Yaş 20: yolun başı

Son birkaç aydır kafamdaki soru işareti sayısı bölünerek üreyip kafamı taşıyamayacağım kadar ağırlaştırmış durumda. Her soru işaretinin altında gelecek, kariyer kaygısı yatıyor.

Türkiye'deki işsizlik problemi beni de vuracakmış gibi bir his var içimde, şöyle ufak çaplı karekter özetimi çıkardım tablo pek de iç burkucu sayılmaz. Yine de kaygılanmamak mümkün değil.

Ufak yaştan müziğe olan ilgimi bilgiye çevirebildim bir tutam piyanistlik kanı taşıyorum, Karikatür çizimi hususunda da bir yerlere varabilirim belki. Öte yandan yazarlık/şairlik kabiliyetimin olduğunu da pek çok büyüğümden duydum. Bunlar benim için alternatif kariyer olanakları asıl kendimi geliştirdiğim alan teknoloji, yine teknolojiye de ufak yaştan beri ilgi duyuyorum bu ilgiyi bilgisayarlar sayesinde bir miktar bilgiye dönüştürdüm. Asıl hedefim programlama (coder) programlama alanında bir tutam C# ve Asp.NET bilgim var bu bilgiyi vakit buldukça yenileriyle harmanlıyorum önümüzdeki yıllarda daha çok programlama dili öğreneceğime ve programlama alanından tabiri caizse ekmek yiyeceğime inanıyorum. Ayrıca programlama dışında arayüz kullanımı hususunda da kendimi çok hızlı geliştirdim ve geliştirmeye devam ediyorum. Kullanmam gereken programlara(arayüzlere) adapte olmam pek vakit almıyor bu konuda bir çok saygı değer insandan tasdik aldım. Öte yandan karekterli bir insan olduğum, iş ahlakına özen gösterdiğim ve güvenilir olduğum etrafımdaki insanlar tarafından söylendikçe kendime olan güvenim artıyor.

Kahramanmaraş şu an için pek pahalı olmayan bir şehir. Ayda 1.250tl geliri olan 3 - 4 kişilik bir aile orta seviye hayatın üstüne çıkabiliyor. Büyük şehirlerdeki(İstanbul, İzmir, Ankara vb..) 7.000tl'nın karşılığı Kahramanmaraş'ta 4.000tl yani 4.000tl sabit aylık gelirine sahip 4 kişilik bir aile gayet refah bir hayat sürebilir.

Bu küçük analizden yola çıkarak Lise bittiğinde aylık getirisi 850 ila 1.000tl olan bir iş(programlama, grafik & reklam tasarım, web tasarım+moderatörlük gibi) yerinde çalışarak yalnızlığa devam eden bir hayat kurmayı planlıyorum. Bu planı hayata geçirdiğimde 20 yaşında olacağım, bu yaşın yeni bir hayata atılmak için ideal olduğunu düşünüyorum. Yeni bir hayattan kastım ayrı ev ve daha düzenli üniversiteye hazırlık. Kahramanmaraş'ta ayrı eve çıkmak büyük şehirlere kıyasla daha az masraflı çünkü 4 kişilik bir aile için en kral kiralık evlerin aylık ödemesi 500 ila 600tl. Ben tek başıma yaşayacağım ve şehrin içerisinde 300tl'lik çok da lüks olmayan bir eve çıkmam geleceğimi/kariyerimi iyi yönde etkiler diye düşünüyorum.

Her ne kadar yaş itibarıyla ergen sınıfına dahil olsam da depresyonlara, kaprislere boğulmuyorum. Gelecek pekte karanlık değil benim için. Her ne yaşamam gerekecekse yaşayacağım.

Ayrı eve çıkacağım çünkü sorumluluk almak istiyorum kendi evimin faturalarıyla, temizliğiyle, düzeniyle ilgilenirken iş hayatını ve sosyal hayatı tam ortasından öğrenerek üniversiteye hazırlanmak bana daha yararlı olacaktır. En azından şu an böyle düşünüyorum.

Anneme 20li yaşlarımda ayrı eve çıkacağımı söylediğimde saçmaladığımı söyledi. Annem cephesinden bakınca gerçekten düşüncem saçma çünkü zaten evde tek çocuk benim ev yeterince büyük, iki ihtiyar (Annem Babam) benim üniversite kazanmama engel teşkil etmez. Ama ben bu yaşıma kadar hayatı toz pembe yaşadım hep bahsedilen hayatın zorluklarını tam ortasında yaşamak ve baş etmek istiyorum. Bu gücü 20 yaşında hâla kendimde görmeye devam edersem o ya da bu şekilde şu anki kariyer planımı başlatacağım.

İlk yılda(lise son) üniversite kazanmam oldukça zor çünkü lise son sınıfta staj göreceğim stajın yanı sıra haftada 2 gün okul maratonum var meslek lisesinde okumak özellikle bu eğitim sistemi içerisinde hiç de kolay değil. Lise sondaki temel hedefim sınıfı geçip diplomayı almak olacak. O yüzden ilk yıl kafadan üniversiteyi kazanamamış olacağım. Yaş 21 olacak, emekleme dönemi.

