Bir depresyon pompası olarak Instagram

"Herkes çok mutlu, bir de benim hayatıma bak..."

Sosyal medyanın icadı, insanın kalıplara uymaya ne kadar yatkın olduğunu görmemizi sağladı. Gerçekten insanın en temel motivasyonu başkaları. "Başkaları hakkımda şöyle düşünsün, böyle konuşsun, kıskansın, imrensin, gıpta etsin ve hatta yersin, nefret etsin ama yeter ki birilerinin masada konuştuğu isim olayım."

Özellikle modern insanın temel yaşam motivasyonu bu. İnsanlar ne zaman kariyer yapacaklarına, ne zaman evleneceklerine, ne zaman kaç tane doğuracaklarına, hangi şehirde yaşayacaklarına, yazları hangi şehirlerde tatil yapacaklarına diğer insanların (gizli) dikteleri etkisinde karar veriyorlar.



Keşke sadece sürüler sürüklense


Reklam sektörü insanın bu koşullanışından yararlanır, "Herkes bu arabayı almayı hayal ediyor, sen hala kararsız mısın!?" diye sorar reklamlar. Reklamlar potansiyel tüketiciyi başkaları üzerinden koşullandırır. Dolayısıyla "Ben ekranda gördüğüm reklamlardan etkilenmiyorum" savı geçersizdir. Herkes reklamlardan zehirlenir, mutlaka yapacaklarını etkiler. Elalemi, başkalarını umursamayanlar hariç. Reklam sektörü elalemi umursayan insanları koşullandırdıkça, halk arasındaki birbirini tesir altında bırakma oranı da arttı. Kültür küreselleşmesi belki de böyle yayılıyor. "Tüm Amerika bu cipsi yiyor" deyince insanın ilgisini çekiyor. Örneğimdeki cipsi diğer şeylerle değiştirebiliriz. Gelinlik, parfüm, kozmetik, kol saati... Reklam sektörü büyük ihtimalle planlamadığı bir şeye neden oldu. Artık insanlar da reklam diliyle konuşuyor, reklamcı gözüyle bakıyor ve sürekli olarak bir şeyleri popülerleştirip diğer şeyleri tükürüyor.

Tüm sosyal medya araçları genellikle erken gençlere hitap ediyor. Böyle olunca sosyal medyanın işleyişine de erken gençler yön veriyor. Erken gençlerin yahut ergenlerin en belirgin ruhsal özellikleri kendilerini bir zümreye ait hissetme arzularıdır. Hal böyle olunca yeni çıkan (yahut yayılan) bir sosyal medyanın ilk 'trendleri' neyse sosyal medyanın tarzı öyle kalıyor. Çünkü ergenler yeni keşfettikleri bu gruba ait olmak istiyorlarsa o grubun şimdiye kadar davrandığı gibi davranıyor.

Hüzünlüler dışarı!


Tüm bunların ışığında Instagram, sahte mutluluklar deposu gibi bir şeye dönüştü. Instagram'da herkes çok mutlu, umutlu, güler yüzlü, memnun... İki arkadaşım bir geziye çıktılar, geziden döndüklerinde Twitter profillerinden gezinin can sıkıcı detayları görüyordum, yoksulluk nedeniyle küçücük çocukların yakıcı güneş altında saatlerce çalıştıklarını görüyordum, aynı arkadaşlarımın Instagram profillerinde ise her şey güllük gülistanlıktı. Artık insanlar aynı anda Twitter'da duyarlıyken Instagram'da vur patlasın çal oynasın olmayı öğrendiler. Buna mecbur hissediyorlar. Çünkü Instagram mutluluklar arşivi olmak zorunda!

Şimdi sakin ol ve o Instagram'ı kapat


Instagram'a girip 5 dakika takılınca herkesin ne kadar mutlu olduğu gözümüze, kulağımıza batıyor. Yüzeysel bakınca o hayatlara imrenmemek elde değil ama derinlemesine bakınca biliyoruz ki o arkadaşlar o tatillere kredi çekerek gidiyorlar... Peki bunun nasıl bir toplumsal zararı var? Nasıl depresyon pompalıyor? diyeceksiniz. Şöyle ki, insanların canları sıkkınken genellikle yüzeysel bakarlar, yalanlara inanmaya daha yatkındırlar. Instagram'ın bu aldatıcı yanına kapılıp can sıkıntılarına can sıkıntıları katabilirler. "Bak herkes ne kadar mutlu ben hep mutsuzum" gibi yanlış bir çıkarımla yüzleşirler. Hüzünlerine hüzün eklenir, depresifleşirler.


