Bir bilgeki ben yapsın beni

insanlar tekdüze bir yaşam seçseydi nasıl olurdu diye düşünüyorumda çayımı yudumlarken, düşüncesi bile saçma geliyor. Biliyorum her durumda, her zaman doğru şeyler düşünmüyorum. Ama şaşırtıyorum! kendimi büyüklü küçüklü krizlerle baş etmek zorunda hissettiğimde ilahi bir güç omzuna dokunuyor ve yapmam gerekenleri sırasıyla yerine getiriyorum. Daha doğrusu getiriyordum.

Getiriyordum çünkü, Yani artık değil.

Düşünüyorumda bir zamanlar yalnız olmayı kendim istiyordum. Yalnızlığı seviyordum. Ergen olmama rağmen ergen triplerine girmeden hayatımın tadını çıkarıyordum. Yalnızdım, önemsizdim ve hatta değersizdim ama bunu umursamıyordum. Hayattan çok az beklentim vardı. Varolan beklentilerimi yerine getirirken pek zorlanmıyordum.

Sonra.

Sonra bir baktım kendime dipteyim, olabileceğim en kötü durumun içerisindeyim etrafımda bir tek arkadaşım bile yok. Bir tek yakın arkadaşım. Sonra bir gün bir kızla karşılaştım -o benimle karşılaşmadı- o gün bugündür işler zaten kötüyken dahada çığrından çıktı.

Aslında başarılıyım. Etrafımdaki bir çok insandan bunu duyuyorum ama kafamda dağlar patlıyor bu gerçeği benden başka farkeden olmuyor.

Neticedeki kötü sonucun altında iletişimsizlik yatıyor. Yukarda bahsettiğim kızın yanında ne krizler doğuyor kafamda ama o ilahi güç omzuma dokunup cesaret takviyesi yapmıyor. "Dinlemek zorundasın beni! Seviyorum işte!" diyemiyorum mesela. Yada "Farkında olmayabilirsin ama hayatımı alt üst ettin!"

Sonra.

Sonra her uyandığımda, içsesim adını sayıklıyor istemsiz.

Sonra.

Sonra her utandığımda, yüzü geliyor aklıma. istiyorum ki uzatsın elini, tüm bilgeliğiyle ben yapsın, geri versin eski beni.

Veyahut alsın eline hançeri, öldürünceye kadar parçalasın bedenimi. Son bulsun; bekleme, ümid etme illeti.


herkes yolda gider benden öte, ben ben olalı bulamadım özümü




iş yerinde blog yazmak

Şu an yaptığım eylem.

Bir çok kez çok farklı yerlerde blog yazdığım oldu lakin iş yerinde hiç denememiştim bu da böyle bir anımdır diyerek ilerde anlatabileceğim bir şey olabilir. Zira iş yerinde(Asır Eğitim Kurumları Genel Müdürlük) neredeyse hiç bir şey yapmıyorum.

Zaten stajyer konumunda bu binada yapabileceğim neredeyse hiçbir şey yok. Şu an Muhasebe bürosundaki başıboş masada sinek avlıyorum, arada sırada dosya arşivliyorum falan.

Aslında görevim bu binada değil, beni Asır Eğitim Kurumlarının bir şubesinde görevlendirecekler lakin bir türlü sıra bu atama işlemine gelmiyor. insanlar çok yoğun, telefonlar neredeyse hiç susmuyor benden başka sıkılacak vakti olan yok. Bu birimin görevininde Muhasebe olmasından dolayı olana bitene pek müdahil olamıyorum.

Bugün olmazsa önümüzdeki pazartesi günü şubem kesinleşecek ve bende daha yoğun bir iş dönemine gireceğim. Dahası web site yapmam isteniyor ki memnuniyetle yaparım.

Staj görevim haftada 3 gün(Pazartesi, Salı, Çarşamba) yarın(Perşembe) ve Cuma günleri okulda ders işliyor olacağım.

2011-2012 eğitim öğretim yılı daha ilginç, daha koşturmacalı ve daha sorumluluklu bir yıl olacak.

Allah hakkımızda hayırlısını versin.




Ona daha çok sarılırdım

Henüz ilkokuldayken veli toplantısı davetinin arkasına iliştirilmiş Dianne LOOMANS'ın "Mümkün olsaydı" adlı yazısı beni çok etkilemişti o yıllarda neden böyle bir yazıdan etkilenmişim bilmiyorum. Az evvel bir arkadaş yazıda geçen bir cümleyi söyleyince yazının tam halini bulmaya karar verdim ve not defterime de çentik atmam gerektiğini düşündüm.
Çocuğumu yeniden yetiştirmem mümkün olsaydı:

Ona işaret parmağımı kaldırıp yasaklar koymak yerine,
parmaklarıyla resim yapmayı öğretirdim.

Hatalarını daha az düzeltir,
onunla daha cok yakınlık kurmaya çalışırdım.

Onu sadece gözlerimle izler,
saat kısıtlamaları koymazdım.