Yürüdüğüm yoldaki üniversite ışığını kaybedene kadar kararlı bir şekilde ilerlemeye devam ederim ama olmayacak bir hedefin peşinde koşmanın ne kadar anlamsız olduğunu biliyorum. Baktım üniversite kazanamıyorum pes eder, kendimi özel sektörde ıspatlamaya çalışırım.

20. yaş benim için belki dönüm noktası olacak ama belki de 18'li yaşların yanlış psikolojisiyle bu kadar net bir rota çiziyorum. Bunu öğrenmem için lisenin bitmesi ve benim kendimi boşlukta hissederken sorgulamam şart.




Tez > Antitez > Sentez

Kıt deneyim ve gözlemlerime dayanarak rahatlıkla söyleyebilirim ki tez, antitezden antitez ise sentezden baskın çıkıyor. Yani ortaya atılan ilk fikir hep en üstte kalıyor. Diğer fikirlerin karışımıyla oluşan ortak fikir ise fikri atanlar tarafınca bile sahiplenmiyor.

Bu tekdüzeliğe yenilmektir işte. Yeni görüşler üretmemenin marifet olduğunu sanmaktır. Ama olur mu böyle hasan? herkesin kendince fikirleri olmalı herkes kendi fikrini ifade etmeli, birileri maviye yeşil diyor diye dışlanmamalı. Onun yeşilin mavi olduğu savunması artık yeşilin mavi kabul edileceği anlamına gelmez. Farklı görüşe sahip olana "siktir lan" dersek var olanı tekrar etmekten başka ne yapabiliriz ki?

Ne demiş Walter Lippmann abimiz:
"Herkes aynı şeyi düşünüyorsa, hiç kimse pek bir şey düşünmüyor demektir."




Başlamayan her aşk sonsuzdur

Bir büyüğüm der ki; "aşk acısı bir sonrakini buluncaya kadardır." Ya bir sonraki olmayacaksa? işte o zaman baltayı taşa vurduğunun resmidir. Sonsuza dek bir acı oturacak bedeninin sol yarısında. Pek ağır bir yüktür o herkes bilmez.

Peki sonsuz aşk hangi durumda mümkündür? diye sordum kendi kendime. Tek mantıklı cevabım bu oldu; "başlamayan aşk sonsuzdur." Kimileri platonik der, isim farketmez o ya da bu şekilde iki tarafında râzı olarak başlattığı aşkların dışında kalan her aşk sonsuzdur.

Peki başlamayan bir şey nasıl sonsuz olabiliyor? diye sordum kendime, yanıtım şu oldu; "aşk istisnadır ve aşkı ayakta tutan hayranlıktır. aşktan evvel içten içe hayranlık başlar, bu hayranlık karşı tarafın pekte hoşuna gitmeyecek şeyler yapmanıza sebep olur ve neticesindeki teklif o'na cazip gelmeyecektir o büyük hayranlık düğüm olur kalır boğazınızda. bu acı sonsuzdur. o atmosferi, o ambiansı yakaladığınız her zaman iri bedeninizin sol yanı cansızdır, cansız olmak isteyecektir o acıyla." Kimileri hâla bu yüce şeye platonik der. ismin ne önemi var? mühim olan bu acının sonsuzluğu. Acı, unutulacak bir şey değildir, beyin erteler durur. Aşk, acınında sonsuzluğunda üstündedir, tek taraflı olan her şeydir. Haricindekilerse tiyatro.




kendi Erol Egemen'ini yarat

(!) Yazı konusu itibariyle ağır küfürler içerebilir, içermeyedebilir bakış açınıza bağlı.

Bildiğiniz gibi Kaybedenler kulübü bir zamanların aykırı radyo programı. Sisteme, gidişata yalnızlığa aykırı iki arkadaş oldukça samimi bu radyo programıyla dilden dile dolanır dururlar. Ben o zamanlarda yoktum, varsam da küçüktüm öyle radyo falan dinlemezdim dinleseydimde anlamazdım. Dün filmini izleyeyim dedim ve öyle de yaptım. Filmden ne kadar kral bir radyo programını, ne kadar kral bir dönemi kaçırdığımı farkettim. Hep derim zaten ben bu dünyaya geç gelmişim.

Filmde bu iki arkadaşı kalabalıktaki yalnızlığa mahkum iki çocuğu izler gibi izliyorsunuz. kendi kendinize gözlemler yapıyorsunuz ya da yapmaya çalışıyorsunuz falan.

