalım konuyu, çıkış noktamızı dahi unuttuk.

+Ben unutmadım sen herkese yakın hissediyordun kendini, ben insanın dostundan çok düşmanı olduğundan bahsediyordum.

-Peki sen kazandın, öfkelenme!

+Seni seviyorum.

-ve bir çok düşman kazanıyorsun.




Siktirip gidiniz

Bir çok ehlinin dediği gibi konuşmak bir insan faaliyetiyse, insanın düşünen bir varlık olduğunda zaten hemfikiriz, düşünen=sorgulayandır. Hiçbir sorgu tek bir sonuca varmıyorsa...

Herkesin aynı üslubla konuşması beklenmemeli.

Bırakalım da Ahmet, az önce perşembe pazarından çıkmış gibi, Mehmet çakmağını bulamıyor gibi, Ayşe hiç canı sıkılmamış gibi konuşsun.

"Madem uzlaşamıyoruz tartışmayalım" demiyorum, uzlaşamasakta konuşabilelim istediğimiz gibi.

Velhasıl konuşmasını beğenmediğiniz insanların yanından siktirip gidiniz.




ışınlanmayı teröristler mi buldu?

10 Şehit 70 Gazi'ye (Yaralı) sebep olan namussuz, şerefsiz terör saldırısını yapıp beyaz audi ile kaçabilen teröristler ışınlanmayı bulmuş olabilir mi?

Şimdi, şehirden uzakta bir askeri birlikte gizli sevkiyat yapılıyor, üstelik yakın geçmişte (24 Mayıs 1993) 33 Şehit verdiğimiz tehlikeli bir coğrafya da Türk Silahlı Kuvvetleri nasıl bu kadar tedbirsiz olabiliyor?

Seçimler yaklaşırda siyaset mitingleri yapılır, neredeyse hiç terör faaliyeti olmayan Kahramanmaraş'a bir siyasetçi geldiğinde birkaç helikopter siyasetçi şehirden ayrılıncaya kadar etrafı kolaçan eder, inmez.

izinden gelen 200 Askerimizi sevk etmeden önce sırf içinde bulunulan coğrafyanın hain pusulara elverişli olması sebebiyle, havadan 1 KM çapında etraf gözetlense de askeri konvoyumuza hain saldırı düzenlemek isteyen teröristler etkisiz hale getirilse?

Şayet ışılanmayı bulmamışlarsa

Tüm yurttaşların yüreğini burkan bu saldırı, belki de organize edilemezdi bile. Saldırı roketatarlarla ve ardından kaleşnikof gibi silahlarla yapılmış, Counter-Strike gibi oyunlardan tecrübe ettiğim kadarıyla bu silahların menzili pekte geniş değil. Hedefe şöyle 150-200 m yaklaşmadan ateşlenmeyen silahlar bunlar. E konvoya bu kadar yaklaşıp sonra nasıl kaç... neyse.

üstelik bu orospu çocuğu teröristler beyaz audi ile Türkiye Cumhuriyeti'nin yollarından kaçmış değil mi? bence değil.

Albert Einstein'ın kemikleri sızlıyordur. ışınlanmayı çapulsuz teröristler bulmuş.




Sütçü imam

Vatanımızın işgaliyle Kahramanmaraş'a yerleşen, vatandaşın namusuna el uzatan taşkın Fıransız askerlerine (o zamanki Fransız askerlerine) ilk "dur!" diyen atamızdır.

Bir nevi ülke çapındaki kurtuluş savaşımızın ilk taşını atandır. Türklerin Kurtuluş Savaşında Kahramanmaraş'ın (O zamanki adıyla Maraş'ın) önemini bilmeyen cahiller "sütçü imam" ismiyle alay ediyorlar.

Öyle ki üniversite küçümseme yarışında sırf ismine bakarak "Sütçü imam Üniversitesi mi? hahaha, ne oluyorsun mezun olunca? sütçü mü imam mı?" denilebiliyor. Bir yerde okumuştum, öğrencilerini ders çalışmaya teşvik etmeye çalışan öğretmenler "böyle giderse Sütçü imam üniversitesini kazanırsınız" gibi şeyler söylerek cehaletlerini ortaya koyuyorlarmış.

insan azıcık düşünür ya, koskoca üniversiteye bu isim veriliyorsa alay etmeden önce bir araştırın bakalım ne yapmışta bu saygıyı haketmiş o ismin sahibi?

Özet olarak: Kahramanmaraş'ın Hasan Tahsin'idir Sütçü imam.

bir makam sahibi olsaydım makamımın arkasında Sütçü imam portresi olurdu.

Ayrıca Sütçü imam üniversitesi, 2010 yılında yapılan Akademik performans araştırmasına bakarsak Türkiye'deki seçkin üniversiteler arasındadır.

Ayrıca bakınız:




Başımdan nasıl vuruldum?

Başlığı "Nasıl vuruldum başımdan?" yapsaydım belge niteliği taşıyan bir yazı değil de, şiirsel bir şeymiş gibi olurdu diye "Başımdan nasıl vuruldum?" yaptım.

Hemen olaya geçeyim.

Aşağıdaki anımı/hikayemi küçük çocukların(Ablam ve benim) şiddet, kavga, kan ve kör bir kurşunla imtihamını içerdiğinden tahammül edemeyeceklerin okumamasını öneririm.

Esra Ablam (büyük ablam) bakkala gidecekken ben de peşine takılırım ve Aslanbey mahallesinin o zamanlar sümbül gibi bir şey olan şimdilerde 7017. Sokak olarak anılan sokağından 7013. Sokağa doğru gitmekteyizdir. 7017. Sokağın çıkışında 18 ila 20'li yaşlardaki silahlı kavga eden gençlerden habersiz ben hızlı adımlarla giderken bir ara silahlar patlar ve ben silah seslerinin aksi yönüne gitmeme rağmen kafamı birkaç saniyeliğine arkama çevirdiğim de, benim cephemde film kopar ve yere kapaklanırım.

Buradan sonrası ablam ve diğer görgü tanıklarının anlattığı kadar aydınlık. Zira yere kapaklanırken bayılmışımdır.

Bunlar olurken Ablam 10 yaşındadır ben 5,

Ablam bir müddet vurulduğumun farkında değildir ve ayağım takılıp düşmüşüm gibi tepkilerle "kalk hadi safa" diyerek beni dürter, ancak benden ses ya da herhangibir yaşam belirtisi yoktur. Ablam beni korkuyla yerden kaldırmaya çalıştığında kafamdan kısık bir çeşmeden akarcasına akan kanı görür ve endişeyle, telaşla "kardeşim vuruldu!" şeklinde bağırmaya ağlamaya başlar. Kavga eden gençler benim kanlar içinde olduğumu farkedince kaçıp kayıplara karışırlar.

Çevreden kimse ablama ve bana yardıma gelmez. Kimbilir aynısının kendilerinin de başına geleceğinden korktuklarındandır.

Ablam cansız gibi duran bedenimle başbaşadır, yaklaşık 100m beni eve sürükleyip ev ahalinin yardımını isteyecektir. Böyle de olur ama, yaş olarak küçük olduğundan yeterli gücü yoktur ve beni kah düşürüp kah sürükleyerek eve getirmeye çalışır, çaresizliğin de etkisiyle yaşına göre büyük bir soğukkanlılık göstermektedir. Eve biraz yaklaşırız, ablam benden birkaç yaşam belirtisi görünce o gazla eve varır ve kapıda bağırmaya başlar,

Çevremde meraklı ve endişeli insanlar bana bakarken göz kapaklarımı ağırlaştırmış kan yüzünden gözümü zar zor açarak çevremdekilerin kim olduklarını tespit etmeye çalışıyordum. Ama başaramıyordum.