Daha bilgili olmaya çalışır,
daha cok şefkat gösterirdim.

Onunla daha çok yürüyüşlere çıkar,
uçurtmalar uçururdum.

Ona karşı ciddi bir tavır içinde olmak yerine,
onunla oyun oynardım.

Onunla kırlarda koşar,
yıldızları seyrederdim.

Onunla daha az çekişir,
ona daha çok sarılırdım.

Önce benlik saygısı kazanmasını sağlar,
sonra bir ev almaya çalışırdım.

Ona her zaman katı davranmaz,
onu daha çok onaylar ve yüreklendirirdim.

Güç konusunda daha az ders verir,
sevgi konusunda daha çok şey öğretirdim.

Dianne LOOMANS





Düzenli "haklısın" ilişkisi

Sosyokültürel (şu kelimeyide cümle içinde kullandım ya artık ölsemde gam yemem) hayatın getirdiği toplum ilişkisine can veren yazılı olmayan kurallar vardır ki bunların en önemlisi bana göre "haklısın" ilişkisi.

insanlar yenilikçi ve üretgen canlılardır. Gerek zeka gerekse mantık yapıları hep yeni şeyler yapma dürtüsü verir. Ve insan ortaya koyduğu her şey karşılığında geri dönüt(feedback) bekler. Çoğu zaman geri dönütlerin olumlu olması(haklısın) istenir ama uzun süre herhangibir dönüt almamış ise olumsuz dönütler de (hadi lan gibi) üretgen kişiyi motive etmeye yeter.

Günümüz toplumundaki kuşaklar arası iç/dış çatışmalar geri dönüt ilişkisini fazlasıyla zedeliyor. Geri dönüt alamayan Araştırma ve Geliştirme heveslileri ise misyon değiştirerek Araklama ve Geliştirme konusunda büyük ataklar yapmaya başlıyorlar. Netice itibarı ile bir toplum kendince bir şeyler yapmaya çalışan insanlara geri dönüt bırakmaktan kaçınırsa o toplum üretgenliğini kaybeder.




Alışmaya çalışma çalışmaya alış

Saçma sapan bir yaz tatili sürecini geride bırakmış bulunuyorum. Neredeyse hiçbir şey yapmayarak harcadığım 2 aylık süreç bana bir çok şey öğretti. Yani aslında kendisi öğretmedi de benim öğrenmeye meyilim varmış. Bu öğretmensiz eğitim sonucu kendimi geliştirdiğime inanıyorum ve kendimi bir yazılımmışım gibi versiyonel bir çizelgenin sonunda hissediyorum yani son versiyonum safa 1.2 çıktı!

Bu yeni safa eski versiyonlara kıyasla;

  • daha işçimen

  • daha girişken

  • daha az duygusal

  • daha çok (para) kazanan

  • daha az müzik yapmakla ilgili

  • daha çok müzik dinlemekle ilgili

  • daha da boksla ilgisiz

  • daha yenilikçi

  • daha sosyal

  • daha ulaşılabilir

  • daha tv kültüründen kopuk

  • daha yoğun

  • daha işini sevme sevdiğin işi yapcı.

  • daha alışmaya çalışma çalışmaya alışcı.

  • daha her kötü sonucun ardında iletişimsizlik yatarcı.





Deliye her gün bayram muhabbeti

şimdi bunu düşünecek vakti nasıl buldun deme blog. zira bu yaz düşünmekten başka bir şey yapamadım. projelerim yattı, kafamı toplamaya çalıştıkça dibe battım falan da falan.

şimdi "geziyorum ben" diye çıktım evden, sabaha kadar tanıdık tabela görmek istemiyorum.

gidecek hiç bir yerim yok çünkü param yok. ha olmasını istiyor değilim olmasın zaten.

o değilde ben nereye gitsem a.q

aşağı gitsem erkenez, yukarı gitsem pınarbaşı.

ulan bayram girmeseydi araya, projelerime dönmüştüm ben şimdiye. bu bayram bana bayram değildi yani. ya da bayramsa diğer günlerden farkı yok, netice itibariyle bana her gün bayram.

boşluktayım be blog. araftayım sanki.

şimdi şimdi farkediyorum da benim tek dert yoldaşımda senmişsin blog. konuşmasan da dinliyorsun en azından. ya da dinliyor gibi yapıyorsun.

ergenlik (sonu) psikolojisi ise bu durum, ben böyle ergenliğin a.q.

bazende deliriyorum diyorum ama deliler kendilerine deli olup olmadıklarını sormazlar daha önemli işleri vardır.

ailenin en küçüğü olmak zaten zordu iki ablamda evlenip gidince daha zor oldu. iki ihtiyarla(anne-baba) sıkılmaktan başka aktivite yapılamıyor.

dahası bir kedim bile yok.

piiii! bunu bile dedim bak. o kadar düştüm blog.

neyse gideyimde -sözde- tatilime devam edeyim. bana her gün bayram.

ayrıca bir şey merak ediyorum; kim okuyor lan seni?