Bu iki arkadaşın negatiflikten arınmak için her kızdıkları durumda küfrettikleri Erol Egemen diye bir adam var. Bu adamın hayali biri olduğunu düşünüyordum ama öyle değilmiş. Erol Egemen, 6:45 yayınevinin kitap kapaklarını tasarlayan bir grafikermiş.

ama Erol Egemen negatif enerjilerimizden kurtulmak(ben bunu yazacak adammıydım!) için küfrettiğimiz hayali bir adam olsa ne güzel olmaz mı? Zaten filmden anlaşıldığı üzere, bir dinleyicinin radyoyu "çemkirmek" için aradığını sezdiklerinde "aha erol egemen" tepkisi veriyorlar.

Şimdi buradan erol egemen'e ağzıma geleni söylesem ayıp olur. Çünkü hayali bir karekter olmadığını, işinde gücünde biri olduğunu artık biliyoruz. Bu yüzden herkes kendi erol egemen'ini yaratmalı. Cuk oturan bir ad soyad kombinasyonu yapamalı ve her canı sıkıldığında bu hayali karekterin kulağını çınlatmalı.

Ben buldum mesela! Justin SELOĞLU

Modern olmak lazım :)

Kim lan bu Justin SELOĞLU

yavşak Justin SELOĞLU!

piç Justin SELOĞLU :D

amına koduğumun oğlu :D

tamam dozu kaçırmayalım :D




Akla gelen akılsızca şeyler

Aklın neden varolduğunu sorgulamaya sebep olan şeyler bunlar. Ulan bunu düşünmeye vaktim var mı ki diye düşünürken dakikalarca vakti çöpe attığını farketmemektir.

Aslında bir bakıma delirmektir. beyle sankim, divane gibin, mal gibin bişey olmaktır. Ya da böyle hissetmektir.

Gramer kaabiliyetini eksi zirvelere indirmektir. Eksi zirve ne lan? ayrıca gramer'ide "gramel" diye telaffuz etmeye sebep olur bu akılsızca şeyler.

Sadece yapmak için yaptığın onlarca şey farkettirir bu akılsızca şeyler. ne büyük tezat değil mi? akıl dediğimizde doğru dürüst şeyler canlanır gözümüzde ama doğru, dürüst olmayan şeyleri yaptıranda akıldır. ya da akıl mıdır?

Bak böyle tespitler yumurtlatmaya da gebedir bu akılsızca şeyler.

Akılsızca şeyler, bir pazar günü yapacak daha iyi bir şey bulamama akabinde blogda herhangibir başlık açıp aklı klavyeye teslim etmek ve ardından gelen tepkileri umursamaya meyilli eder insana.

Yav şu küçük, minik ömrüme bakıyorumda ne dertler kederler yaşamışım be arkadaş. Hani şu Scott Pilgrim vs. The World filminde pilgrim ölüyorda önceden kazandığı 1 level up'la tekrar hayata dönüyor ya.

işte öyle bir hayat olsa de mi. beyle sankim hayal gibin hayat.

iyi ki yaptığımız bir çok hatayı farketmiyoruz. Aksi halde kafamızı kemirir durur bu hatalar. Hayat maalesef bilgisayar oyunu gibi değil. Yeniden canlanıp yaptığımız hataları düzeltemeyiz.

Belki de hata yapmamak için, can sıkıntısını geniş şehir düzlüğü manzarasına bir kahve yudumuyla odaklanıp, blog yazarak gidermeye çalışmakta bir hatadır.

ve yazılanları kimsenin okumayacağını, okumadığını bilmek.

Ben böyle bir adam değildim arkadaş! vallaha değildim ya.

bir umut yaşatır insanı, bir umutta öldürür vakti gelince.

Başaramayacağım bir çok hedef var önümde, başarılmayı bile haketmeyen hedefler. Tüm anlamsız hedefler garantisi olmayan anlamlı bir gelecek için.

Bir sevgili mesela, akla gelen en akılsızca şeylerdendir şu vakit, şu vakit "toparlan çık evden git kapısında sabahla" fikrini veren her ne varsa etrafımda akılsızlığa özendiriyor adamı.

Akılsızca şeyler işte, can sıkıntımın zırvaları.

ben böyle bir adam değildim. olacak şey de değildi zaten aşık olmam, işte bu yüzden hayranım belki de bu kıza. Bu kız her ne yaptıysa bana, ölsem yapmam dediğim şeyler yaptım. yaptıkça hayranlığım arttı, dedim bana bunları yaptıran kızla hiç yoktan 10 dakika konuşmayı hakederim. Ya ben yanlış başladım konuşmaya ya da konuşulacak adam değilim. "beni bir daha rahatsız etme" dedi. "peki" diyebildim sadece.

ben böyle bir adam değildim.




Yazı dizisi: Yenilenmek lazım

Öylesine bir şeyler yazayım diye "Yenilenmek lazım" adlı yazıyı yazmıştım, sonra buna bir devam uydurabileceğimi düşünerek "Yenilenmek lazım Suat!"ı yazdım bu yazıyla birlikte artık bir yazı dizisi başlattığımı farkettim ve "Yenilenmek lazım 3"ü yazdım.

