"Rica ederim" diyen minibüs şoförü

Öğle vakti, okuldan çıkmışım Evliya 5 numaralı minibüs pat diye gelivermiş, hemen atlamışım minibüse. Boş bulduğum bir koltoğa kurulmuşum. Yolculuğumuzun 10. dakikasında tam gaz yola devam ederken, yolun sağında 3 (hanım hanımcık) güzel kız minibüsü durdurmuş ve,

"Milli eğitimden geçer mi?" suailini şoföre sunmuş.

Hemen akabinde şoför "hayır hanfendi" deyivermiş.

caanım kız nezaketen (minibüsü durdurdu ama binmedi ya hani o yüzden) "peki, afedersiniz" demiş ve şoför "rica ederim" demiş.

Etkileyici olacak diye düşünüp Mişli geçmişle anlattım ama bunları gerçekten, bizzat yaşadım.

Hayır her minibüs şoförü "kaba" değil ama "rica ederim" diyenini ilk kez duydum. "Allah" diyen aslan bile bu kadar şaşırtmamıştı beni.

Hayat çok garip.




Bedia'nın sırrı

Aybalam ben şimdiye kadar özünde "bedia" olan şeyi "bediha" sanıyormuşum ya la, komşu kızını hep "bediha" diye çağırırdım, itiraz etmezdi oysa...

Her neyse, bugün sabahın 7sinde otobüs beklerken, yakında yapmayı planladığım radyo programına isim düşünüyordum.

Dünyaca ünlü marka ve sloganları gözümün önüne getirip ne kadar yaratıcı olduklarını sorguladım kendimce, belki içliğinde (kışın vazgeçilmez iç giyimi) etkisiyle Victoria's Secret markasını sorgulamaya başladım.

Victoria diye biri diyor ki "bir sırrım var!" ve markanın adını da "Victoria'nın sırrı" yapıyorlar.

iş bu sırra sahip olan bedia adında bir türk olsaydı ne kadar komik bir marka gelişirdi diye düşünüp otobüs gelinceye kadar içten içe güldüm. Evet. Psikolojik desteğe ihtiyacım var.

Bedia'nın sırrı esprim müstakbel radyo programıma isim fikri ilhamı verdi. Galiba programımın adı "Profesörün sırrı" olacak.

"Profesör" derken şimdi beni ukalalık anıtı olarak algılama kardeşim, okuldan arkadaşlar biraz alaycı biraz yüceltici manayla bana "Profesör" diye hitap ediyorlar. Ben de şu yaşıma kadar lakap sahibi olmamışlığın verdiği açlıkla bu yakıştırmayı hemen sahiplendim. (müstakbel) Radyo programım için de şaheser bir fikirmiş gibi geliyor.

Radyo programıma alternatif olarak "ihtimal mimarı" ismini düşünüyorum.

Bakalım, hayırlısı.




Hayır, Birol GÜVEN yazdı da gülmedim mi?

Bizim ihtiyarlar (annem, babam) Seksenler adlı Birol Güven dizisini izliyorlar. Ben genel olarak dizi izleyemiyorum zaten ama özellikle de Birol Güven'in senaryolarını eğreti buluyorum.

Çocuklar duymasın da öyleydi.

Şimdi ihtiyarların dayatmasıyla ben de göz ucuyla Seksenler'i izliyorum. iyi hoş dizi de,

--- Spoiler ---

Rahat 25 dk araba esprisi yapıldı arkadaş. Mahallenin Pastahanecisi Sami abi, paraya kıyıp 70 model bir araba alıyor ve olaylar gelişiyor. Esnaf, sami abiyle dalga geçiyor, gırgır şamata yapıyor.

--- /Spoiler ---

özetin özeti: dizi denen şeyi, kime hitap ediyorsa onlar izlesin.




Kendini ifade edememe sorunsalı

Yeni korkulu rüyam,

Şimdi her nasıl bir ortam olursa olsun, versinler kağıdı kalemi yazarım - çizerim. Lakin anlatmaya gelince, dinleyenin reaksiyonu çok feci etkiliyor.