Annem başta olmak üzere beni kanlar içinde gören herkes panikle dışarı gelmektedir. O zaman ki imkanlarla alnım temizlenir, komşular falan toplanır ve kurşunun alnımı sıyırıp geçtiği küçük bir de deri parçası götürdüğü tespit edilir.

Doktora hastahaneye bile müraacat edilmeden, tamamen ev imkanlarıyla pansumanlarım yapılır.

Ablamın ifadelerine dayanarak gençlerden birinin evi bulunur ve babam şikayet için evlerine gider, ancak evin babası evlerinde tabanca ya da silah olmadığını, sadece bir kurusıkı tabancaları olduğunu söyler. Oğullarına toz kondurmazlar. Bizimkiler de mevzuyu uzatmazlar. Halbuki ölüm bana birkaç santimetre kadar yaklaşmıştır. Polise ya da adli makamlara başvurmazlar. Konu zamanla unutulur.

Çok şükür şu an alnımda çizik izi dahi yok.

Ama eminim ablam benim kadar kolay kurtulamamıştır. insan kardeşini kanlar içerisinde çaresiz görürse kötü etkilenir. üstelik tek yardım sağlayacak kişi de kendisiyse.




Başımız mı sağolsun?

son 100 gün içerisinde verdiğimiz şehit 100'ü bulmuştur herhalde.

araştırmayı, okumayı da sevmiyorum artık.

hiçbir sayı içimi rahatlatmıyor.

2 şehit 7 yaralı...

4 şehit 12 yaralı...

9 sivil şehit 2 yaralı...

5 korucu şehit...

bi de, yeri zamanı iken konuyla ilgili bilgisi olan biri beni uyandıra bilir mi? hangi savaştayız?

afganistan?

ırak?

malazgirt?

hayır bilelim ona göre ekmek, makarna stoğu yapalım. başımız sağolsun.

henüz aile bile kuramadan bu diyardan göç eden ADAMları neden uğurluyoruz?

zaten bizim olan ülkemizi bölmeye çalışanlar neden hâla sağ?

hayır bilelim ona göre tarafımızı seçelim. başımız sağolsun.

iktidarda mı hata? genelkurmayda mı? muhalefette mi?

hayır bilelim ona göre oy verelim, başımız sağolsun.

 

 

 

hayalleri, planları olan ülkemizin hayırlı evlatları şehit olmasa da başımız sağ olur mu?

hayır bilelim ona göre sağ olalım.

başımız sağolsun mu?




#ulusalyasilanedilmeli

Canım yanıyor

Şehit haberlerine, terör faaliyetlerine gözümüz kulağımız alışıyor diye.

Bugün (nedeni saptanamayan bir şekil de) 25 Şehit vermemiz sebebiyle

ulusal yas ilan edilmeli!

ve hatta

televizyon kanallarımız Şehit haberi dışında yayın yapmamalı!

insanlar sokaklarda yüksek sesle konuşmamalı!

kimse kavga etmemeli!

herkes çocuğu, abisi, dayısı, eniştesi, amcası, kuzeni şehit olmuş gibi davranmalı!

herkes artık girdiği her ortama "başımız sağolsun" selamıyla girmeli!

hatta ve hatta!

tüm kendini bilmez siyasetçiler, şu durumda bile politika çevirenler meclisimizden ve hatta ülkemizden kışkışlanmalı!




Hava kirliliği konusunda bilinç

Kahramanmaraş'ta yaklaşık 2 yıldır savaş verdiğim bir hava kirliliği sorunu var. Sorunun sebebi su ve kanalizasyon tesisatlarının havalandırmaları evlerin dışarısına (havaya) verilmesi ve dolayısıyla havayı zehirlemesi.

Konuyla ilgili son olarak başbakanlığa dilekçevari bir bilgi ve yardım edinme yazısı yazdım. Sonucu not defterimde yayınlayacağım.
Konu: Hava kirliliği

Diğer şehirleri bilmiyorum ancak Kahramanmaraş'ta su ve kanalizasyon tesisatları gereği evlerin çatı veya damlarında kanalizasyon hattına doğrudan bağlı "havalandırma" amaçlı borular (100lük) var. Bu borulardan tahmin edileceği üzre insan atığı (dışkısı) ve dolayısıyla bakterileri, mikropları doğrudan havaya pompalanıyor.

Tüm bunların sonucunda şehir merkezi dahil tüm şehirde tahammülü zor bir kanalizasyon kokusu hakim, hiç şüphesiz koku haricinde mikroplarda insanların bünyelerine nüfuz ediyor. Konuyla ilgili çözüm önerim tesisat değişimi.

Ben vatandaşlık görevimi yaparak ülkemizi, vatandaşları kötü etkileyen bu gerçeği yetkililere (su ve kanalizasyon müdürlüğüne) defaatle hatırlattım lakin olumlu/olumsuz bir gelişme olmadı.

Konuyla ilgili bilgi ve yardım taleplerimi olurlarınıza arz ederim.

Safa GAYRET




Şimdi okullu olduk

Bugün öğleden sonra (13:45 pm gibi) resmen ve hukuken,

Kahramanmaraş Sütçü imam Üniversitesi - Meslek Yüksek Okulu - Bilgisayar Programcılığı öğrencisi oldum.

Allah utandırmasın.




Telefonun uzun zamandır çalmıyorsa

- telefonun uzun zamandır çalmıyorsa belki de ölmen gerektiğindendir

+ saçmalıyorsun

- yo hayır saçmalamıyorum. insan artık ilgi görmüyorsa ölüm iyi bir seçenek olabilir

+ öldükten sonra aldığın ilgi? mutlu edebilecek mi gerçekten?

- bilemeyiz ki

+ denemeye değer diyorsun yani?

- beni tahrik etme

+ sen.. sen yeterince delirmişsin

- ilgi haketmek için arkandakileri üzmek mi delilik?

+ hayır ölerek arkandakileri üzüp bu durumdan mutlu olmak...

- fazla hesaplıyorsun

+ biliyorum

- o halde birlikte yapalım?

+ intihar mı? hem de senle

- hahaha. bensiz yaparsın ama benle tereddüt edersin yani

+ evet

- o halde ölmüş numarası yapıp bi köşeden arkamızdakilerin bize verdikleri değeri gözlemleyelim

+ nasıl mümkün olacak o?

- mesela bir pazar günü, piknikte, güçlü bir akarsu bedenimizi alıp hiddetle uzaklara götürür

+ ya gerçekten ölürsek? dozu nasıl ayarlayacağız?

- akarsuyun götürdüğü biz olmayacağız ki. ruhumuz hep yaşayacak.

+ sen gerçekten delirmişsin

- haklı olabilirsin

+ kesinlikle haklıyım

- o halde şu sokağın sonunda ayrılalım. yarın işlerimiz var

+ iyi fikir

...

+ hadi, görüşürüz, kendine iyi bak

- sen de. bensiz ölme




Biraz da buraların dertleri anılsın #3

Harun'la kümbet çamlık parkında oturuyorduk ki Harun "artık buralar bile serin değil amına koyim, iklimleri nasıl siktiysek." dedi. Az ötede bir beyamca oturuyordu "küfürlü konuşmayın gençler" dedi. Harun da "haksız mıyım beyamca şu barajlar, arabalar parfümler olmasa rahat rahat bir yaz mevsimi geçirirdik" dedi. Beyamca "haklısın da küfür çözmezki iklim sorunlarını" dedi. Ben de ikiniz de haklısınız kapatalım konuyu dedim zaten beyamca kalktı gitti.

Harun'a mesaj geldi. Kaan nerde olduğumuzu soruyor. Harun'un da bedava dakikası vardı aradık çağırdık çamlık parkına gelirken de içecek bir şeyler al diye tembihledi Harun.