Şimdi okuduğumda derin psikolojik imgeler ve unsurlara rastlıyorum bunu neyin kafasıyla yazmışım hakkaten hayret ediyorum. Şu an bu yazı dizisi tıkanmış gibi görünüyor, en azından şimdilik benim bir devam senaryom hazır değil. Büyük ihtimalle bu yazı dizisi bu şekilde kalacak. Ama diziyi blogumdan kaldırmayacağım -ki niye kaldırayım ki?- Olur da diziye devam kurgulayabilirsem yeni bölümlerini yine blogumda yayınlarım.

Lakin tıkanmış bir kurgu gibi önümdeki,

Kurgunun şu anki durumunu izah edeyim, yeni bölüm fikri olanlar olursa yorum olarak ekleyebilirler.

Başrolümüz -henüz ismi yok- henüz açıklanmayan bir kaza sonucu karısını bile hatırlayamayacak kadar ağır hafıza kayıpları yaşıyor. iyi bir karakter olan başrolümüz, doktor tavsiyeleri üzerine arkadaşlarınca bir reklam firmasında çalışmaya başlıyor. iş ortamında ona hastalıklıymış gibi ayrıcalıklar tanınmıyor.

Başrolümüz ortama adapte olduktan sonra gayet sağlıklı davranışlar sergiliyor adapte olabilmesi için içinde bulunduğu durumun hatırlatılması yeterli.

Başrolümüzün patronu; Suat iyi karakterli bir insan. Başrolümüze yeterli düzeyde tolerans tanıyıp yer yer başrolümüze arkadaşmış gibi davranıyor.

Başrolümüzün karısı; Başrolümüzle 2 yıllık sevgililik sonucu itibariyle evlenmiş ve başrolümüz talihsiz kaza sonucunda -hiçbir şey hatırlamadığını bilmesine rağmen- terkedip gitmiyor. Başrolümüzle doktor kontrolü altında yaşamına devam ediyor.

Ekstra bilgi


Başrolümüz deniz kokusuna hayran ve gizemli bir martıyla çok ileri bölümlerde açıklanabilecek bol sürprizli bir ilişkisi var(bu kısmıda tam olarak kurgulanmadı)

Dizi karakter(başrol) gözünden dile getiriliyor. Olaylar okuyucuya yapıyorum, yaptım şeklinde cereyan ediliyor.




diziden bağımsız not: Böylede kurgusal yeteneklerim varmış demek :D olası senaristlik tekliflerine açığım :D




Leyla ile Mecnun


Leyla ile Mecnun TRT1'de yayınlanan komedi seri. Dizi demiyorum çünkü böyle muhteşem bir yapımı yerli dizi adı altında tanımlamak hakkaten hakaret olur.

Çok derli toplu bir yazı olmayacak ama kendimce Leyla ile Mecnun yapımı hakkında birkaç bir şey yazacağım, bu yazı bol spoiller içerebilir uyarmadı demeyin.

Dizide alkol, sigara gibi bağımlılık yaratan bir şeye henüz rastlamadım. Senarist bu gibi maddelerin yerini meyvelerle ve sakızla dolduruyor.

Karekterler şarap yerine üzüm, viski yerine can eriği tüketerek kafayı buluyor. Bu detay bana da meyve sebzeler arasında alternatif alkol etkisi aratmaya başladı. Limon+ekşi erik+tuz karışımı denemeye değer.

Bu aykırı dizinin karekterleri çok renkli.(Çok mu renkli piii bunu ben mi söyledim?) Son zamanlarda karekterler arasında ismail abi öne çıkıyormuş gibi, ama o öyle değil. Dizinin tüm karekterleri kahkahalara boğulmamıza sebep. Benim favorim Erdal bakkal.

Özellikle Lunaparktaki "honki ponki torino" sözüne gülerken koltuktan düşüyordum. Öte yandan hemen her erkek izleyici gibi Mecnun'da bir parça kendimi buluyorum. Leyla'yı ikna edebilmek için yaptıkları, etraftan gelen tavsiyeleri değerlendirme biçemi falan hemen hemen ben.

Lunapark bölümündeki "ben ineem ya" repliğide kafama yer etti.

Lunapark bölümünden bu kadar söz ettik, sosyal medyaya damgasını vuran ismail abinin terkedilme sahnesi, senaristi bir kez daha haddim olmayarak takdir etmeme sebep oldu. Gül gül öldürten bir karekterle seyircinin içini sızlatmayı başarmak kolay iş değildir herhalde.

ismail abi'nin "bu acı geçiyo mu?" derken ki hali çok doğaldı. ismail abi terkedilince biz de terkedilmiş sayıldık.

Ayrıca Renkler herkes içindir kampanyasına selam ederek bir kez daha "helal olsun" dememe sebep olmuştur bu yapım.

Daha yazacak çok şey var ama hepsini yazacak kadar vaktim yok. Her bölüm için sayfalarca yazı hazırlayabileceğim kadar çok argüman saklı bu yapımda.

