Bir eğitim sistemi kuramamak

Bir halkın eğitim sistemi içerisindeki konumu, o halkın Dünya içerisindeki konumunu daima belirleyici bir rol oynamakta. Bu nedenle Dünya ülkelerinin gelişmişlik düzeylerinin belirleyicisi olarak istatistiklerde de sık olarak eğitime ayrılan bütçe ve izlenen eğitim politikaları kendisine yer bulmakta.

Bütçe, istatistiklere bakılarak rahat olarak yorumlanabilecek bir konu ancak, madem politikalardan bahsettik, biraz kendi yurdumuza dönüp de içinde durduğumuz eğitim sistemine kenardan bir göz atalım.
“…liseler artık sadece bilim üretme yeri değil, aksine her şeyden önce yüce ve asil eğitimin gerçek mabetleri olmalıydı.. “

Friedrich Nietszche

ilk olarak bahsetmek gerekirse, sadece zeka düzeyi esas alınarak düzenlenmiş bir eğitim politikası ve eğitim anlayışının empoze edildiği, kesinlikle eşitlikçi olmayan bir yönlendirme içerisinde olduğumuz açık ve net. Herkesin eğitim görmeye hakkı ve isterse bunun için çabalama özgürlüğü var, bu eşitliktir diyecek arkadaşlarımız elbette var. Ancak gözden kaçan bir nokta var ki, eğitimin halkın ve devletin temel direği olduğunu kabul eder bir noktada durduğumuzda, devletin eğitimi halka yayma görevini terkederek sadece seçici bir kurum olarak davranması affedilir gibi değildir.

Kendi ayakları üzerinde sağlam bir şekilde durmak isteyen bir devletin, eğitilmiş olmayı seçme eşitliğinden ve özgürlüğünden ziyade, eğitimin kendisini tüm halka yayma ve eğitime zorlama gibi bir görevi olması gerekir.

Elbette bunu doğuştan gelen bir nitelik olan zeka ve bir kişilik özelliği olan çalışkanlık düzeyi üzerinden gerçekleştirmek, bu eğitimi yayma misyonu ile son derecede çelişmektedir. Eğitim, sadece zeki ve çalışkan insanların değil, her biri kendi içerisinde başka bir dünya ve çok çeşitli kişisel nitelikleri içeren tüm bireylerin sahip olması “mecburi” olan bir özelliktir.

Gerekli düzenleme ve rehberlik çalışmalarının, bir çocuk doğduğu andan itibaren titizlikle sürdürülmesi ve eğitim sürecinin ne ailelelere ne de kişilerin kendilerine bırakılmayacak kadar önemli olduğu bir kez daha ilgili makamlarca dikkate alınmalıdır. Eğitim sadece akademik unvanlar adına yapılan etkinliklerden çıkarılarak ve her eğitim düzeyi mevcut ekonomik ve siyasi sisteme katkı getirecek şekilde tekrar düzenlenmelidir. Toplumsal refahı göz ardı ederek kişisel refahın öne çıkarıldığı bir eğitim sisteminin sonuçlarını zaten beyin göçü fırtınası ile farkedebiliyoruz.

Gerçi zeka ve çalışkanlık üzerinden yürütülen eğitim çalışmalarının da hakkını verdiğimiz muallak. Sürekli olarak değiştirilen sınav ve seçim sistemleri ile mevcut potansiyelimizin bir kısmının sürekli olarak erimesine ve sistem dışına itilmesine göz yumduğumuz sürece, refahımızı oluşturacak elementleri sürekli olarak hayatın da dışına atmaya devam edeceğiz.

Bir refah toplumu olabilmenin yolu, kültür, eğitim ve bunun getirisi olan çevremizi algılama ve değerlendirme yeteneğinin doğru kullanılmasından geçmektedir. Biz bu treni bir kez daha kaçırmanın eşiğindeyiz ve bu sefer, Dünya çok hızlı dönüyor.

Olduğu gibi alıntıdır: Yiğit Ekim Demir | afer.in




1 yorum:

  1. Güzel yazı ve tamamına katılıyorum.
    Eğitime, demek istediğim genel eğitime, sıfatlaşmış tüm alt eğitimlere, personel eğitimi, mesleki eğitim ile çocuk ve gençlerin eğitimi vs. ayrılmış paranın denklikteki yeri çok miniktir. Bu da ülkemizi artan nüfusu eğitemeyen ve eğitenlere verilen önemin azaldığı bir ülke konumuna getirecektir.
    Dünya'nın hızlı döndüğü güzel bir bilgidir ancak; universite düzeyinde baktığınızda, durumlar çok daha acınasıdır. ODTÜ'yü bilen biri olarak, en basit yönetim kavgalarının ve akedemik personel iş saati sıkıntısının ceremesini en çok öğrenciler çekmektedir. Onlara ulaşan kalite düşmektedir. Buna da sebep, dediğiniz gibi, hükümetçe ya da devlet politikası olarak sahip çıkılmayan üniversitelerdir.
    Yunanistan'da geçtiğimiz yıllarda üniversitelerdeki ayaklanmayı ve değişim seslerini çok yakından duyduk. Orada %15 değişmez bir gerçek sol bilinç her seçimde sandıktan çıkmaktadır. Tamam ekonomisi geri bir ülke örneğidir ancak Türkiye'nin kuruluş yıllarını düşünürsek, bugün büyük bir şirketin bütçesi kadar bütçesi olan bir savaş sonrası galip devletti. Bu galip develetin önderi Mustafa Kemal, cumhuriyet köy modelleri ve köy enstitüleri ile çok büyük şeyler amaçladı ve başardı. Ömrü bu zihniyetin devam etmesini sağlamaya yetmedi. Sahip çıkılmadı. Sırtımızı Demokrat Parti ile NATO'ya iyice yaslamıştık ve sanayi toplumu sıfatımız var olucakken yok oldu. O zaman zaten tembel toplum sıfatını yemiştik. Denizler bu sıfatı atmak için mücadele verirken, biz kardeşiz yapmayın derken, İsmet İnönü gibi bir insan, asılmalarına seyirci kaldı.
    Türkiye'de korkunç şeyler oldu. Toplum ise bunların çoğunu sentezleyemiyor bile, bana göre, NATO-Yabancı Sermayenin Ülkeye Girişi-80 darbesi süreçleri ve bir de televizyonun gücüyle, bugün bilincini yolda düşürmüş bir toplum olduk.
    Ancak verilen bu düzey kötü eğitime rağmen, bir çok idealist ve gönüllünün ülkede çok şeyler değiştirebileceğine olan inancımdandır ki, hala bu topraklardayım.
    Sevgiler, saygılar...

    YanıtlaSil