Jest, Minikler

Evet, minik. Minicik mimikler bile konuşmanın akışını olumlu ya da olumsuz değiştirebiliyor. Bu yüzden ki bana TV Talk Show programı falan yaptırmasınlar.

Hal bu iken, Radyoculuk konusunda fazla tutuk değilmişim gibi. Hani sadece sesimiz gidiyor ya, ve ayrıca günümüzde çok az (seçkin) bir kitle Radyolara şans tanıyor. Tüm bunlar sonucunda okulumuzun (Ksu Radyo) radyosunda yayın yapma heveslisi biri oldum. Başvurumu da yaptım. Deneme yayınları sonucu, beğenildiğim takdirde radyonun yayın akışında benim adım da yer alacak.

Yazılı ifade kaabiliyetimin yarısını sözlü ifadeye çevirebilirsem, olur bu iş.

Ayrıca biraz da egoistim sanki. Bu durum hayatımı pek iyileştirmiyor, bu konunun üzerinde durmalıyım.




Geç kalınmış bir yazı, Merhaba dünya!

Şimdi bir arkadaş blog açtı da bloglar ilk olarak "merhaba dünya!" başlıklı yazılar yazar falan diyorduk, sonra bir baktım blogumda "Merhaba dünya!" başlığı yok.

Düşündüm ki bu benim ilk blogum değil. Önceki blogumda "merhaba dünya!" başlıklı bir yazım vardı.

Niye, nasıl blog yazmak istediğimi kendimce anlattığım bir yazıydı. Lakin şimdi o yazıya ulaşmam mümkün değil.  2009 yılının eylül ayında falan yazmıştım o yazıyı.

Şimdi "Merhaba dünya!"sız bir blogum olmamalı deyip ahanda bu yazıyı yazma kararı aldım.

Niye blog yazıyorum?

Blog yazıyorum çünkü bir şeyleri bir yerlere kaydedip daha sonra dönüp o tarihteki yapıtlarıma bakmayı seviyorum. Kaydetmeyi, arşivlemeyi ve daha sonra karşılaşıp eski düşüncelerimden nefret etmeyi seviyorum. Blog, zamanın beni değiştirdiğinin resmi kanıtı oluyor bi yerde. Ek olarak, bazen konuşmak, anlatmak istediğim onca şeyi konuşacak hiç kimse bulamayınca blogum derman oluveriyor.

Nasıl blog yazıyorum?

Temel amaç arşivlemek ve sosyal çevremle bir şeyler paylaşmak. Lakin bu temel amaçların yanında ilgi duyduğum şeyleri göstermek, ilgi alanları benzer insanlarla iletişim kurmak gibi amaçlar da baskın.

Sonuç itibarıyla 2009'lu yıllardan beri bloglara ilgiliyim. 2010 yılının Mart ayından beri ise yazdıklarım arşivde mevcut. Tarzım, karakterim zamanla güncellense de kalıbım ortada.

12.12.12

Artık ben de blog yazıyorum!




Minareyi çalan coverını hazırlar

Yaklaşık bir yıldır ForOrchestra'yı takip ediyorum. Gündemden müzikleri kendilerince coverlıyorlar. Aralarında şaheser olarak nitelendirdiklerim oluyor.

Adele 'Set Fire To The Rain' For Orchestra



Carly Rae Jepsen 'Call Me Maybe' For Orchestra



Rihanna 'Only Girl ın The World' For Orchestra by Walt Ribeiro



Lady Gaga 'Bad Romance' For Orchestra



ilgileniyorsanız aklınızda bulunsun, soundcloud.com/fororchestra




Dinden soğutmak tehlikeli ve günahtır

Şimdi şu şekilde bir şey var ki Usama Bin Ladin abi, sen terörist ve örgütsel yapılanma işlerinin temeline "islamı" oturtarak dünyaya diğer tüm müslümanları bir örgüte üye olmadan (çobansız) yaşamayan, terörist adayı -birey olamamış- bireyler olarak tanıtıyordun.