Bu yapım kesinlikle yerli diziler gibi değil.

Ben Avrupa Yakası bittiğinden beri TV karşısına geçmiyordum.

Hem bu yapım gündelik konuşma dağırcığıma bir çok söz kattı.

"Huoop!"

"Nasııııl?"

"Olaylar olaylar"

"Ben öyle bir insan mıyım?"

gibi.

Burak AKSAK'a ve tüm kadroya/ekibe tekrar tekrar helal olsun. Bu yapım hiç bozulmasın.




Alternatif ürün: Anlayışlı TV

Anlayışlı televizyonun özelliği monitöründe bulunan sensörler tarafınca izleyicinin reaksiyonlarını analiz edecek ve kullanıcı 5 dakika boyunca gülmeyince kanal değiştirmeye(zapping) başlayacak.

Varsayılan olarak 5 dakika boyunca gülmeme halinde zapping yapan bu ürün kullanıcıya bir çok optimize seçeneği sunacak. 1 dakika boyunca gülmeme halinde zapping gibi.

Tabii ki ürün sadece gülme reaksiyonlarını endekslemeyecek, isteğe bağlı bir şekilde ağlama, somurtma, kafa kaşıma, burun karıştırma, kaş alma, traş olma, banyo yapma gibi durumlarda da zapping yapabilecek.

Ayrıca analiz yapan sensör ve kamera varsayılan olarak görüntü kaydetmemeye ayarlı. isteğe bağlı olarak bu seçenekte değiştirilebilir.




Alternatif ürün fikirlerim

Şimdi düşündümde "ulan keşke şöyle bir icat yapsalar" dediğim bir yığın şey var. Bunlara blogumda yer vermek istedim lakin hepsini derlemem vakit alacak üstelik yazı okunmayacak kadar geniş olacak. Bu yüzden bu fikirlerimi aklıma geldikçe Alternatif ürün kategorisinde yayınlama kararı aldım.

ilk ürün fikrim olan Anlayışlı TV ürününü hakkında şu linkten bilgi alabilirsiniz.

Hadi hayırlı olsun.




Karnem

2010 - 2011 eğitim öğretim yılının 2. dönemi de bitmek üzere. Yani artık lise son öğrencisi sayılabilirim. Lise son staj zamazingosuyla biteceğini için zaman hızlı akıyormuş, nasıl mezun olduğunu bilmiyormuşsun yani bize böyle söyleniyor. Staj hususunda beklentilerim stajın rahat olması, bu yıl Kahramanmaraş'ta stajerlere iş bulmak çok zor olacakmış 22 Haziran'da yapılacak toplantıyla iş yerimiz kesinleşecek , inşallah çaycılık falan denk gelmez :D

ilk dönem


Bu yılın ilk dönemi gayet akıllı, uslu bir eğitim öğretim dönemiydi. Eşek gibi derslerime çalışarak insan gibi bitirdim.


ikinci dönem


ikinci dönem pek eğitsel öğretsel geçmedi. Özellikle ikinci dönemin son zamanlarında bir kız aklımı çeldi gerçi o pek bir şey yapmadı hatta caydırıcı şeyler yaptı ama güçlükle aklımı tekrar alabildim rutin hayatımı saçma sapan çocuksu oyunlar bozmaya başladı. Olayların böyle gitmemesi gerektiğini anladığımda yoğun bir dengeleme çabasına girdim bu çaba sınav notlarımı pek artırmadı. Ama halimi anladığını düşündüğüm hocalarım sözlü notlarımı hakettiğimin altında vermedi ve bu dönemde öyle ya da böyle bitmiş oldu.



böyle boktan bir eğitim - öğretim sisteminde yapabildiğimin en iyisi bu.




Yazdın da okumadık mı?

Blog yazmak belki de bir ihtiyaçtır. insanlar tecrübelerini, sevdikleri şeyleri, sevmedikleri şeyleri, fikirlerini paylaşmak isterler. Günümüzde bunları fiili bir şekilde yapmak gerçekten zor herkesin yalnızlaşmaya başladığı çağlarda yaşıyoruz. Bazılarımız birine sarılma ihtiyacını blog yazarak gidermek istiyoruz ama gölgede kalıyoruz çünkü bileğinin hakkıyla içerik sağlayıp birey olarak fikirlerini yazıya döken blog yazarı sayısı oldukça az. Kopi-Paste bir blog ahlâkı aldı başını gidiyor.

Bu gidişatın en büyük götürüsü; hakkaten fikirlerini paylaşan blog yazarlarınında kopici pasteci sanılıp takip edilmemesi ve neticesinde blog yazmaktan vazgeçmesi.

Kopici pasteci olmayan blog yazarları yazmaya "ulan ilerde kendim okurum" düşüncesiyle başlarlar. Ama içten içe birilerinin, hiç değilse eşimin dostumun bu yazıları okuması gerek düşüncesi güderler.