Bir blog yazısıyla tüm Instagram'ın kullanılış şeklini değiştiremeyeceğimi biliyorum ama en azından blogumu okuyan arkadaşlarıma şunu kazandırabilirim, eğer Instagram'da gördüğünüz sahte mutluluklara bakıp kendi hayatınıza dair acımasız eleştiriler yapıyorsanız hiç değilse canınızın sıkkın olduğu zamanlarda Instagram'a bakmayın. İlla bakacaksanız derinlemesine bakın, o sahte mutlulukların, gülüşlerin, sevişmelerin arkasındaki gerçek hüznü görün.




Türk Erkeklerinin MGTOW farkındalığı, yükselen Deizm ve zavallı kadınlar

MGTOW, Men going their own way, yani Erkekler artık kendi yolunu seçiyor.

Elalem out Trendler in!


Dünyayı (Çoğunlukla tahrip etmek pahasına) insan şekillendiriyor insanları ise 'trendler' şekillendiriyor. Elalemin yeni adı trendler, "Bak şu t-shirtler trend, bence bunu alalım" cümlesi hayatımıza bugün girmedi, önceden şu şekildeydi, "Aman elalem ne der kış günü beyaz mı giyilirmiş"

Teknolojinin gelişimi, fotoğraf makinasının icadı bize şu cümleyi kurdurttu, "Aa bu kesim şekli 70'lerde de modaymış..." Modanın suni bir şey olduğunu gözümüzle gördük. Deyişler ve davranışlar da tıpkı moda gibi dönüp dolaşıp kendini tekrarlıyor, teknolojinin gelişimi, bireysel iletişimin azalıp küresel iletişimin artması bunun ölçeğini büyüttü. Artık yerel modaları Nişantaşı Stilistleri değil Parisli, Kievli moda bloggerları belirliyor. Elalem ne giyeceğimize eskisi kadar karışmıyor olsa da elalem otoritesinin yerini başka bir şey aldı. Modanın suni olduğunu anlamamız modayı öldürmedi, dönüştürdü.

Başıma bir iş gelmeyecekse bu Crop-Top olayını ben sevdim.

Kızlar :(


Küresel iletişimin artması elbette dönüşüp duran geleneklerin bazılarının can suyunu kuruttu, bazı gelenekler artık eskisi kadar kabul görmüyor, erkekler başta olmak üzere birçok insan evlilik hakkında 50 yıl öncekinden farklı düşünüyor. MGTOW (Erkekler kendi yolunu seçiyor) diye bir felsefe var. Bu felsefe kadınları elde etmenin yahut evliliğin erkeği köleleştirdiğini düşünen erkekleri bir çatı altında topladı. Antik feminizm, kadınları gerçekten ihya edecek bir formül geliştirmiş. Erkek çalışır, devasa erkek nüfusu arasında kendini beğendirecek, öne çıkartacak pozitif yönler geliştirir. Nihayet bir kadın tarafından fark edilir ve artık o kadına ve doğuracağı çocuğa çalışmaya başlar. Kadının çıkarı kalmayıncaya kadar ilişki/evlilik devam eder. Elbette erkek yüklü miktar tazminat ve nafaka ödemeye başlar yani artık kocası değildir ama hala finanse eder. Bu cümleler feministleri çok kızdıracak ama biraz düşünmeye davet ediyorum. Bir ilişkinin gerçekleşebilmesi için son kararı kim veriyor gerçekten? Erkek mi? Aynı şekilde bir ilişkinin mahkeme konusuna dönüşmesine kim karar veriyor? Bir erkek gerçekten çok çaba göstererek kadının fikrini değiştirebilir mi, evlenme ya da boşanma konusunda?

Ayıkan ayıkmayanı ayıktırsın beyler


MGTOW çok kapsamlı bir felsefe olsa da kısaca duygusal, cinsel ve maddi yönden sömürülmekten bezmiş erkeklerin 'Yalnız yaşarım param bana kalır, oyuncaklarımı alır eğlenirim, cinsel ihtiyaçlarım için seks işçilerini tercih ederim' farkındalığının yayılması sonucu oluşmuş bir akım. MGTOW hakkında daha detaylı bilgi için ekşi sözlük başlığını okuyabilirsiniz, zamanınız varsa şu yazı oldukça geniş kapsamlı bir şekilde fikir sahibi olmanızı sağlar.

Zavallı kadınlar artık zavallı olduklarına eskisi kadar inandıramıyorlar, evde yapılacak en küçük değişiklikten bu yaz tatile nereye gidileceğine kadar kadın karar veriyor. Kaç çocuk yapılacağına, ayda kaç kez sevişileceğine, erkeğin yıllık izni ne zaman kullanacağına, Instagram'da hangi fotoğrafı paylaşacağına... her şeye kadın karar veriyor. Erkek bir nevi gönüllü kölelik yapıyor. Peki karşılığında ne alıyor? Ayda 4 kez formalitif seks mi?

