Evlilik hakkındaki düşüncelerim ve bu düşüncelerimi güçlendiren iki film

Filmler hakkında spoiler bilgi vermeyeceğim. Gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz ve konu ilginizi çekmese de bu iki muhteşem filmi kesinlikle izlemelisiniz. 

En son ne zaman bir çifte bakıp "İşte mükemmel çift" dediniz? Ben neredeyse hiç demedim. Sadece evlilik değil, iki arkadaşın ve hatta aynı karından çıkan iki kardeşin ilişkisi bile mükemmel olamaz.

Çocuğunuzu kendi ideallerinize uygun yetiştiremeyeceksiniz, çünkü anne babanız da sizi kendi ideallerine uygun yetiştiremedi. Okuduğunuz kitaplar, sorduğunuz sorular, izlediğiniz filmler, edindiğiniz arkadaşlar, dinlediğiniz müzikler... hayatınıza giren her yeni şey yaşam yönünüze küçük dokunuşlarla müdahale eder.

İnsan asla anne babasının yahut diğer güçlü aktörlerin (Din, siyasi görüş, gelenek, genetik...) çizdiği yolda ilerleyemez daima kendi yolunu çizer, çizmelidir. Zaten insanı diğer canlılardan ayıran şey de budur. Böyle olunca insan aynı karından çıktığı kardeşleriyle bile düşünce ayrılıkları yaşar.

Kuşak farkı yok, ebeveyn farkı yok, coğrafya farkı yok, eğitim olanakları farkı yok, kültür farkı yok. Ya hu iki kardeş nasıl farklı bilişsel süreçler yaşar? Yaşıyor işte, sağlıklı bir bireyse yaşıyor.

İnsan kardeşiyle bile ortak hakikatlar çerçevesinde iletişim kuramıyorken, başka bir kadınla, adamla nasıl ortak hakikatlar, ödevler edinebilir?

Erkek: Sürekli birbirimize kızıyoruz ve hakimiyet kurmaya çalışıyoruz

Kadın: Evlilik tam olarak budur zaten.

Gone Girl (2014)

Evlenince insan aynı evi paylaşıyor, aynı sosyal ortamlardan, aynı maddi imkanlardan faydalanıyor. Aynı çocuklara ebeveynlik ediyor. Dolayısıyla düşünce ayrılıkları yaşamaması beklenir ama bu mümkün değildir. İnsanın öğrenme evresindeki hayat arkadaşı kardeşidir. İnsan kardeşiyle bile farklı bilişsel süreçlerden geçiyorsa, farklı görüşlere itecek şeylere maruz kalabiliyorsa, evlilikte de farklı görüşlere sahip olur.

İlişkinin müteahhiti

Kadınlar ilişki boyunca erkekleri tadilata muhtaç/mahkum bir bina gibi görürler, hatta bazıları yıkıp yeniden yapmayı seçer. Hiçbir kadın bir erkeği olduğu gibi kabullenmez. İlk flörtlerde, ilk buluşmalarda bile kadının aklından "Fazla sigara içiyor ama düzeltilebilir" gibi şeyler geçer. Erkek başta sağlıklı koşullara yönlendiren bu tadilatlara direnmez ama ilerleyen aşamalarda tadilat binayı bambaşka bir şeye dönüştürme projesine dönüştüğünde korkmaya ve frenlemeye başlar. Kadınlar aşık oldukları adamları aşık olmayacakları adamlara dönüştürmeye çalışıyorlar.

İlişkinin melankoliği

Kusursuz bir ilişki düşünelim, her şey her iki tarafın ve hatta çocukların istediği gibi gidiyor. İdealler örtüşüyor, yeme içme zevkleri örtüşüyor, dünya görüşü örtüşüyor...

Her şey o kadar iyi ki etraftaki mutsuz çiftlerin yakınmaları karşısında kendi ilişkinize dair yakınacak bir şey bulamadığınızı düşünün. Bu da bir huzursuzluk nedeni olabilir mi?

"Benim kocam da şöyle anlayışsız, böyle serseri..." diyememek bir kadını kocasından soğutur mu? Soğutabilir arkadaşlar.

Ben buna benzer bir şeyi baba oğul ilişkisinde gözlemledim, kendi babamla olan ilişkimde. Babam tüm yaşıtlarının oğlundan yakındığı, bütün muhabbetin bu çerçevede döndüğü ortamlarda yakınacak bir şey bulamadığı için yalan söylediğini itiraf etti bana.

İnsan dertlerini de yarıştırmak istiyor demek ki. Benim de derdim var diyebilmek istiyor. Bunun için mükemmel kocanın ve mükemmel karının kötülükler de yapması gerekiyor. Ne kadar aptalca.

Kusursuzluğun bile kusur olduğu bir zeminde huzurlu bir karı koca ilişkisi bir kenara ebeveyn çocuk ilişkisi bile mümkün değil.

İki insan, aralarındaki ilişki ve iletişim ne olursa olsun birlikte yaşamaya müsait değil. Bir arada yaşamalıyız ama birlikte yaşamamalıyız.

Evlilik ve diğer beşeri ilişkiler hakkında alışılmadık düşüncelere sahibim. Bundan rahatsız değilim. Bu düşüncelerimin temellerini ve köşelerini daha iyi anlamak isterseniz sırasıyla Marriage Story (2019) ve Gone Girl (2014) filmlerini izleyebilirsiniz.





Sükuneti boz

Yorum yap