Az çok her hakiki blog yazarının okuyucu kitlesi vardır. Bu kitle genellikle okuyup kapatan kitledir. Bloglara kitap muamelesi yapandır. Halbuki blog yazarları, okuyucuların okunduktan sonra iyi ya da kötü bir şekilde yorumlamasını ister.

Okuyucu bunu yapmaz. Çünkü okuyucu okuduğu metnin hakkaten o blog yazarına ait olup olmadığını bilmez, teyit etmeyede çalışmaz. Okur gider.

Okuyucuyu bu hale getirenler ise kesinlikle kopici pasteci blog yazarları.

Belki de belli bir konsept içerisinde hemen her yerden bulduğu içeriği kendi blogunda yayınlayan kopici pasteci yazarımsılar interneti ve sosyal medyayı bilgi çöplüğü haline getirdiler ve devam ediyorlar.

Nitekim blogunun takip edilmemesinden gocunan kopici pasteciler hakkaten blog yazanların ya da derleyerek blog dolduranların potansiyel takipçi kitlesinide katletmekte.

Bu gidişata dur diyen biri çıksın demiyorum, öylesine yazdım bunu. ilerde kendim okurum.




Bu kıza kadar



kafamdan başka yüküm yok, yoktuu
bu kıza kadar. bu kıza kadar.

ben böyle bir adam mıydım?




Öylesine seçim

Evet öylesine, çünkü benim kullandığım oy ile benim istediğim bir şey olmayacak. olmuyor.

Benim istediğim; öğrencinin daha düzgün eğitim görmesi, eğitim görürken meslek hayatına hazırlanması. Benim istediğim teknoloji üzerine meslek hedefleyen bir öğrenciye bitkileri yeşil kılan molekülleri ezberletmeyen bir eğitim sistemi.

Ama olmaz. Olmayacak. Eğitim öğretimden sorumlu MEB öğrenci sıkıntılarından ziyade öğretmen atamaları, bina yapımları gibi hususlarla ilgileniyor. Öğrencilerin nasıl bir eğitim öğretim içeriği gördüğünden haberi yok.

iktidara gelen partinin a ya da b olması bir şey değiştirmeyecek. Bu eğitim sistemi, ayakları altından kurtulup gemini eline alan biri tarafından düzenlenmedikçe adam olmaz.

Böyle de devrik konuşurum sinirlenirsem.

Nitekim yeni seçimlere, bana yarar sağlamadıkları için önem vermiyorum. Kim iktidar olursa olsun.

Önce eğitim.

Eğitim şart.




Kasayı yan yatır düzelir

Bu tedavi yöntemi sanırım inci sözlük'te bir yazar tarafından ortaya atıldı. Daha sonra çeşitli karikatürler çizildi espriler yapıldı. Hatta "Sanırım eşim beni aldatıyor" gibi sorunlara bile bu yöntem önerildi, güldük eğlendik.

Lakin ben bugün bu tedavi yönteminin gerçekten işe yaradığı bir durum buldum. Belki de bu yöntemi keşfeden arkadaşın başına da aynı şey gelmiştir.

Şimdi benim işlemcimde soğutma sistemi problemi baş gösterdi. işlemci fanı gereken ısı sabitliğini koruyamıyor. Fanların çalışma prensibine bakınca yatay bir şekilde işlemciye daha net humping yapacağını düşünerek kasayı yan yatırdım, normalde %26+ CPU kullanımında kendini resetleyen sistem şimdi %35'e kadar çıkabiliyor.

Varol inci sözlük :D

sonradan gelen not: Siz siz olun kış aylarında yeni sistem kurarken Soğutma sistemini iyi analiz edin. Benim gibi yok yere zaman kayıpları yaşamayın.




Kendime not; Başarılı ol!

içinde bulunduğun durumu her zaman bir başkasının perspektifinden izleyebil. "Ne yapıyorum lan ben" diye sorgulaman seni deli değil yenilikçi yapar.

Karekterli ol! her şeye "tü kaka" deme ama seçici olmasını da bil. insan gibi yaşa diğer insanlara her zaman muhtaç olduğunu unutma , unutturma kendine.

Bir hayalinin yerine gelmediğinde o hayalden caymasını bil. Olmayacak işi üstelemek pes etmekten daha zararlıdır.

Kesinlikle sabit gelirinle sabit giderlerini karşılayabileceğin bir kadınla tanışana dek aşık olma.

iş ahlakın olsun, esnek prensipler çemberinde sabit gelir dışında iş(takım) arkadaşlığı, iş veren memnuniyeti gibi hususlarda akıllıca politikalar izle. "Bu işi ben mi yapacam yea" deyip işten kaçma.

iş hususunda branşlaş ama branş dışı işleri elinin tersiyle itme, şeyine mi yapışacak yapıver.

Etrafını yeterince eleştir, yeterince çıtasının üstüne çıkma zira yapıcı olmayan her eleştiride potansiyel düşman kazanırsın. Düşmandan korkma ama düşmana vakit ayırıp olağan yaşamından ödün vermekten kork, kaçın.