Az aşağıda da bir gürültü duyduk, bir ağır vasıta sokağı gürültüye boğarak bir o tarafa bir bu tarafa gidiyordu. Meğer bu sokakta çarşamba pazarı kurulduğundan belediye çarşamba akşamları sokağı özel araçlarla temizletiyormuş. Dün akşam da araç mı ağrıza yapmış, işçilerden birinin hanımı mı doğum yapmış nedir bugüne kalmış temizlik işi. Gençler de tam bisikletle yarış organize etmişlerdi ki sokak kapatılınca oflaya puflaya aşağı sokağa gittiler.

Harun; "beyamcayı tanımadın mı lan?" dedi. Az düşündüm ama çıkaramadım. "kimdi la tanıyamadım?" dedim. "Aysel'in dedesi" dedi. (Aysel ilkokul arkadaşım Murat'ın sevdiği kızdı.)

- sen nerden tanıyon lan aysel'in dedesini?

+ olum aysel'lerle biz uzaktan akrabayız.

- ne zamandan beri?

+ çok değil. 3-4 sene önce benim teyzeoğlu aysel'in ablasının görümüyle evlendi.

- vaay hiç duymadık valla.

+ sorma. kaçmışlardı zaten. epey sıkıntı çıktı. düğün falan olmadığından duymamışsındır.

derken Kaan elinde meşrubatlarla geldi. (Kaan'ın dedesi babasına Kapalı çarşıdan dükkan bıraktı Kaan da liseyi yarıda bırakıp babasının yanında çalışmaya başlamıştı. Hesabı kitabı da iyiydi okusa matematik öğretmeni olup çıkacaktı şimdi Kapalı çarşıda esnaflık öğreniyor.)

Ben bardağı tuttum Kaan meşrubatı doldururken Harun bir an celallenip "Bim'den mi aldın la?" dedi. Kaan da "hee uygun fiyata buz gibi içecek işte olum" dedi.

Harun çamura yattı; "ben Bim ürünü tüketmem hacı" dedi. Ben de "niye la? Bim israil'in mi?" dedim. (bi ara Harun israil ürünlerini boykot ediyordu kendince) "hayır beyler asla o meşrubattan içmem, size de içmenizi önermem" dedi. Biz de uzun zamandır bir araya gelemiyorduk tatsızlık çıkmasın diye kabul ettik. Aldım meşrubatı çöpe döktüm gittim gazoz aldım geldim.

Harun'un keyfi yerindeydi. Bim'i niye boykot ediyon lan diyecektim ama tadımız kaçmasın diye es geçtim.

Az uzaktan eski mahalleden Topçu Selçuk gidiyordu. Seslendik geldi. Selamlaştık tokalaştık masamıza davet ettik. "Beyler 5 dakika bekleyin yiyecek bir şeyler alıp geleyim karnım zil çalıyor" dedi. Kaan da sigaraya başlamış. Yanımızda yakmamak için Topçuyla gitti.

Ben de muhabbet olsun diye Aysel'den konu açtım. "Aysel nasıl oldu görmeyeli? görsem tanır mıyım" dedim. Harun dalmıştı.

Masaya eğilip, "alooooooov" dedim.

"Ne var lan?" diye ayıldı birden. "Buralarda kal kaptan fazla dalma" dedim.

"bayat bayat espritme amına koyim." dedi.

"Küfür yok küfür yok." dedim.

"Peki beyamca" dedi.

Aysel arada kaynadı tabii. acaba çok değişmiş midir ilkokuldan beri?

"Harun bedavan var Riçhırd 'Ökkeş' Godaman'ı arasana gelsin" dedim.

"Olur" deyip tuşladı numarayı. Sesi hoparlöre verdi.

Riçhırd 'Ökkeş' Godaman açtı telefonu.

- Selamun aleyküm Riçhırd 'Ökkeş' Godaman

+ Aleyküm selam beyler, nasılsınız?

- çok şükür iyiyiz seni sormalı?

+ Ben de iyiyim Allah'a şükür

- iyi ol iyi. Çamlık parkındayız işin yoksa gel oturalım.

+ olur 10-15 dakikaya oradayım

dedi.

Topçuyla Kaan da bir türlü gelmek bilmediler.




Biraz da buraların dertleri anılsın #2

Güneş doğalı birkaç saat olmuş. Gökyüzü kuşları yeniden ağarlıyor. Ben de bakkal Eşref abiyle muhabbet ediyordum. Fatih telefonla konuşarak bakkala geldi.

"dangalak lan bunlar" demeden önce telefonu kapattı ve "selamun aleyküm sakinler" dedi.

selamını aldık tabii, "ne vardı sabah sabah telefonda" dedi Eşref abi. "ya bırak abi bu adamlar siyasetten, politikadan zerre anlamıyor" dedi. Eşref abinin oğlu da çay yapmış biz varız diye bardakları fazla ayarlamış geldi oturduk bakkalın köşesine. Anladık, dinledik ki; Fatih Ülke liderlerimizin göçmen politikalarından endişelenmiş. Çok şehit verdik abi buralar için, çok kahramanlıklar yaptık, ha diye ölümcül kararlar veriyorlar ayıp ediyorlar, amlarına koyayım onların diyor. Eşref abinin de kafası karışık. Bak oğlum, ben burada 20 yıla yakındır bakkallık esnaflık ediyorum. Bu semtin sakinlerine hesaplar açar kredi dahillerinde borçlarına göz yumarım. Eskiden tüm maaşını getirip bana veren devlet memurları vardı bu semtte. Şimdi çok şükür esnafından memuruna kimse fahiş borçlar yapmıyor. Refah düzeyi öncekinden iyi. Deyip bizim Fatih'i sakinleştirmeye çalışıyor.

Ben hâla telefondaki kişinin kim olduğunu merak ediyorum ama soramıyorum tabii küt diye.

Fatih biraz yatışsa da diyor ki, ne yapılırsa yapılsın başımızdaki terörü hükümet de destekliyor diyor da peygamber demiyor. Eşref abi de sonunda haklısın oğlum, tamam. dedi bu sefer Fatih daha da hiddetlendi bile bile lades denir mi lan diye bana kızıyor. Ben bir şey demedim ki lan dedim.

Fatih'deki hikmeti en haklı davacıda bile görmemiştim adam epeyce kızmış belli.

Eşref abi de çaktırmıyor ama iktidar yanlısıdır. Son birkaç terör olayı olmasa bağıra çağıra derdi oyumu iktidara verdim, toz kondurtmam, laf ettirmem diye. Ama diyemiyor onun da kendince sebepleri var. Almanya'daki yeğeni bedelli yaptı askerliğini.

Çayım bitti nezaketen istemedim yenisini. Bardak elimde bekliyordum Riçhırd ‘Ökkeş’ Godaman'ın kardeşi geldi. Sıcağından ekmek diye. Eşref abi verdi ekmeği yolladı çocuğu. Çocuk da abisinden aşağı kalır değil.

Hayırlı işler. Dedi gitti.




1 gecede 35 rüya görmek

Dün gece yaşadığım.

Çok hastayım lan öyle böyle değil.

Gece ateşim çıkmış olacak ki türlü türlü rüyalara, hayallere başrol oldum. Üstelik figüranlar da öyle böyle değildi. Tam olarak ne yaptığımızı hatırlamıyorum ama Behati Prinsloo insan değil.

Yamulmuyorsam futbolcu bile olmuştum rüyamda. Belki Çanakkaleli bir filmmaker bile oldum.

En güzel rüyalarımın birinde Lösev'e gönülden destek veren, sorumluluklarının farkında bir iş adamıydım.

Özet olarak çok hastayım. Şu an ne yapsam bilmiyorum. Biraz bir şeyler atıştırsam kendime gelirim belki ama hiç iştahım yok.




3 dakikalık video'daki yanlışı bulmak

Ön uyarı: Video; silah, kan, ölüm gibi ögeler içerdiğinden canının sıkılmasını istemeyenler izlemesin ya da hazırlıklı izlesin.