Çok şükür ki ben Usama Bin Ladin'in müslüman olduğuna inanmayanlardanım. Bir üstadım derdi ki "Amerikanın oyunu bunlar, kendi kendilerine düşman modeller oluşturup diğer inançlara çamur atmaya çalışıyorlar ve de başarılılar." tam olarak böyle konuşmasa da buna yakın bir şey derdi işte.

Şimdi başınızı biraz kaldırıp, etrafınızı kolaçan etmenizi isteyebilir miyim? Bakın bakalım henüz ölmemiş Usama Bin Ladinler var mı? ya da dinden soğutanlar?

Bana göre yasadışı (illegal) örgütler dinden soğutma potansiyeline en çok sahip olanlar. Şöyle ki, yasadışı örgütler kendilerine tamamen teslim olmuş müridlere ihtiyaç duyar. Bunu sağlamanın en kolay ve sağlıklı yolu da inanç sistemini güncellemektir.

Şimdi ben bunları yazmaya, sağımda duran ekrandaki haberi izledikten sonra başladım. Haber tam olarak şu, "istanbul'da karakola saldırıp kaçan 2 teröristten biri yakalandı."

Hani bu konuyla ilgilenip, Girdap filmini izlememişler varsa tavsiye ederim. "inanç sistemini kullanırlar" derken ne demek istediğimi daha iyi algılarsınız.

Şimdi her şeyi bir kenara bırakıp yılda 150 gün oruç tutan, 5 vakit namaz kılan, fakir ve yardıma muhtaçlara maddi manevi destekte bulunan bir terörist hayal edin. Yaşamına bu kadar iyi şeyler sığdırabilmiş bir teröristin bunların yanı sıra gayrimüslim (müslüman olmayan) çocukları, kadınları ve adamları gözünü dahi kırpmadan katlettiğini, kendisine benzeyen karakterler yetiştirdiğini de düşünün.

Ne oldu?

Müslümanlığın imajı lekelendi değil mi?

müslümansınızdır ya da değilsinizdir, hangi inanç sistemine gönül verirseniz verin fakat doğru kaynaktan yararlanın. Örneğin müslümanlığa gönülden bağlıysanız bırakın yasadışı örgütler ne biliyorsa onu yapsınlar siz Kuran'ı kaynak edinin. Hristiyanlığa gönülden bağlanacaksanız Papa'yı ya da mezhep liderinizi, kitabınızı kaynak edinin. Çapulcuların inanç sisteminizden yararlanmasına müsade etmeyin. Terörist adayı olmayın.




"Pazarlaya pazarlaya bitiremedik kendimizi"

Facebook'ta genç arkadaşlar isminin yanına niye parantez içerisinde bir şeyler yazıyorlar? anlayan beri gelsin.

Hayır, bir üstad "(Sanal alemde) pazarlaya pazarlaya bitiremedik kendimizi" demişti. O cümle aklıma geliyor böyle şeyler gördükçe.

Sevmiyorum şu "Feysçiler"i ya.




Çevir dili yanmasın

ilkokul 4'ten beri zorunlu olarak ingilizce dersi görüyorum. Hâla ingilizce meramımı anlatamam. Aslında belki anlatırım da kimse anlamaz.

Hal böyle olunca insan kendine "gerizekalı mıyım lan ben?" diye sormadan edemiyor. insanlar 2 ayda ispanyolca öğrenirken ben 8-10 yıldır kıçı kırık ingilizceyi öğrenemedim. Lakin ki ingilizce öğrenimi konusunda benle aynı gelişimi kaydetmiş milyorlarca öğrenciyi görünce bizde bir çevirisel hata yapıldığını düşünmeye başladım.

Şöyleki,

"Sister"ı niye "bacı" diye çevirmiyoruz lan?