Mesai saatleri içerisinde resmi bir üslubun olsun ama abartma ortama ayak uydurmasını bil.

Eğer insan gibi bir gelecek istiyorsan sosyal fobik tavırlardan kaçın. Girişken ol neyseki şimdilik en büyük eksiğin bu. Küçük ya da büyük yeni eksikler, kusurlar edinmekten kaçın.

Yaptığın işleri noktası noktasına olmasa da özneleri belirtecek kadar blog tut. Blogun erişime açık ise, yaptığın yayınlara hemen herkesin erişebileceğini unutma ona göre yaz.

Alternatif fikir ve plan yapma hususunda kendini geliştir. Hiçbir şey planlandığı gibi gitmez, planın sarpa sarmaya başladığında kafanı ellerinin arasına alıp kendine küfretme! ikincil, üçüncül planları devreye sok. Hiç olmadı işi ertele.

Gerektiğinde işini ertelemesini bil, dar vakitlere geniş işler/projeler sıkıştırıp yarım yuvarlak işler yapma. Özel hayatına tecavüz etme.

Her şey etrafındakilerin ne düşündüğü değildir ama etrafındakilerin "adam" sözüne yüklediği anlamlara kulak ver. Toplumun anladığı adamlıktan uzaklaşma. Adam ol!

iş ve özel hayatta ast üst ilişkilerine hakim ol. Kimlere boyun eğip kimlere arz ve taleplerde bulunabileceğini iyi gözlemle. Üstlerin ricalarını uygun üslupla karşıla. Tüm iş arkadaşlarınla iletişimin olumlu olsun.

iş hayatında özel hayata kıyasla daha cesur ol. (Özel sektör düşündüğün için)Özel sektörün ayrıcalıklarından faydalanmasını bil. Yer yer büyük kozlar oyna, fakat standart yaşamından ödün vermemek için hep bir kenara sabit gelir garantile.

işini sevmeye çalışma, sevdiğin işi yap!

iş verenlerin ve olası proje talepleri için her zaman sana ulaşabilecekleri bir kapı arala. Günümüzde GSM ve E-posta bu hususda en doğru kapı seçenekleri ama zamanın ne getireceğini bilemezsin.

Zamana ayak uydur.

Ailene gereken vakti ayır. işsiz olmamak için eşsiz olmana lüzum yok.

Gelir gider hesaplarını iyi yap. Kredi kampanyaları arayışına girme. Krediyle borç ödeyemezsin en iyi ihtimalle ertelersin.

Başarının ne olduğunu her fırsatta sorgula. Boş şeyler uğruna gayret sarfetme.

Başarılı ol!




Hiçbir konuya adapte olamama

Şu sıralar geçirdiğim hastalık. Hastalık diyorum çünkü ciddi bir durum gibi gibi.

Haftalardır projeler sınavlar derken zaten çok fazla efor yaktım. Birde yok yere kız meselelerine bulaştım, heh konusu açılmışken anlatayım şu olayın iç yüzünü.

Şimdi ben aşık oldum tamam mı, sonra çok koştum peşinde.. bir yığın çocukca ve anlamsız şeyler yaptım. Neticede başarısız oldum. Lakin ulaşmak istediğim hedefi bilmediğim için aslında pekte "başarısız" diyemem kendime . Hakkaten ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Kızı takip etmeler, konuşmak için can atmalar falan. Yıllardır arkadaşları "olum durun lan daha ne aşkı, işimiz gücümüz bile yok" diyerek azarlayan ben o arkadaşlar konumundan daha da alçaldım. Deli yaftası bile yedim bir çok kez.

Neticede kız yüzüme bile bakmadı. Şimdi unutuyor gibiyim. Unutuyorum, biraz zamana ihtiyacım var. Zamanla kendimi toparlayacağıma eminim. Uzun süre hiç kimseye aşık olmayacağım. Ben bu aşk olayını her seferinde çok abartıyorum. Kafamda milyonlarca hayal kuruyorum ve beklediğim sonucu bulamayınca bu hayalleri silmek pek kolay olmuyor. Şu an ki sancılarım, kıvranmalarım bu yüzden.

Bir kaç yeni projeye atılayım dedim, yoğun çalışırsam daha çabuk yenilenebilirim diye. Olmuyor, üstelik projeler sarpa sarıyor.

Son durumumu yazayım tam olsun; önümde bir yığın döküman.. mizah dergileriyle, Red Kit(Lucky Luke), Taş devri gibi klasikleşmiş çizgi filmlerle, Ekşi Sözlük'le zamanın daha hızlı akmasını sağlamaya çalışıyorum ama başarılı olduğum söylenemez.

işte en çok böyle durumlarda insan arkadaşa ihtiyaç duyuyor. Şöyle bir iki saat şehrin altını üstüne getirip tüm eğlence mekanlarından yararlanıp gezmek tozmak istiyorum ama bunları yapabileceğim bir tek arkadaşım bile yok. Vallaha yok lan. Kuzenler, yakın arkadaşlar falan kendilerinin eğitimleri ya da aile büyüklerinin iş seyahatleri sebebiyle Kahramanmaraş'ta ikamet edemiyorlar.