Bu video'daki yanlışı bulmak sanılandan zordur bence. Video'yu birkaç kez izleyip burada ne yanlış diye düşündüm de, videonun sunduğu argüman gönül rahatlığıyla hüküm verdirtmiyor. Ben böyle düşünüyorum. Videoya yapılan yorumların fazla net ve emin olmasından rahatsızım. En önemlisi silah ateş almadan önceki ikaz süreci (eminim öyle bir süreç vardır) videoda yer almıyor.

Ayrıca daha önce polisi çileden çıkartan birkaç olaya tanık olduğumdan mıdır nedir, ölene ve ölenin yakınındakilere karşı önyargılarım var. Buna taraf tutmak diyemem, ben polisi haklıymış gibi görüyorum.

Ve ayrıca polisler (ve polisle empati yapanlar) bu konu hakkında ne düşünüyor diye okumanızı öneririm.

Şahsen ben, ateş eden polisin cezalandırılmadan önce tanık ifadelerinin, olayın yeterince irdelenmesi taraftarıyım.




Çıplak gösteren muska

varmış böyle bir şey.

te allam yav.

Yıl olmuş 2012 hâla batıla inanan insan var.

Bu muska, büyü gibi şeyler bana ilahi programda bug arayanların ve dahası olabileceğine inananların varlığını hatırlatıyor.






Ekşi sözlük, Kadınlar kulübü atışması

Gülümseyerek takip ettiğim atışmadır.

Tahminimce kronometrik olarak aşağıdaki gibi başladı, gelişti, devam etmekte.

Kadınlar kulübü adlı forumda izmir'de kızlık zarı dikimi yaptıranlar'dan tavsiye almayı amaçlayan bir konu açılmış. Konuya Kadınlar kulübü üyesi olmayanlarda erişebilince, benim gibi meraklı hemcinslerim konuyla ilgili birinci ağızdan bilgi almaya koyulunca Ekşi sözlük gibi platformlarda doğal tepkiler birikti.

Doğal tepki diyorum çünkü kadınların müstakbel kocalarını kandırması, bizimde bu müstakbel kocalardan olabileceğimiz ihtimali şahsımı da hemcinslerimi de hayretler içerisinde bıraktı, galiba.

ilgili forum konusunu incelediyseniz doktor isimlerinin, deneyimlerin uluorta yazıldığına tanık olacaksınız.

Ben niye böyle bir dille yazıyorum bu yazıyı onu da anlamadım :D

Ekşi sözlük'te kadınlar kulübü açılımı oldu. Sonrasında Kadınlar kulübüne açık mektup yazıldı.

Daha bir çok şey oldu/oluyor. Boş vakit öldürecek malzeme aradığım şu günlerde iyiki rastlamışım bu atışmaya.

Atışmadan can alıcı birkaç konu başlığı

Kezban, Vajina gerdirme(sıkılaştırma), Abaza, Vajina beyazlatıcı krem, Çakma entellektüel, Kalıcı kızlık zarı, Geçici kızlık zarı, Fleb yöntemi, Op. Dr. Şenay AYCAN, Vajina gazı, Op. Dr. Mustafa Nuri Alihanoğlu, Garantili kızlık zarı dikimi, Düğüne bir ay kala gergin bekleyiş, Cüce, Ekşi sözlük'te Kadınlar kulübüne yapılan haksızlık...



Her şey bir yana

Bu jinekologlukta iyi para var hacı.

Special thanks

Bu (Ekşi sözlük vs. Kadınlar kulübü) atışma, kadınların üreme organlarıyla (biz erkeklere kıyasla daha çok) başlarının dertte olduğunu, Tıbbın biz erkeklere gerizekalı muamelesi yaptığını, Biz erkeklerin (kendimi ve bu konuda benim gibi düşünenleri tenzih ederim) bunu hakettiğini öğrendim. Teşekkür ederim.

Yeri ve zamanı iken kızlık (zarı) hakkında kişisel görüşüm

Bir kız, o ya da bu sebepten ötürü kaybettiği bekareti yüzünden jinekologlara ya da daha kötüsü illegal onarıcılara hem can, hem de mal güvenliğini tehlikeye atarak muhtaç olmamalı. Bu düşünce, erkeği mezhebi geniş yapmaz da, Evleninceye kadar milyorlarca kızla sevişeyim, evlendiğim kız bakire olsun düşüncesi hem mezhebi geniş hem de gerizekalı yapar.




Siyaseti sevmiyorum deyince

Genellikle yaptığım üzere konuyla ilgili temel görüşümü, durumuşu ilk birkaç cümle ile özetleyeyim. Evet siyaset sevmiyorum, o kadar sevmiyorum ki apolitik söyleminin bile zaman zaman siyasi bir duruş olduğunu düşünerek kendime apolitik dememeye çalışıyorum.

Problem

Bir mecliste "siyaset sevmiyorum" dediğimde AKP sempatizanı, "AKP'yi sevmiyorum" CHP sempatizanı, "CHP'yi sevmiyorum" (ve diğerleri...) demişim gibi algılıyor.

Bağnaz, sığ siyasi destekçiler ben siyasetle uzaktan ya da yakından ilgili bir cümle kurduğumda "durduğum saf"ı anlamaya çalışıyor.

Safımı belli etmemem

Siyaset hakkında 10 dakika konuşuyorum karşıdaki sabır sınayan bir soru soruyor, yani şimdi sen AKPci misin, Muhalif misin yoksa terör sempatizanı mısın?

Hal böyle olunca vatansever duruşumu takınmak zorunda kalıyorum "Ben her zaman vatanımın istikbalini düşünürüm beyefendi, hanımefendi!" diyorum. Bu cümlemle azıcık sempati topluyorum sonra ekliyorum, "Gözlemlerime dayanarak ne olursa olsun siyasetin vatanım hayrına bir şeyler yapmadığını, imkanlarını kullanmadığını hatta zaman zaman siyasi güçlerin kasten vatan zararına icraatlar yaptıklarını düşünüyorum" deyince,

"Muhalifsin işte." tepkisini alıyorum.

ulan o kadar laf anlattım sen hâla hangi safta olduğumu mu anlamaya çalışıyordun? beni hiç mi duymadın?

"herhangibir siyasi toplum ya da figürün yanında değilim. siyasetsiz, politikasız bir dünya daha steril, daha vefalı olurdu." diyorum ve ekliyorum "işe giderken cebimdeki 50liği iki 20lik bir 10luk yaptırmak için girdiğim mahalle bakkalımız Mahmut abi'nin "daha siftah yapmadık ama yabancı değilsin getir bozayım" sözündeki politikaya bile lanet olsun" diyorum.

"Darbecisin o halde" tepkisini alıyorum.

Bir de yanılıp "bu kadar cahil olmayın lütfen" dedim mi,

"Tamam çözdüm, Atatürkçüsün" tepkisiyle karşılaşıyorum.

"Hayır" diyorum "Atatürkçü değilim."

"e tek ihtimal kaldı cemaatçisin" tepkisini alıyorum.

"Abi mevzunun ruhunu anlamamışsın xçü, yçi, zcu değilim ben adıyla şanıyla Türküm! Fatih Sultan'ın, Kanuni'nin, Aslanbey'in torunuyum buna rağmen Fatih Sultan ne dediyse doğrudur sorgulamak bize düşmez düşüncesinde değilim. Bana göre herkes birey olmalı Ahmetist, Mehmetist olmamalı, dününden öğütler, dersler alıp daha güzel yarınlar kurmalı. Sadece kendisini düşünmemeli Atalarımızın yavuklularını alınlarından öpüp bir daha dönmeyeceklerini bildikleri cephelere gönüllü olarak gittiklerindeki gibi mert olmalıyız, ilerideki nesillerimize bir şeyler bırakmalıyız" diyorum.

"iyi güzel diyorsun da kardeş ben senin ne bok olduğunu hâla anlamadım" diyor.

iyi de yapıyor. bağnaz kardeşim.