Tüm bunlara rağmen ekranlarda, sokaklarda sürekli "kadınlara yapılan zulüm son bulsun" çağrıları var. Gidip hıyarın tekiyle evlenen kadınlar hariç diğer kadınların zulme falan uğradığı yok, nafakasını alıp keyfine bakıyorlar. Asıl zulüm erkeklere yapılıyor. Neredeyse bütün evli erkekler mutsuz ama ödemeleri gereken borçları ve yapmaları gereken işleri olduğu için mutsuz olduklarını anlayacak zamanları yok.

Din-Kültür


Ülkemizde son zamanlarda artan diğer 'trend' devletin dahi gözlemleyip dillendirdiği bir din, Deizm. Hakkında çok okumadım ama bildiğim kadarıyla 'Allah var ama bizi sınamıyor, cehennemde yakmayacak, cennette sonsuza dek sefa sürdürtmeyecek' gibi bir şey. Kahramanmaraş'ta yaşıyor olmama rağmen ailemde ve arkadaşlarım arasında son zamanlarda Deizmin arttığını rahatlıkla söyleyebilirim. Ülkemizdeki politik baskılar, sadece belli bir zümrenin kolayca 'başarılı' kariyer sahibi olurken, ihya olurken diğer zümrelerin sürekli olarak sindirilmesi, sindirilen kitlenin alternatif akımlar arayışına neden oluyor. Deizm'in bu şekilde arttığını düşünüyorum. İmam Hatip'te okuyan yığınla genç artık İslam'a inanmıyor.

Dünya değişiyor, dünya hep değişecek.




24 Haziran: Ülke elden gider mi?

Ülkemi seçim atmosferindeyken sev(e)miyorum, kutuplaşmalar artıyor, aynı hanede bile insanlar birbirini kırıyor. Ne için? x partisi, y partisi için.

Ön bilgi: Beni iyi tanıyanlar "politika tanımaz" sınıfında görür, biraz tanıyanlar "sosyalist" olarak görür. Aslında ben tüm ideolojilerden, camialardan, cemaatlerden, partilerden nefret ederim.

Değer mi, insanın insanı x partisi ya da z kişisi için kırması? Bütün fanatik seçmenlerin düşündüğünün aksine, hiçbir siyasi parti ülkemizi kökten iflasa götüremez ve yine hiçbir parti ülkemizi ilahi bir ihtişamla kalkındıramaz.

Neyi seçiyorduk?


Oy pusulası, fotoğraf kaynak: ntv.com.tr

Bu seçimi siyasiler halka doğru düzgün anlatamadı. Hala sokakta seçim hakkında iki kelam konuşunca kimsenin neyi nasıl seçeceğimizi anlamadığını görüyorum. İzah edeyim. 24 Haziran'da iki farklı oy kullanacağız biriyle bizi mecliste temsil edecek milletvekilini seçeceğiz, bu oy tekrarlanmayacak. Diğer oy ile yeni cumhurbaşkanlığı sisteminin ilk başkanını seçeceğiz, bu oy ilk turda çoğunluk sağlanmazsa tekrarlanacak. Yani birçok kişiden duyduğum plan işlemeyecek. Diyorlar ki ilk turda milletvekilliğinde x partisine oy vereceğim, ikinci turda y partisine. Böyle bir şey mümkün değil. İkinci tur yalnızca başkan seçimi için yapılacak.

Hangi parti ülkeyi batırır?


X partinin fanatiklerine sorarsak, Y partisi ülkeyi batırır, Y partisinin fanatiklerine sorarsak Z partisi ülkeyi batırır.

Gerçekte hiçbir partinin, 100. yılına merdiven dayamış Cumhuriyet kazanımlarını kökünden kazımaya gücü yetmez. O konuda rahat olun. Evet bu seçimde başkana çok fazla yetki veriyoruz, adeta yasama yürütme ve yargı organı tek kişinin elinde olacak ama bu halk keriz mi kardeşim, hangi siyasetçi başa geçerse geçsin ülkemiz gerçekten ciddi bir tehlikeyle yüzleşirse, yeni başkan direksiyonu uçuruma çevirirse meclis ve halk gerekeni yapar.