Çeviri konusunda aşağıdaki tablomdan yararlanılsa daha kolay ingilizce öğreniriz.
ingilizcesi(sözlüksel)türkçesi(bana göre)türkçesi
SisterKız kardeşBacı
BrotherErkek kardeşBirader
HomeEv, yuvaHane
My babyBebeğimYavrum
Hey my babyHey bebeğimHey yavrum
Oh my godAman TanrımAman Yarabbim

ve daha bir çok şey...




Kadınlar çok canlıdır aslanım

- Bırakıp gitti biliyor musun abi?

+ Gidecekti aslanım, ne bekliyodun ki?

- Öyle deme be abi. "Seni seviyorum" derken o kadar gerçekci bakıyordu ki.

+ Bakarlar... hem de öyle can alıcı bakarlar ki inanmazsan kendini cezalandırırsın.

- Haklısın abi, çok kez kızdım, kendime "oğlum şu kız için ölsen bile az" dedim.

+ Dedirtirler...

- Benle alay etmiyorsun değil mi abi?

+ Ne alay edecem aslanım, derdine tasdikci oluyorum işte.

- Eyvallah da abi biliyo musun "Senin için ölürüm" derdi bana.

+ Derler... kadınlar çok canlıdır aslanım, "senin için ölürüm"ü birkaç ay arayla başka başka adamlara zikredip dururlar da bi azraile veremezler o narin canı. Hatta en bi karaktersiz itoğluitin peşine takılıp ziyan ederler hayatlarını.

- Doğrusun abi.

+ Bizim gibi adamları yataklarına almazlar aslanım, bizim kalıbımız belli, paramıza ellerini verirler sadece. Kucağına indinmi kabarır fatura.

- Öyle değil abi...

+ Öyle ya da böyle aslanım, sonra götürdü mü elin müdür yeğeni, dövünür dururuz işte rakı sofralarında.

- Ağır konuşuyorsun abi.

+ Kadınlar aslanım, ağır konuşturanlar beni.




"Amca topa vursana" cümlesindeki amca olmak

Geçen yıllarda yaşadığım şey.

Aslanbey tepesinden inmişim, 13. Sokağın paralelliğini kaybettiği yokuşun eteğinden hâla aşağı doğru yürümeye devam ederken, arkamdan "Amca topa vursana!" diyen bir çocuk sesiyle irkildim. Arkama döndüğümde yokuştan hızını almış bir top sağ ayağıma adapte bir şekilde geliyordu.

Top öyle oturduki ayağıma, vurmasam ayıp olurdu. Biraz da gerildiysem demekki bir hayli hızlı vurdum. Top, Allah vergisi bir falsoyla yokuşun solunda kalmış iki katlı müstakil evin ikinci katının balkon penceresine isabet etti. Şangır şungur indi camlar. Çocukluktan yadigar refleksle yokuş aşağı koşmaya başladım. ihale topun sahibi çocuklara kalmıştır. Gittim fırından sıcacık ekmeğimi alıp "yemek te neredeyse hazır olmuştur" diyerek yoluma devam ettim.

Ve şu an, yarın ki inkılap tarihi sınavına hazırlanıyor olmam gerek. Benim tarihten anladığım bu, geçen yıllar.

Bir amca kolay yetişmiyor.




Biraz da buraların dertleri anılsın #5

Enver, çocuk parkında oturmuş uzaklara bakıyordu. Bu kardeşi ne zaman yalnız görsem uzaklara bakar, böyle edebiyat yapmaya fazla meyilli bir karakteri vardır bu kardeşin. içimden bakkalın sigarasına küfredip Enver'in yanına doğru yürüdüm.

- "Enver yine uzaklardasın abi? nedir durum?" dedim

+"iyidir be usta, yakınlarda pek tat yok."

- "saadeti uzaklarda arayınca da pek iyi sonuçlanmıyor be abi."

+ "çok doğru dedin lan."

- "eyvallah, bir kız betimlesene"

+ "mavi gözlü bir kız var abi kendine ait değilmiş gibi"

- "nereli bu kız?"

+ "yüksek ihtimalle buralı ama aslen değil."