"evrim" desem "evrim teorisine katılıyor musun katılmıyor musun?" diyecek.

yok yok telaş yapma telefonum çalıyor, arayan kuzenim evrim.




biz uyursak herkes ölür

nöbette uyuyan askere değil sitem. filme yönetmenin, senaristin gözünden bakın. tüm öfke izleyiciye, vatandaşa!

"sen uyursan herkes ölür" cümlesindeki "sen" izleyici yani yine vatandaş.



biz uyuyoruz diye masum insanlar öldü Türkiye!
biz uyuyoruz diye şehit vermeye devam ediyoruz.




"Phone Booth" izlerken gelen 'yanlış' arama

3 Ağustos 2012 saat 11:27'de Ankara (312) yerel kodlu bir sabit hattan şahsıma yapılan aramadır. Filmi duraklatıp telefonu açtığımda 25-30 yaşları arasında bir kadın,

- "Hacı beyle mi görüşüyorum?" dedi.

+ "Hayır, siz kimsiniz?" dedim.

- "Hacı beyle görüşmem gerekiyor, peki orası Mardin mi?" dedi.

+ "Hayır hanımefendi numaramı nereden aldınız acaba?" dedim.

- "Hacı beyle görüşmeyeceksem bir önemi yok. Özür dilerim, iyi günler" dedi.

+ "Eyvallah" diyerek kapattım.

Filmin insan üzerine bıraktığı paranoya etkisiyle ilk defa bir yanlış numarayı bu kadar sorguladım.

Bizim buralarda yapılan yanlış aramalarda da ancak "Hacı bey" sorulur zaten. "Sutuvırt" falan sorulacak hali yok.

Hadi hayırlı cumalar.




Biraz da buraların dertleri anılsın

Dedi Riçhırd 'Ökkeş' Godaman sonra bizim justin seloğlu çıkageldi, "bu masanın hali ne amua goyim" diyerek.

Durun toparlayayım. Böyle başlayınca anlamsız duracak tüm yazı.

Şimdi şevket abilerin sokağından bir çocuk bağırıp çağırıyordu -sonradan öğrendik adı leventmiş- basit bir mevzuyu büyütmüş itler. Şevket abinin eniştesi dördüncü kata buzdolabı taşıtıp "hadi eyvallah" deyip kapıyı yüzlerine kapamış gençlerin. Gençler de "belimiz sikildi hiç yoktan 10 lira bıraksaydı!" diye dayanmışlar şevket abinin kapısına. Şevket abi de haklı olarak "benim meselem değil kardeşler, aranızda halletmeyerek siz eşeklik etmişsiniz. Eniştemin kalıbı belli" dese de çıkartmış iki 20lik vermiş avuçlarına.

Faruk da hiçbir şeyden habersiz bir elinde börek diğerinde kutu kola masamıza geliyordu. Leventler yanımızdan geçerken kafalarıyla selam verdiler. Faruk yanlış anlayıp kutu kolayı arkalarından fırlattı. Neyse ki çocuklar halden anladılar bariz azcık da bel ağrıları vardı mevzuyu uzatmadan uzadılar.

Bizim de canımız börek çekti faruk'un koluna girip "hadi gidelim" dedim. Bozuklar çıkmazsa desteklesin diye. Börekçi teyze "bunlar bayat gibi görünür ama azıcık ısıttım mı yeni çıkmışı sollar." diyerek bizi yola getirdi. biz de beklemeye koyulduk teyze sıkıldığımızı fark edince konu açtı "Oksana Akinshina'yla Anna-Catherine Hartley kardeş oğlum" dedi. "Olur mu teyze!? doğumları arasında 4-5 ay var!" dedim. "Anaları farklı oğlum baba bir" dedi.

Bizim muhasebecinin hesabı iyidir.

Aldık ısıtılmış börekleri mekana dönerken Riçhırd 'Ökkeş' Godaman'a rastladık. dedik "börekler bizden gel karnımızı doyuralım." adam bizim kadar vurdumduymaz değil tabii "Eyvallah gençler düşünmeniz yeter. Niyetliyim sonra ortak olurum sofranıza" dedi. Tedaş'da işi varmış biz de tutmadık.




Bebek sevme sanatı

Sevmeye aç/doymayan bir canlı türüyüz biz ademoğulları.

  • Kötülük nedir bilmeyen,

  • Yargılamayan,

  • Aşağılamayan,

  • Dolaylı olmayan,

  • ima etmeyen,

  • Düşüncelerini doğrudan ileten,

  • Merak ettiğini soran,


Çok az canlı var dünya da. Bebek (insan yavrusu) ve Kedi, Köpek gibi şeyler bunlar. Doğal olarak az olan sevilir, el üstünde tutulur.

Mevzu bebek olunca, "bebek sevmek" tabiri de kendini gösteriverir.

Şahsen ben "bir bebek yapın da sevelim artık" kafasında biri değilim, hatta bebek sevmeyi beceremem. Kucağıma al(a)mam, sarıl(a)mam sadece pişmiş kelle modunda sırıtırım, benim için bebek sevmek sırıtmaktan ibarettir. "Agu - magu" gibi anlamsız şeyler sarfetmeyi de mantıklı bulmam. Öyle işte.

Konu hakkında duruşumdan söz ettiğime göre konuyla ilgili güncel tecrübemi anlatmaya başlayabilirim.

Malumunuz yeğenim (3. Soytarı) Berkay CEREN 5-6 aylık bir bebe. Geçtiğimiz günlerde Berkaylardaydım, Babaannesi de oradaydı, Babaannesinin Berkay'ı sevmesine endişe, ibret ve dehşet içerisinde tanık oldum. Pek çok bebeksever gördüm ama hiç böylesine rastlamamıştım. Babaannesi Bebeği sarıp sarmalarken bildiğiniz eklemlerinin ayarlarıyla oynuyor, bebekle güreşiyordu. Bebeğin bu sevme seansının ardından sağ salim kurtulmasına şaşırdım ama belli ki yeğenim bu sevmeyle dövme arası şeye alışmış sesini çıkartmıyordu.

Tabii ki dayısı olarak yetkim dahilinde olaya el koydum. Ama tepkimin etki uyandıracağını pek düşünmüyorum.

"Nasıl seviyorsunuz?!" gibi bir şey dedim.

"Biz böyle severiz, asıl siz sevmeyi bilmiyorsunuz" gibi bir şey dedi.

"Biz bebekleri daha insancıl severiz" deyip lafı gediğine koydum.

Netice itibarıyla yeğenim;

  • ya şiddetle sevgiyi ayırt edemeyen,

  • ya da şiddete nasır bağlamış,

  • ya da şiddet uygulamaya fazla meyilli,

  • ya da şiddete fazla karşı,


biri olup çıkacak.

Keşke bilinçli/bilinçsiz yaptıklarımız taze beyinlere doğrudan etki etmese.




"Bugün hayatının geri kalanının ilk günü"

der walter white.

hayır hayır hanımefendi, dizi izlemem.

sadece yaşarım. hayatımdan habersiz. mesela hiç arkadaşım yoktur. hiçbir kızın telefon rehberinde numaramın üstünde "aşkım" yazmadı. hatta belki numaram tanımadığım hiçbir kızın telefon rehberine girmedi.

hayır hayır hanımefendi, yalnız değilim.

sadece yalnızlıkla yaşarım,

bir önceki güne şahika.

bir sonraki güne afaki.

ya yaşarım,

ya cemal,

biraz da edip.

özünde daima safa.




Bu nasıl bir açlıktır? nasıl bir kin?

(yaşları en fazla 17-18)

Bir kızı evire çevire dövüyorlar. Ve gerekçeleri bile var. "Erkek arkadaşımla nasıl çıkar?!" tamam erkek arkadaşıyla flört edeni anladıkta buradaki diğer kindarlar kim?