Kolay arkadaş edinen biri de değilmişim galiba yeni yeni farkediyorum. Çok az arkadaşım var. Onlar da lafta arkadaş, bir proje yaparken bir bölümde takılacaklarda beni arayacaklar "aga gel yardımcı ol" diye.

Kesinlikle bir yerde hata yapıyorum bu arkadaş edinme hususunda.

Şimdi sanki uzun bir boşlukta gibiyim. izlediğim filmlerden, eğlencelik işlerden falan da zevk almıyorum. Şu aşağıdaki ekşi sözlük başlıkları bile zor gülümsetiyor beni. Sanki kafamda başka biri varmışta diğer tarafı hayata tutunmaya ikna ediyormuş gibi çok karmaşığım şu sıralar.

hoşlanılan kızın böğrüne sandalyeyle vurmak


yağ satarım bal satarımda hoşlanılan kızı ebelemek


hoşlanılan kız seslendiğinde hop diye bağırmak


Nitekim hiç bir konuya tastamam adapte olamıyorum. Saç sakal birbirine karıştı. Şu holivud filmlerindeki terkedilmiş insan modundayım.

Hiçbir konuya adapte olamama başlığına beklediği yazıyı bulamayanlara peşin yanıtım; adapte olamadım işte konudan konuya saptım.

Bu akşam TRT bir terslik çıkartmazsa Leyla ile Mecnun komedi-serisi ile azıcık tebessüm etmek istiyorum.

Söyleyeceklerim bu kadar.




Tek arkadaşım adın ne?

Arkadaş nedir bilir misin blog?

Arkadaş arayıp "aga 10 dakikaya kadar buluşmamız lazım bir mevzu var" dediğinde "niye" değil "nerede" diyendir.

Yok arkadaş yok. Yani arkadaş yok.

Ben istiyorum ki onlarca yıl eğitim görüyoruz kimilerine göre adam olmaya çalışıyoruz falan. Azıcıkta insan ilişkilerini bir düzene sokalım. Birbirimize güvenmesini bilelim. Sadece muhtaç olduğumuzda değil öylesine de hâl hatır sormasını bilelim.

Buraya yazdığıma bakma blog. Ben de yapmıyorum bu dediğimi ama çıksa bir önder, "hadi" dese takılır peşine giderim bu hususta.

Kariyerlerimizi iyi bir şekilde yapılandırmaya çalışırken yalnızlığa hapsolup kalıyoruz.

Yalnızlık bile bazen kabul etmiyor bizi.

Belki bir gün aynı futbol takımını tutmadığımız, aynı siyasi görüşe sahip olmadığımız, aynı dine inanmadığımız, patates cipsinin baharatlısını sevmeyenlerle falanda arkadaş olabiliriz. Fikirlerini benimsemesekte saygı duyabiliriz. "gonuşma lan" demeyiz.

Belki

Şimdi soruyorum sana blog, Akdeniz bölgesi dahilinde bir adres ve rahatlıkla ulaşabileceğin bir zaman dilimi versem verdiğim zamanda o adreste olabilir misin?

Hadi lan ordan.




asp.Net c# blog alt yapı

alt yapı çünkü web site denmeyecek kadar berbat bir tasarım. bunun böyle olmasının sebebi ise vakit darlığı çektiğim bir dönemde yetiştirmem gerektiği içindir.

herhangibir kâr amacında olmadığım için projeyi olduğu gibi yayınlıyorum. kodlar modlar hep açık.

yine de gözümde evlad gibi değeri var işte, atsan atılmaz. satsan satılmaz.


veritabanı olarak MS-SQL kullandım. o da paket içerisinde.

Bilgi: Proje attach yapılmadan önizlenemez SQL mühendisleri böyle istemiş.

içerisinde yer alan modüller

  • Yorum
  • iletişim
  • Ziyaretçi defteri (bu devirde! Hoca istedi ne yapayım)
  • iletişim
  • Üyelik
  • Admin paneli
  • ve daha birkaç şey
indirmek için indirin.




Aklın kimde kalır?

Dinlerim kategorisini epey boşladığımı farkettim. Yazalım bir şeyler..

Bu aralar melankolik takılıyorum.

Cüneyt Ergün - Bilinmeyen Saati Uygulaması

Hangi yol düz gider, hangi yol güze gider.. bilemem





Bülent Ortaçgil - Pencere Önü Çiçeği





Zülfü Livaneli - Hış hışı hançer : http://fizy.com/s/1ajd9e




Gripin - Sen Gidiyorsun

vur, kır, parçala.. bu aşkı sen kazan.





Emre Aydın - Belki Bir Gün Özlersin

başka adamlarla, başka şehirlerde yürürken..