Gelecekten notlar


İktidar kim olursa olsun büyük bir ekonomik kriz bağıra çağıra geliyor. Bu, yeni iktidara mal edilemeyecek kadar köklü ve eski bir bela. Umarım yeni başkan kim olursa olsun bu kriz canavarıyla baş edecek güçte bir kurmay ekibe sahiptir.

Özetle ülkenin hiçbir yere gittiği yok, sandığa gidin oyunuzu kullanın. Fanatizmden kimseye fayda gelmez.




Evliliğin temelinden sallandığı gece: Düğün

Her binanın hassas noktaları ve bir dayanıklılık eşiği vardır. O eşiğin üstündeki depremlerde, sellerde, fırtınalarda bina kendinden beklenmeyen bir şey yapabilir. İçindekilerle birlikte yıkılabilir. Bu tarih boyunca binlerce kez tekerrür etti. Gözümüzle gördük.

Planlama ekibi (mimar, mühendis) ve uygulama ekibi (usta, çırak) binanın hassas noktalarını henüz inşaat başlamadan bilmelidirler, bilmeden dayanıklılık eşiğini artıramazlar. En ufak hata, gözardı edilen küçük bir detay binanın sıhhatini geri döndürülemeyecek şekilde bozabilir.

Bir binanın ne kadar süreyle ayakta kalacağı temel atılmadan önce belirlenir, temel atıldıktan itibaren yapılan işlemler bu süreyi artırır ya da azaltır.

Fotoğraf kaynağı, sondakika.com

Oluşturduğum bina metaforunu evlilik müessesine giydirirsek, mimarlar mühendisler (dünürler) ustalar çıraklar (gelin güvey) evliliğin ne kadar süreceğine, başından itibaren etki ediyorlar diyebiliriz.

Bilinçli yapılan bir şey mi bilmiyorum ama özellikle bizimki gibi kapalı (içe dönük, homojen) toplumlarda evlilik müessesesi kurulurken defalarca ciddi darbeler alır, gelin güvey hayatlarındaki 'en mühim' zamanlara haddinden fazla kaygı ve telaş içerisinde girer. Bu şekilde olması için gelin güvey yakınları özel bir çaba gösterirler. Gelin ile güveyin zaten kendilerine ait kaygı ve telaşı varken çevre sürekli ardı arkası kesilmeyecek cinsten eziyetler yükler.

Salon Muharebesi


İki geniş ailenin birbirine ilk maruz kaldığı yer genellikle düğün salonları olur. Bu insan doğasına elverişsiz koşullar ve birbirini zerrece tanımayan iki ayrı sınıf genellikle gerilimli ve bol önyargılı bir gece geçirir. Hani ilkokulda sınıfın güzel kızına yan sınıfın yakışıklı piçi yakınlaştığında iki sınıfın erkekleri arasında fiili bir kavga vuku bulurdu, o kavganın atmosferi vardır düğün salonlarında. Tüm güveyler piçtir, tüm gelinler bizim istismara açık biricik kızımız.

Ülkemizdeki düğünler, iki sınıfın birbirinin uyumsuzluklarına dikkat kesildiği, en ufak kıvılcımı yangına dönüştürmeye meyilli olduğu, körüklerin havada uçuştuğu, yüksek sesten kimsenin kimseyi anlayamadığı bir atmosfere sahiptir.

Bu salon karşılaşması ülkemizin politik çıkmazının özeti gibidir. Her yıl hac görevini yerine getiren gelin dayısı ile masanın altında çaktırmadan limonatasına alkol karıştıran güvey dayısı birbirine küfür gibi bakışlar atarlar. Her ikisi de diğerinin varlığını asla tam olarak kabullenemez. İçten içe ben varsam o olmayacak burada, o varsa ben olmayacağım kaprisi yaparlar. Oysa, sen dini görevlerini yerine getir, o da kendi inandığı şekilde yaşasın birlikte aynı salonda/ülkede yaşayın gitsin. Birbirinizin bu sözde zıt hallerine kulak asmayın, ne var yani. Yani sen alkol almıyorsun diye alkol alan herkesi diri diri gömelim mi? Sen namaz kılmıyorsun diye namaz kılan herkesi yakalım mı? Eşşek gibi birlikte yaşayacaksınız öğrenin artık! Ya da siktirin gidin.

Gelin ile güvey birliktelikleri boyunca görüp görebileceği en anasının gözü darbeleri düğünde görür. Düğünden sonraki hiçbir süreç düğün kadar yıkıcı ve sınayıcı değildir. Şunu bir japon balığı rahatlığıyla söyleyebilirim ki düğün sınavını başarıyla atlatmış bir evlilik, 9 şiddetindeki depremi hasarsız atlatmış bir bina gibidir, fiziksel dayanıklılığını kanıtlamıştır. Ruhsal dayanıklılığını süreç gösterecek...