Ayrıca çok kavgaya karışan biri olmasam da hukukunu bilirim. Kandırarak, şartlar eşit değilken yapılan kavga kavga değil işkencedir.

Erkeğe olan açlıklarını erkeğine alternatif kızları döverek gidermeye çalışan kızlar bunlar. insan değiller. ve hatta hayvan bile değiller. ve hatta fahişe bile değiller.

(görüntüler can sıkabilir)



detaylı haber: http://ankaraport.net/haberler/30870/lise...




iyi bir arkadaş olma yolunda; ben

Az önce TRT Okul'da Kendimi Tanıyorum programını izledim de, bir bölümde arkadaşlıklardan bahsediliyor, deneyimler anlatılıyor, güzel tavsiyeler veriliyordu.

Sadece aynı şeylerden nefret eden, aynı şeylere hayran olan kişilerin arkadaş olmayacağını, özünde farklı düşünenlerin, farklı şeylerden hoşlananların arkadaşlık ilişkilerine renk katacağını söyleyen bir abla vardı. Bunları söylerken kafamda bir ampul yandı. Bir an mevzunun terazisine kendimi koydum, şöyle bir tarttım da arkadaşlarımın benim nefret ettiğim şeye nefret beslemesini bekliyorum.

Kuzenlerim de bu tavırlarımdan yakınıyor. Mesela kuzenim Bekir, Cankan hayranı ve hatta fanatiğidir bense tam aksine Cankan ve benzeri (ismail yk falan) kişiliklerden nefret ederim. Bu yüzden zaman zaman Bekir'le ters düştüğümüz oluyor. Ve ters düşmemize büyük sebep benim. Çünkü bana göre insan neyi beğeniyorsa oydu. E Cankan'dan nefret ettiğime göre Bekir'den de nefret etmeliyim gibi sığ, basit ve bağnaz bir denklemin sonucunda buldum kendimi.

Bekir'in Cankan hayranı olması, bizzat Cankan olduğu anlamına gelmiyor. Bunu şimdi farkettim.

Ve ayrıca bu yazım itibariyle özeleştiri konusunda seviyemin yükseldiğini söylememde bir sakınca yok sanki.

Ve mutlaka şunu eklemeliyim ki;

"insan neyi beğeniyorsa odur" fikrime bir cepheden hâla katılıyorum. insanlar genelde kendinde olanı etrafında görünce sempati duyar, durum böyle olunca biraz da olsa insan beğendiği şeydir.

evet.

dipnot: bence Ebru Tuay ÜZÜMCÜ ile Polat DOĞRU her eve lazım şahane insanlar. Saygıyla selam ederim.




Misafir ağırlama ahlakı

Şu caanım 2012 Ramazan ayının ilk entrysini yazıyorum. Sabah 8'den beri ayaktayım ve açlığı pek umursamasam da susuzluk canıma tak etti.

Şimdi, bu kainatın biz insanların sınav salonu olduğundan yola çıkarak ev sahiplerinin yine biz insanlar olduğu sonucuna varabiliriz.

Peki ev sahibi olarak, misafirlere ya da başka bir açıdan bakıldığında dekorlara karşı ne kadar misafirperver, ne kadar yardımseveriz?

Genelde her yıl Mayıs aylarında "bir kap su" çağrıları başlıyor. Bu yıl da pek umursamadım. Çağrının hızla yayılması ve sokakta hiç bir kap su görmeyişim çağrı sahiplerinin pek samimi olmadıklarını düşündürüyordu. insanlar internette bilinçli ve yardımsever davranıyorlar ama fiilen gerçek hayatta yardımsever faaliyetlerine tanık olamıyoruz.




Şimdiye kadar katılmadığım bir kap su faaliyetininin hiç çağrısını yapmamıştım. Bana göre yapmadığın şeyi insanlardan beklememelisin.

Ve uyanışım az evvele dayanıyor. Niyetliyim ve çok susamış durumdayım, Kahramanmaraş'ta kavurucu bir sıcak + kuraklık hakim, misafirlerimiz (ya da dekorlarımız) su bulmakta güçlük çekiyorlar, bahçe kapımıza ve sokak kapımıza birer kap su koydum.

Afiyet olsun.




Haklı olabilirsin ama değilsincilik

Şu caanım ülkemin caanım insanlarında en çok rastladığım ve en sevmediğim şeylerden biri de bilirkişi olma merakı.

"Türk'e asla adres sorma, bilmese de tarif eder" diye bir Çin atasözü varmış mesela.

Aslında eğlenceli insanlarız da dozunu mu ayarlayamıyoruz nedir. Ben bilirimcilik oynayıp hep beklenen sonuçla karşılaşıyoruz, birilerinin canı sıkılıyor, birileri ağlıyor.

Bilmesekte soruya cevaben bir şeyler zırvalıyoruz. Hal o ki, "bilmiyorum" desek cevaba giden yolu uzatmamış olacağız.

Her neyse, bir keresinde ihtiyar bir adam "Arkadaşlar sınıfımıza başkan ve yardımcı seçeceğiz adaylar tahtaya çıksın" gibi bir şey demişti. Tüm sınıf tahtaya çıkmıştı.




Hadi kandiller bunu da açıklayın hadi

[Kahramanmaraş] Arapgirli camiin ordan Aslanbey tepesine doğru yürüyordum ihtiyar, sakallı bir adam oturmuş bir ağacın gölgesine elinde tesbihiyle nafile ibadet ediyordu.

Allah şahidimdir ki oradan geçen hiç kimse o adam hakkında "ateist! cehennemlik!" demez. Sakalı var anasını satim, üstelik bırak farz ibadeti nafile ibadet bile yapıyor. Çarpılırsın bak. Ağzın göt olur ve daha bir çok iğrenç şey.

Ya o amca cehennemlikse?

Allah toplum olarak bizi cezalandıracaksa her sakallının, her "Allah" diyenin peşinden gitme merakımız yüzünden cezalandırır herhalde.

Kendimizi Allah ile bir tutup insanların takvası hakkında yorum yapıyoruz. "Ooo Ahmet enişte mi keşke o mübareğin eteğine tutunup cennete gidebilsek" ne demek lan? o takvametreni götüne sokmasın zebaniler?

Neyse mesajı almak isteyen alacak yine. Almak istemeyenlerin sadece kandilini kutlayayım. Son mastürbasyonlarınızı yapıp gusül abdesti alın artık. Yatsıya camiide görüşürüz.




Ahmetist'in Mehmetist'ten olmayan farkı

Bir insanın her fikrine körü körüne "doğrudur, tamamdır" diyorsan bu yüce insanın kim olduğu senin kim olduğunu değiştirmez.

Kendine ait fikri olmayan, kendine ait olmayandır.

Caanım milletimin aklına bir başkasının peşinden gitme merakını kim sokmuşsa çok becerikliymiş. Nesillerdir ortaya yeni bir fikir çıkaramıyoruz.

Tarihinle tabii ki gururlan, tabii ki övün ama sende tarih yaz bire insanoğlu!

Kendine ait fikri olmayan, kendine ait olmayandır.

Niye torununa teslim aldığından daha iyi bir dünya bırakmayasın? Sürekli olarak birinin peşinden giderken bu mümkün mü?

Bunu bir düşün.

Kendine ait fikri olmayan, kendine ait olmayandır.

Belki de anlık çıkarların uğruna benliğini satıyorsundur bu seni "paraya muhtaç" değil. "paralı asker" yapar. Asimile olursun kardeşim. Yola nasıl çıktığını unutursun. (sana ait olmayan) Yoluna yeni insanlar katma çabasına girersin.

Bunu da bir düşün.




Ede

Baş harfi büyük. Çünkü büyük kahramanlıkların, delikanlılıkların yadigarı bu söz. Bu büyük delikanlılıkların farkında bir yazı.