- "en son ne zaman, nerede görüldü?"

+ "az önce çocuk parkında?"

- "görevi neydi?"

+ "yeğenini, komşu çocuğunu ya da kardeşini parkta eğlendirmekti"

- "başarılı oldu mu?"

+ "fazlasıyla" dedi gülümseyerek.

- "bu oyunu çok seviyorum lan" dedim.

+ "ben de ama herkesle değil usta, sen tam bu oyuna uygun profilsin" dedi.

- "eyvallah."

+ "ee nerede bizimkiler hiç ses yok yine?"

- "bir sms atsana yakındalarsa gelsinler." dedim.

En yakında hüseyin varmış. Pek sevdiğimiz bir kardeş değil. Bir şekilde bahaneyle kurtulduk kendisinden.

sonra dedim ki:

- "usta be, o mavi gözlü kıza vuruldun mu?"

+ "biraz."

- "ne demek biraz oğlum, görüntüyü beğendin yani?"

+ "beğenmez miyim oğlum kuğu gibiydi."

- "gidip konuşsaydın be oğlum?..."

+ "ne konuşacağım oğlum kesin manitası vardır."

- "ya yoksa?" dedim

+ "usta derdin nedir senin, beni sevdalara mı gark etmeye çalışıyorsun?" dedi

- "yok be usta konuşacak konu bulamıyoruz, gırgır olsun işte"

+ "konuşacak şey arıyorum deseydin ben bulurdum"

- "bul hadi" dedim.

biraz duraksadı, sonra gülerek

+ "la oğlum çok güzel kızdı yaa" dedi.

- "sen çoktan sevdaya park olmuşsun bak" dedim.

yine gülerek,

+ "park değil oğlum gark" dedi.

- her neyse amına koyim" dedim.

+ "şaka maka nasıl ulaşabiliriz ki bu kıza?" dedi

- "sadece göz rengini bildiğimiz bir kıza mı? işimiz çok zor" dedim.

+ "bu mahallede en fazla 5 tane mavi gözlü, 19 yaşlarında kız vardır." dedi.

- "ne yapacan? muhtara mı soracan?" dedim gülerek.

derken "Selamun aleyküm gençler" diyerek Fatih geldi. Aldık selamını, Fatih bu tür konularda bizim kadar romantik değildir. Romantikse de bunu yansıtmaz yeni konular bulduk. Türkiye'nin 500. Futbol müsabakasını Hadise'nin performansını falan konuştuk.

Fatih her zamankinden biraz daha sessizdi, ufak ufak sorgulamaya başladık, çıkardı ağzından baklayı...

Riçhırd 'Ökkeş' Godaman'ın teyzeoğluyla atışmışlar. Fatih kız kardeşine kaptırmış gönlünü, Riçhırd 'Ökkeş' Godaman'ın teyzeoğlu da her abi statüsündeki bireyin yapması gerekenleri yapınca Fatih'le ters düşmüşler. Riçhırd 'Ökkeş' Godaman da arada kalmış.

Fatih, Envere

+ "abi senin edebiyatın, sözün iyidir git konuş şu abiyle, ben hakkaten seviyorum kızı." dedi.

Enver de,

- "Konuşurum kardeşim canın sağolsun da fikrini değiştirebileceğimi sanmıyorum." dedi.

+ "Lan oğlum hakkaten seviyorum bak niyetim gayet temiz, ahlaksızca bir şey düşünmüyorum kız için."

- "Biliyorum usta sana güvenmiyor değilim, adamın yerine koyuyorum da kendimi o da kendince haklı işte."

derken üstünü falan düzeltti Fatih'den abinin numarasını aldı aradı görüştü, adam görüşmek için Enver'i yanına çağırdı Enver'de adres isteyip yola koyuldu.

Fatih sevinçle, endişe arasında gidip geliyor. Ben okulun radyosuna gitmeyi düşünüyordum Fatih'e dedim beraber gidelim. Fatih "uyar" deyince koyulduk yola.