Damadı sikebilirsiniz


Damatların (güveylerin) alnında bir tabela asılıdır. O tabelada 'Damadı sikebilirsiniz' yazar. Düğünden aylar önce bu tabelanın davetine icabet başlar. Düğün davetiyesi tasarımcısından, araba kiralama firmasına, fotoğrafçıdan berberine kadar herkes damadı bir güzel siker. Normal şartlarda örneğin 5 bin tl ile çözülebilecek bu hazırlık süreci minimum 15 bin tl ile çözülür. Gelin damat ilk danslarını ederken damat gelinin kulağına 'güzelliğinden başım dönüyor, gözüm kararıyor' falan der ama asıl neden gelinin güzelliği değildir. Damada yapılan tecavüzdür. Damat o ilk dansta genellikle 'seni asla bırakmayacağım' da der. 'O kadar parayı bir daha başkası için harcayamam' demek istiyordur.

İlk bakışta 'düğünlerde gelinler mercek altındadır' denilebilir ama biraz düşünüldüğünde görülür ki aslında damat mercek altındadır. Katılımcılar limonatanın renginden, çerezin çeşitliliğine kadar her şeyi bir kıl müfettiş, gıcık jüri edasıyla inceleyip damada ve ailesine artı ya da eksi puanlar verir.

'Sonuçta kızımız bir kere evleniyor' diyenlere şey demek istiyorum 'Erkekler her hafta evlenmiyor'

Gelinlik neden beyaz?


Beyaz gelinlik algısı yerleşmeden evvel insanlar diledikleri renkte gelinlik giyerlermiş, genellikle açık renkler seçilirmiş ve bir dönem sarı rengi öne çıkmış. Ta ki Kraliçe Viktorya beyaz gelinlik giyinceye kadar. Söylentiye göre bu hanım kızımız düğün hazırlıkları sürecinde İngiltere'nin tüm usta terzilerine emir gönderir ve dünyanın en güzel ve biricik gelinliğini tasarlamalarını ister. Terziler kraliyetin alışık olduğu gümüş renginin ağırlıkta olduğu tasarımlar yaparlar, bir terzi ise sadece beyaz rengini kullanır. Victorya, 'Öyle bir tasarım giyeceğim ki bu sadece benim adımla anılacak benden başkası giymeyecek' diye böbürlenir. Saftirik. Kendinden sonra olanları görmeye ömrü yetti mi bilmiyorum ama bırak İngiltere'yi Kahramanmaraş'ta bile hala onun tasarlattığı gelinlik giyiliyor :D

Neden giyiliyor onu anlamadım ama. Neden tüm dünya gelinleri anlaşmış gibi aynı şeyi giyiyorlar? Tek renkte ve neredeyse sadece birkaç farklı kesimden oluşan bu gelinlikler hakkında nasıl hala onlarca sayfa eleştiriler yapılabiliyor.

Orta çağdan beri beyaz renginin bekareti temsil ettiği, kutsal olduğu söylenir, bekaret kadının obje olarak algılandığının en temel kanıtıdır. Buna kadınlar neden itiraz etmez aklım almıyor? Bekareti fazlaca umursayan kadınlar kendilerini eşyalaştırmıyorlar mı? "Kendimi evleneceğim adama saklıyorum" demek ben bir eşyayım hadi daha yumuşak ifadeyle hediyeyim demek değil mi? Feminizm önce bekarete takmış kadınlarla mücadele etsin lütfen.

Buyrun cenaze namazına


Gelinle güveyin eğlendiği bir düğün görmedim henüz. En şatafatlı düğünden en sakin düğüne kadar gelin güvey en iyi ihtimalle eğlendirmeye odaklanmış durumda. Yok damadın arkadaşlarıyla 30 dakika oynamalar, yok yalandan pasta kesmeler, yok gelinin iş arkadaşlarıyla oynamalar falanlar filanlar sonuçta bakıyorsun gelinle güveyin yüzünden düşen bin parça. Gariplerin en mutlu olması gerektiği umulan organizasyonda anadolu tabiriyle hışları çıkıyor, hiçbir geleneği canı gönülden isteyerek yapmıyorlar. Düğünden çok cenaze gibi onlar için. Eğlenmek için değil, formalite gereği yapılıyor her şey.