Şimdilerde kurtulunca arınacağımızı sandığımız bir hitap sözcüğü. Kimi zaman çağrıştırsa da Bursa'nın "Aga"sına benzemez Maraş'ın "Ede"si. En eskilere sahip çıkmaktır "Ede", anlamı "birader" kadar soyut, "gardaşım" kadar somuttur. Büyüğe de küçüğe de denir amma genelde aynı kuşağın edeleri seslenir "ede"yle "ede"ye. Şu Maraş'ın dışında pek yaşamadım ama yaşadığım, okuduğum, izlediğim kadarıyla duymadım "ede".

"Ede" şimdilerde karşımda duran Erkenez kasabası kadar sosyaldir. Sokağın başında adres sorarsında gideceğin yere kadar eşlik eder "ede".

"Ede" burdan taa Üngüttür.

Ede bence şimdi ne demek istediğimi anladın. Sana ede diye hitap edersem daha milletin efendisiyim sanki. Ama aynı zamanda milletin ta kendisi. Çok şair var ede buralarda görmelisin. Böyle cümlelerle, kelimelerle oynamak kanımızda var sanki. Bir romanın müzisyen oluşu kadar normaldir bir edenin şair oluşu. Karakoçlar vardır. Abdurrahim falan, sonra Necip Fazıl vardır. Şehir merkezine 10 km, az daha gidilse Antep'e varacak kadar ötede adına devlet hastahanesi dahi vardır. Geçen kulağımda bir problem vardı onun için gittim ede. Şehir merkezinde adına koskoca kültür merkezi yapılmıştır. Madde bağımlılığı üzerine bir tiyatro vardı onun için gitmiştim ede oyuncuları amatördü, doğaldı, asıl mesleği polis memuru olan oyuncular bile vardı ede.

Sonra varya sokağın ortasında "ede" diye bağırsan herkes döner bakar. "Ede" herkesin ikinci adı gibidir. Şimdi değil tabi, eskilerde öyleydi eminim. Şimdilerde "ede" söylemini kullanan pek az milletin efendisi var. Bazıları da alaycı bir kullanım içerisinde. Bazıları da alay ede ede farketmeden kullanmaya başlamış..

Ben neredeyse hiç kullanmam "ede" hitap sözcüğünü ama etrafımda samimiyetle kullanan çok fazla insan var.

Bir kaç arkadaş bir araya gelip "ede" hitabını kullanmama kararı aldık. Hani şehir dışında "ede"nin ne anlama geldiğini bilmeyenlerin yanında da yanlışlıkla kullanırız da, kötü bir imaj bırakmış oluruz diye.

iyi mi ettik kötü mü bilmiyorum ede. artık hiç "ede" hitap sözcüğünü kullanmıyorum.




Potansiyel pazar esnafı olduğum gerçeği

Bugün annemle perşembe pazarına gittik, kalabalığı sevmememden dolayı fazlasıyla sıkılmamın yanı sıra bloguma yazacak yığınla malzeme çıktı.

En önemlisi pazar esnafı potansiyelimle yüzleştim. O dünya tatlısı insanların ürünlerini satmak için söyledikleri kafiyeli sözler, akıl oyunları esnaflığa ilgi duymamı sağladı. Henüz yerleşik hayatı benimseyememiş olan tarafım da pazar esnaflığının göçebe yaşantısına hayran kaldı. Ve bir ara kadının biri (beni pazar esnafı sanıp) bir şeylerin fiyatını sorunca pazar esnafı potansiyelimi görmezden gelemedim.

"Aman Allahım! konuşan domates!"

Aynen böyle bağırıyordu esnafın biri "Maraş domatesi bunlar, yüzde ikiyüz yerli!" diyordu ardından. Şu modernize kitle ulaşım, iletişim imkanlarıyla bile bu kadar akıllıca reklamlar, reklam kampanyaları yapılamıyor.

Bir eş adayı arama yeri olarak pazar

Ortalama cimri bir kişiliğim var galiba, bu şekilde hiç yaftalanmadım ama bazen kendimi cimriymişim gibi hissediyorum ama bundan pek rahatsız değilim cimri olmasam sigara bağımlısı olurdum. Bununla birlikte, pazarların bir bakıma ucuzluk yeri olmasından dolayı aşağı-yukarı yaştaş kızlara ister-istemez alıcı gözle bakıveriyorum. Nitekim ucuzluktan kaçmayan ortalama güzelliğin üstünde bir kızla evlenme fikri gayet cazip.

Dahası bir ara kendimi moskova'da, oslo'da falan sandım. Yani o kadar çok güzel kız vardı etrafımda. Hiçte pazar kültürüne önyargılı değiller gibiydi. "Aferin" dedim. içimden.

En kötüsü kimseyle ilgimi, bilgimi paylaşamıyorum. Pazar esnaflığı ya da sadece esnaflık bu kötü huyumdan kurtulabilmemi sağlayabilir.di.

Belki de küçükken bir esnafa çırak olmalıydım yaz aylarında, Kur'an kursu diye gidip arap alfabesini öğrenmek yerine.

Erken teşhis çok önemli.




Ya sandığımız kadar düşman değillerse?

Yıl 2012, bugün.

Uyandım. işedim. elimi yüzümü yıkadım.

Gittim. simit, poğaça aldım eve geldim.

Mutfaktan çay alıp odamda karnımı doyururken "Caanım ülkemde ne olup bitiyor?" diye haberleri okuyayım dedim. Şehit vermişiz. Yine.

Yemin ederim kaç şehit verdiğimizin önemi yok. Bir şehitte, bin şehitte aynı.

Hangi kandırılmış zihnin bedeni bu dünya dan gönderiyor abimi, kuzenimi, kardeşimi, babamı, eniştemi, dayımı, amcamı, komşumu?

PKK üyeleri

Ne diye kandırılmış bunlar?

PKK'nin ideolojik yapısı Marksizm-Leninizm[6], Maoculuk[7] ve Apoculuk'tur[29]. Abdullah Öcalan, PKK'yı "Kürt proleter devrimci hareketi" ve "ulusal kurtuluş mücadelesi" olarak tanımlamıştır.[30]



Ulusal kurtuluş diye yaşadığı(ekmeğini yediği, suyunu içtiği) ulusla savaşıyorlar.

Bence buraya kadar bir gariplik yok.

Algıladığım garipliğe şimdi değiniyorum,

PKK ya da ismi farketmez, bunlar ne zamandır faaliyet gösteriyor? 1978 yılından beri. Kime karşı faaliyet gösteriyor? Türkiye vatandaşı ve ordusuna karşı. Hâla gariplik yok değil mi?

işte gariplik, niye hâla soyunu kurutamadık bunların?

bunlar bir avuç pis, pasaklı, disiplinsiz çapulcular değil mi?

Medyaları, kitle iletişim, ulaşım imkanları mı var? Nasıl ki hâla bünyelerine yeni üyeler katabiliyorlar?

Nasıl ki şanlı ordumuz, istihbaratımız bunların mesken tuttuğu dağları yerle bir etmiyor? rakımı deniz seviyesine indirgemiyor?

"Askerimiz açısından savaşa el verişsiz, engebeli şartlar"ı neden aksine çevir miyoruz? oralar bizim topraklarımız değil mi? bizim atalarımız tarih evvelinde oralar içinde canını ortaya koymadı mı?

Çıksın Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Muhalefetimiz, Ordu liderimiz oraları dümdüz edeceğiz. Dağları elimizdeki imkanlarla bombalayarak, döverek deniz seviyesine indirgeyemezsek denizi oraya götürüp dağları su altında bırakacağız, olmadı betonla, harçla kapatacağız. gibi iddialı laflar etsinler. (ki aslında sadece birkaç baraj projesi bile PKK üyelerinin canını sıkacaktır) Ülke çapında Hane başına 5TL zorunlu ülke sınırı koruma vergisi gibi uyduruk bir adla vergi istesinler. Sonu deprem vergilerine benzemesin ama. üstelik vatandaşın keyfine de bırakmasınlar, bankalar, elektrik, su faturaları üstünden alsınlar o parayı. Ve iddilarını yerine getirsinler!