Şu veletleri çıktığı yere sokun


Düğünlerin çocuklara uygun olmadığını düşünüyorum, hazır ülkemizde düğün kültürü hala oturmamışken bana sorarsanız oturmuş halinde çocukları içeri almayalım. Ne bileyim anneanneye bırakın, komşuya bırakın ama düğüne getirmeyin. Uzun zamandır düğünlerde bulunmuyorum ama bulunduğum zamanlarda bazı düğünlerde palyaço, ilizyonist olduğunu gördüm. Düğün kalabalığı toplandığında bu performans sanatçıları veletleri toplayıp kapalı bir yere götürüyor orada gösterilerle eğlendiriyordu. Oyalıyordu. Güzel fikir ;)

Hayır sen bilir kişi misin?


Şimdi böyle bilmiş bilmiş yazdığım için bazılarınızın kafasında bu soru oluştu biliyorum, kızdınız bana, neden bu kadar kutsal bir müesseseyi böylesine çirkin resmettin diye kızdınız. Ama birazcık benim bakındığım yere davet ediyorum sizi. Şu düğünler neden bu kadar şekilci? Neden düğünlerde içerik yok. Neden ana hedef gelin ile güveye hoş bir anı bırakmak değil de bangır bangır bir gürültü eşliğinde dedikodu yapma ve birbirini iğneleme şenliğine dönüşüyor?

Vallahi elin gavurunun kadehe çatalla 'çın çın' vurup 'Hey millet bir konuşma hazırladım!' diyerek yaptığı salak saçma konuşmalar ve arkasından gelen alkış bile bizim son elli yıldır yapmaya çalıştığımız düğünlerden daha samimi.

Ülkemizde düğün töreni asla tam olarak yerleşemedi, çünkü Anadolu bir mozaik, her tür geleneğe, ırka, camiaya ev sahipliği yapılan bu topraklarda aynı mahallenin insanının bile düğün töreni birbirine benzemiyor, benzeşme çalışması ise düğünleri sıradan ve sıkıcı hale getiriyor. İçi boş düğünler görmemiz bu yüzden. Belki iki yüzyıl sonra bu topraklarda da düğün oturmuş bir tören haline gelir. Batılılaşma sevdası son bulur.

Özet: Ülkemizde düğün, iki kişi sevişecek diye iki yüz kişinin çıkardığı gürültü.




Dünya'dan kaçış planlarım ve yer çekimsiz ortamda çaysız kahvaltı yapmak

Toplumda insanın ciddiye alınması için birey olması gerekiyor. Bireylerin birey olduktan hemen sonra yapmayı en çok arzuladığı şey toplum tarafından ciddiye alınmayacak hayaller kurmak oluyor. Ne hoş bir paradoks. Belki de sadece etki tepki. Jim Carrey dahil neredeyse tüm ünlüler ünlü olmanın o kadar da ahım şahım bir şey olmadığını söylerler ama hayatlarıyla ilgili biraz okuma yaptığınızda görürsünüz ki ünlü olmak için birçok şeyden vazgeçmişler, birçok badire atlatmışlardır.

Milyarlarca yıldır yeryüzünü şekillendiren insanın doğasında tahrip var, çevresini ve hatta en kıymetlisini, kendini tahrip ediyor. Irkdaşlarının yüzünü de tahrip ediyor. Hiç değilse ekşitiyor. Toplumun bir parçası olmayı ölümüne önemseyen anne babalara sahipseniz birey olma farkındalığı sürecinde en çok yüzünü ekşiteceğiniz insanlar anne babalarınız oluyor. Bu listeyi sizi önemsediğini zanneden insanlar takip ediyor. O kadın, o adam... Anne babalara göre "yıldızlı göklerin ne zamandır döndüğünü" düşünmek, buna zaman ayırmak bile aptallık. Anne babalara göre bir bireyin yapabileceği en mantıklı şey topluma ait olmak, toplumun doğrularını ve (sürekli saçmalatan, kendiyle çelişen) gerçeklerini koşulsuz kabul etmek.

Her sanatçı -yahut adayı- en az birkaç kez dünyadan kaçış planı yapmıştır. Bu planların çoğu hassasiyetle yoğrulur B, C ve belki D planı bile vardır. Ben de yapmıştım. Kaybettim, buna sonra değinirim. Bu planların kendisiyle çelişen bir yanı olduğunu anımsıyorum sadece. Şöyle ki dünyadan kaçarken dünyanın tam da merkezine, odağına, ilgi ağına uğramanız gerekiyor. Bu uğrak sizi planınızdan saptıracak cazibelere maruz bırakabilir. Yeni o kadın, o adamlarla çarpışabilirsiniz. İki kaldırımın kesiştiği noktalar evrenin bu çarpışmaya en uygun gördüğü yerler arasında.

Bu çarpışmalar kaçış planınızı tamamen bozabilir ya da biraz şanslıysanız (bu sonra şanssızlık olarak değişebilir) küçük değişikliklerle yanınıza yeni biri katabilir. Ama genellikle bozar. Birlikte yapılmamış kaçış planları mutlaka zorlu bir aşamada tartışmalara yol açar. A kişisinin, B kişisinin kaçış planlarına harfi harfine uyması olanaksızdır. B kişisinin planladığı kusursuz bir operasyon A kişisinin yapacağı en ufak etkiyle boka sarabilir.

Kaçış sürecinin sizi değiştirdiğini gören A kişisi genellikle sizin kaçışınızı engellemek isteyecektir zaten. Dünya'dan kaçış hiç kimsenin yardım edemeyeceği bir operasyon. Ve sizi sevenler sizin Dünya'dan kaçışınızı hiçbir zaman tam olarak desteklemezler. Çünkü Dünya'dan kaçmak biraz da kendinden kaçmaktır. Değişmektir, başkalaşmaktır. A kişisi sizin yeni kimliğinizden o kadar da hoşlanmayabilir.

İnsanın birey olduktan sonra yaptığı her şey, yemeğe tuz atışı bile alttan alta birey olmaktan duyduğu pişmanlığın sonucu. Yani birey birey olmaya ne kadar istekliyse birey olduktan sonra -gerekirse geri dönmek pahasına- başka bir şeye dönüşmeye en az o kadar istekli hale geliyor. Bu böyle olmasaydı milyarlarca yıldır çiftleşen insanoğlu bu kadar kaosa meyilli bir yeryüzü kurmaktan daha iyisini yapabilirdi.

Maalesef kaybettiğim için fazla detay hatırlamıyorum ama Dünya'dan kaçmanın tahmin edildiğinden çok daha zor olduğunu bir koala rahatlığıyla söyleyebilirim. Bıçak sırtı bir operasyon bu. Bugüne dek milyonlarca kez planlanmış ama belki de ancak 3-5 kez gerçekleştirilebilmiş bir operasyon.

Ben de deneyecektim, tekrar bu planları yapacak enerji ve zamana sahip olursam yine yapmayı denerim ama o kadar gücüm olacak mı bilmiyorum.

Dünya'dan kaçış planlarımı kaybettim ve bir kopyası yok.
Daha dün gece masamda duruyordu, garip şiirlerin arasında.
Temizlik yaparken annem atmış olabilir.
Yeni bir kaçış planı yapacak kadar yaşayacağımı sanmıyorum.
Yoruldum.
Bu gezegeni,
kadınları,
kadınların kadınlara yüklediği anlamsız sorumlulukları
ve çocuklanma ödevini anlamaktan başka çarem yok.
                                                                                                          22 Aralık 2017

Belki de annem kasıtlı olarak planlarımı sabote etmiştir. Mümkün.

Rinnanay rinna rinnanaay 

Acaba denizler ne zamandır köpürüyor?
Acaba gerçekten bir güzelden ötürü mü geldik Dünya'ya?




Elalem Bayramı

Elalemden nefret ediyorum. Hayatımıza diğer her otoriteden fazla müdahale ediyorlar ve adeta nasıl yaşamamız gerektiğini dikte edip duruyorlar.

En çok canımı sıkan şey şu, bugün elalemden şikayetçi olan bizler yarın diğer özgür kişilere elalemlik yapacağız. Yani her gelin kaynanasından şikayetçi ama her gelin bir gün şikayet edilen bir kaynanaya dönüşüyor. 'Ben çektim o çekmesin' demiyor.

İlgili Zaytung haberi: http://zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=342623




sense8 bir porno mu?

Hafif spoiler içerebilir
Toplumsal kabulleri, olurları ve yasakları reddeden, yıkan bir dizi sense8. Yıkan dedim ama dizinin agresifçe propaganda ettiği hiçbir şey yok. Dizinin yıkmaya odaklandığı ilk konu insanların genellikle gereksiz agresif davranışlar sergilemesi diyebilirim.

Dizi hakkında hiçbir şey okumadım, ekşi sözlük başlığına dahi bakmadım henüz. Seri bir şekilde izledim ve hiçbir analizin etkisinde kalmadan yazıyorum.

Diziyi izleyen geniş bir kitle dizinin eşcinsellik propagandası yaptığı sonucuna varabilir. Dizinin böyle algılanmak konusunda bir korkusu olmadığı çok belli, ekip adeta "Bizi nasıl istiyorsanız öyle anlayın, eşcinsellik propagandası yapıyoruz zannederseniz zannedin, eyvallah" gibi bir düşünceyle çalışmış. Ama bence eşcinsellik propagandası yapmıyorlar. Bu yazıyı yazdığım için ben de eşcinsel propagandacı ya da hatta eşcinsel olarak algılanabilirim, sorun değil. Güzel kızlar eklesin.