Ülkemizin! doğusuna seferler turlar başlatsınlar, o dağ başlarını kentleştirsinler.

Ne yaparlarsa yapsınlar ama 1978'den beri ülkemizin başına musallat olan bu çirkeflere karşı kesin, iddialı, cesur kararlar alsınlar. Yani sözüm doğrudan AKP'ye ya da önceki iktidarlara ya da muhalefete değil. Sözüm genel olarak bu ülkenin gidişatını belirleyen herkese ve dolayısıyla iktidara, muhalefete, orduya...

y-a-p-m-a-d-ı-l-a-r!

y-a-p-m-a-z-l-a-r!

Yapmazlar abi, çünkü ara sıra şehit vermezsek, içimiz cız etmezse, ülke liderleri "bıçak kemiğe dayandı" demezse Ülke liderine de gerek kalmaz, zamanla ordu liderine de.

Yani bu konuda bu kadar kesin bir ifade kullanmak istemezdim ama Otuz yıldır şu sorun çözülmüyorsa ülke yönetimi (iktidar, muhalefet, ordu büyükleri) çözmek istemiyor olabilir. Bu PKK itleri bize düşman oldukları kadar ülkemizi yönetenlere düşman olmayabilir. işte bütün gariplik bu.




LYS 2012

En az YGS 2012'de olduğum kadar hazırlıksızım bu sınav için. Yine öylesine gireceğim yani.

LYS 3 ve LYS 4 oturumlarına girmek kafi, zaten YGS'de sadece bu ikisinden aldığım başarıyla LYS'yi haketmiştim.

Aslında ben sayısalcıyım(LYS 1) ama gerizekalı eğitim sistemimiz beni yıllardır matematiğin bu sıralar dışında da işe yarayacağına ikna edemedi. Sözel oturumlardan sınava girip programcılık bölümü kazanamayacağıma göre 2 yıllık Meslek Yüksekokuluna doğrudan geçiş hakkımı kullanacağım galiba. Kahramanmaraş dışında bir yer olsun istiyorum. Ön lisans'ta olsa ne kadar batıda olursam o kadar iyidir herhalde.

Zaten benim birincil amacım özel sektörde yazılımcı olmak ama KPSS gibi torpilin gırla olduğu söylenen sınavlardan da torpilsizce yararlanmaya çalışacağım.

Sisteme karşı verdiğim iş güç sahibi olma savaşımda hemen hemen hiç kimseden yardım alamıyorum.

Özetin özeti: Yarın ki oturumlarda kaçtane soru çözeceğimi dahi bilmiyorum. Sınavdan çıkıp Sahra market'ten bir büyük puro alıp evimin yolunu tutacağım. Birde haftaya cumartesi(23 haziran) ikinci oturum için sınav olacağım.




Koskoca sosyalizmin göğüs - meme sorunsalı

Ekşi sözlük olur, Alkışlarlayaşıyorum olur, Bobiler olur. Düzenli olarak takip ettiğim internetin sosyal platformlarında kadınların bebeklerini beslerken kullandığı organlarına(böylede yazınca caanım organ ne itici bir imaja büründü ama) bir türlü ortak isim bulunamadı. Bazıları "göğüs" diyor bazıları "meme".

Buna benzer bir şekilde Bayan - Kadın tabirleride internetin sosyal platformlarına zaman kaybettiren bir sorunsal. Ben meme ile kadın tabirlerini doğru bulanların safındayım.

meme ile kadın diyelim bitsin bu kavga.




Bağdaş kurup Lana Del Rey dinlemek

Gözler tamamen açık. Belki işlek bir çevre yolunu ikiye bölen otun sapın arasında yapmışızdır bunu. Böyle sanki tek yapmamız gereken buymuş gibi. Hiç kimsenin yerlisi olmadığı bir şehirde, kentte, kasabada birkaç saat boyunca asla ve kat'a telefonumuz çalmayacakmış gibi. Bir kaç ay içinde memlekete dönmek zorunda değilmişiz gibi.





Orhun Abideleri

(Bu yazı tamamen alıntıdır, yazarı metnin sonunda belirtilmiştir.)

günümüz diline aktarımı bir hayli sıkıntılı olan abidelerdir. en basitinden "tengri teg tengri" kavramını "tanrı gibi tanrı" diye çeviren var, "gök gibi tanrı" diye çeviren var, ama bunun bir deyim olabileceğini -gördüğüm kadarıyla- düşünen yok... bize çok yabancı gelmeyecek bir mana var burada ama ne? "bir olan tanrı" olabilir mi? olmasa bile, "tanrı gibi tanrı" değildir en azından...

öte yandan, abidelere dikkat edince, türk kavramına vurgu, birlik olmaya çağrı ve türk'ün düşmanları hakkında bilgi görüyoruz. düşmanların başlıcaları "tabgaç" denen çin, kıtay denen bir kavim, kırgız, türgiş, dokuz tatar ve dokuz oğuz'lardır. bunlardan türgişler ve oğuzların türk ile akraba oldukları belirtilirse de, sürekli biçimde düşmanlık ve savaş halinde olduklarının da ayrıca altı çizilir.

dikkatimi çeken bir şey, moğollar'dan hiç bahis yoktur. bu moğol denen şey nedir? cengiz'den önce hiç adı sanı geçmez. sanki hiç yokturlar da bir anda var olmuşlardır. sonradan türkler onlara "tatar" diyecek ama, tatarlar eskiden beri vardır ve moğollar'dan ayrı bir kavimdir. "kıtay" denilen kimseler olabilirler mi? onu da bilmiyoruz. (çünkü kıtay daha sonra çinlilere denilecek.) daha öncesinde olduğu gibi, göktürkler zamanında da moğollar diye birilerinden söz edilmez.

peki göktürkler'den önce kendilerine "türk" diyen bir kavim, bir devlet, bir topluluk var mı? bunu tam bilmiyoruz ama, şunu biliyoruz: "türk" kelimesi bir hayli eski tarihlere götürülebiliyor. çin kayıtlarında olsun, hint kayıtlarınada olsun, fars kayıtlarında olsun, diğer bazı mezopotamya vs kayıtlarında olsun, "türk" kelimesine çok eski tarihlerden itibaren rastlanabiliyor.

fakat göktürkler döneminde türk ve oğuz neden ayrıdır birbirinden ve sürekli çatışma halindedir? hadi kırgızlar ve tatarlar çok eski zamandan beri ayrı... iyi de oğuzlar niye ayrı? demek ki o zamanlar oğuz olmayan bir kesim kendilerine "türk" adını veriyordu. nitekim bu daha sonraki yüzyıllarda da devam etmiştir. ama günümüze geldiğinde oğuzlar'dan başka kendisine "türk" diyen hiçbir boy kalmamıştır. hatta oğuzlar'dan bir grup olan azeriler'de bile "türk" ismi hala tartışmalıdır. (moskof etkisi tabii.)

her neyse, orhun abidelerinden öğrendiğimiz şey, osmanlı tarihinde bolca şahit olduğumuz ve belki günümüzde de yaşadığımız şey şudur: türk, sürekli kendi içinde harp halindedir. nasıl ki osmanlı ne zaman balkanlara sefer çıksa veya bizans'ı kuşatmaya kalksa, arkasından hemen karamanlı, isfendiyarlı vs beyliklerin saldırısına uğruyordu. öyle anlaşılıyor ki, tarih içindeki bütün maceramız da böyle geçmiştir.

ve galiba, bu gerçeği değiştirebilmeye de imkan yoktur. bu gerçeği kabul etmek ve bu gerçekle varolmaya devam etmek zorundayız.

(yerleyeksan, 28.11.2011 04:55) - Ekşi Sözlük