Ha illa bu dizi bir cinsel yönelimin propagandasını yapıyor diye bir yargıya varacaksak, bu biseksüellik ve özgür seks olabilirdi.

İlla toplumsal bir yönelimin propagandasını yapıyor diyeceksek, ırkçılık karşıtlığı propagandası yapıyor diyebiliriz. "Hiçbir ırk diğer ırktan üstün değildir" diyor dizi.

Fotoğraf, imdb.com

Put kırıyorlar

Naçizane, arkadaşım İbrahim ile bir söyleşi programı yapıyoruz, "Putları Kırıyoruz" adında, o programda konuşurken yapmaya çalıştığımız şey putları kırmak. İnsanların kafalarındaki gereksiz tabuları def etmek. Putları kırma motivasyonumuz toplumdaki gereksiz tartışmaları, hüzünleri azaltmak. Örneğin evliliğin kadınlar için ideal yaşını kim belirledi? Neden bazı yaşlardan sonra hala evlenmemiş kadınlar ötekileştiriliyor, 'evde kalmış' gibi etiketlere maruz kalıyor? Bu yaşı kim neden belirledi. Bu yaş sınırlaması bir puttur. Gereksiz yere bu put milyonlarca kadını üzer.

Oyunculuklar gerçekten harika, tüm ekip senaryoyu, filmin izleyiciye hissettirmesi gerekenleri tamamen anlamış ve uygulamış gibi duruyor. Böyle bir diziyi; birbirini ve senaryoyu çok iyi anlamamış bir ekiple çekmek imkansız.

Özetle değil kardeşim. sense8 bir porno değil. sense8 olsa olsa insanı, insana, insanca sevmeyi öğretmeye çalışan bir dizi. İzleyiciye hoş vakit sunmayı amaçlayan bir dizi. Birlikten kuvvet doğar gerçeğini hatırlatan bir dizi. Bizi farklılıklarımız güçlendiriyor diye bağıran bir dizi.

Tamam bu dizi anne babayla ve çocukla izlemeye uygun değil. Ama porno da değil.

Kimler bu diziden tat almaz?


Katı dindarlar (hangi dine inandıklarının önemi yok), katı siyasi fanatikler, katı ideolojik fanatikler, katı gelenekselciler, bir erkeğin sokakta evire çevire bir kadını dövmesine sesini çıkarmayıp bir çiftin sokakta öpüşmesine tanık olunca yaygara koparanlar... özetle katı ve sabit fikirli olan hiç kimse bu diziden tat almaz.

Müzikler çok başarılı, bu dizi hakkında rahatlıkla müzik zevki olan bir dizi diyebiliriz.



Uzun bir süre hiçbir diziden bu kadar tat alacağımı sanmıyorum. Dizinin bittiğine üzülenler change.org üzerinden "bir sezon daha çekin" kampanyası başlatmışlar. Dizinin bittiğine ben de üzüldüm ama dozunda bitti. Uzatılması hikayenin çarpıcılığını perdeleyebilir.

Fotoğraf, imdb.com

Leyla ile Mecnun'dan sonra hakkında en çok şey yazdığım dizi bu oldu. Belki bittiğinde Game of Thrones hakkında da uzun bir yazı yazabilirim.

Bu yazıyı okuduğunuz halde diziyi izlemediyseniz, başta kırmızı kırmızı uyarmış olmama rağmen, okuduklarınız dizinin tadını fazla kaçırmayacak. İzleyin, izlettirin.

Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.
Yunus Emre




Kahramanmaraş Ahlat Ağaçsız kaldı!

Uzun zamandır şu film sinemaya gelse de izlesek diyeceğim bir film yapılmıyordu. Nuri Bilge Ceylan hocam yeni filmi duyurunca sevindim. Yakın takibe aldım, fragmanını posterini her şeyini sevdim. Alıştığımız Nuri Bilge Ceylan hikayelerinden birini dinleyeceğiz 3 saat vuhuu diye sevindim, yalnız da değildim. Yardımcı yönetmenim İbrahim Aksakal da sabırsızlıkla bekliyordu.



Ama Kahramanmaraş'a bu film de!!! gelmedi.

Adıyaman'ı küçümsediğim falan yok ama Adıyaman'a gelen film, Kahramanmaraş'a neden gelmiyor biri bunu açıklayabilir mi?
Adıyaman Nüfusu (Vikipedi)

Kahramanmaraş Nüfusu (Vikipedi)